Adını sayıklıyor…
Adımızı sayıklıyor…
Adlarını, adlarımızı…
Kimlik kartı cebinde. Eline alıp incelemek aklının ucundan bile geçmedi. Bir insan işte herkes gibi. Ama onun ne bir adı var ne bir sanı.. Şimdiye kadar. Çünkü O, on sekizine kadar kimliksiz. Peki neden şimdi? On sekizinde zorladılar bu kimlik belası için? Koca on sekiz yıl. Dile kolay. Belki birkaç yıl daha kalan ömrü. Anne ve babası onun olduğu yaştan sadece iki yaş büyük. Anne ve babası yirmi yaşında. Öyleyse hayatın on sekiz yılı, az mı?
Tek başına oturmuş köşeye. Bu dünyada şöyle mutlu bir kimlik kartı göremedi. Neden adının köşesine bir aile fotoğrafı iliştiremez insan? Neden yalnız olmak zorunda ki yalnız doğan insan? Neden yalnız ölmek zorunda başkalarıyla yalnızlığını unutan insan? Dikdörtgen bir çerçevenin içinde küçücük bir surat. Gözleri boşluğa bakıyor. Onca kan, onca acıdan sonra nereli olduğunu iliştirmişler kağıda. Şimdi bu da soru mu? Hayat artık eskisi kadar kederli gelmiyor. Belki ölüme alıştı. Belki de alıştırdılar. Kim bilir? Ama hayat artık bir komedi, kara bir mizah. Nerelisin diyorlar. Kimseye nerelisin demedi. Kimsenin nereli olduğunu merak etmedi. Nerelisin sorusuna soruyla yanıt verir: Ya siz nereli olmak isterdiniz? Karşıdaki gözlerini kısar ya da göz bebekleri şişer ve ardından ay yok deli bu, deli, deli..
Bu küçük kâğıt parçasının yaşananları unutturacağını mı sanıyorlar? Hiç yaşanmamış gibi hiç olmamış gibi.. Başınıza meteorlar, ayağınıza dinazorlar saldırmamış gibi.. Geçmiş hiç yokmuş gibi.. Sanki hep on sekiz gibi..
Çocukken herkes ona yardımcı. Şimdi on sekiz, sorunlar her sene bir daha fazla. Hiç büyümese, karnı hep tok sırtı hep pek kalsa.. Onunki geçinmekten çok mideyi doldurma derdi. Bir de çocukken ne yalan bilir insan ne doğru. Oysa büyüyünce tüm işler ahlaklı. Tüm patronlar havalı. Gelecekten beklentileriniz? Şaka mı bu? İki sene sonra gitmeyi bekliyorum. Gelecek isteğim sadece iki sene için karnımı doyurabilmek. İşin aslı:
Anlatmadılar. Sakladılar. Sağırdı.
Göstermediler. Gizlediler. Kördü.
Şimdi soruyorum. On sekizken soruyorum yirmi iken susacağım. Üç milyon insan nereye gitti? Anlatın, gösterin bana. Sadece iki sene için bir hafıza istiyorum. İki senelik bir hafıza.. Sonra anne ve babamla yirmi..
Ve ben hep yirmi kalacağım.
Not: Kamboçya’da insanların yüzünde kederli bir gülümseme.. Ben mi öyle görmek istiyorum yoksa? Yok yok.. Hem nasıl unutulur onca acı, onca kan? Çok değil kırk sene önce, çok değil otuz sene, yirmi sene önce.. Geçmişin izleri silinmemişken, şimdi geçmişin izlerinin yerini kederli bir gülümseme alırken.. Kamboçya sokaklarında hayat devam ederken.. Kurbağa yiyiyorlarmış. Solucan, örümcek, çekirge yiyiyorlarmış. Bense sadece “Arkoun” diyebiliyorum. 600 yılından kalma bir dilde sadece teşekkür edebilmek, sefaletim oluyor. Zengin adamlar geliyor bu gözü yaşlı topraklara. Zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Onların ölmüş müdür anneleri, babaları? Meteorlar kafalarının üstünde dinazorlar ayaklarının altında patlamış mıdır? Artık insana inanmıyorum. İnancımı yitiriyorum. İnancımı tekrar bulmak istiyorum. Derken bir çocuk gülüyor bana. Benimle alay ediyor belli. Yepyeni spor ayakkabılarım, tertemiz bluzum ve şortum komik görünüyor onun dünyasına. Suçlayamam mini mini çıplak ayaklarını, her yanından iplik sarkan pantalonunu, yıkansa da kiri çıkmayacak tişörtünün doğallığını. Çocuğa bakıyorum bir kez daha, bana “Arkoun” diyor. Aklımı mı okudu? Ben diyecektim. Ben teşekkür edecektim. Onca yaşanmışlıktan sonra bana dost yüzünü gösterdiği, misafirperverliğini esirgemediği için.. İlk ben bağrıma basacaktım. Çocuk gülümseyerek kayboluyor. Bense o gün tüm gün “Arkoun, arkoun, arkoun…” diye sayıklıyorum.
Hamiş: Ezgi Eren’in gezi videolarını https://www.youtube.com/@sesleryuzleryollar kanalından izleyebilirsiniz.