Benazir ve Yaşar Seyman’ın Müthiş Kitabı Üzerine İçimden Geldiği Gibi
Yıllar var ki sevgili Yaşar Seyman’ın kaleminden “Benazir” kitabını merak ederim. Hep okuma listemde dururdu ama meslek gereği okumak zorunda kaldığım türler ve kitaplar bu isteğimi bugüne kadar gölgede bıraktı.
Ortak duyguları paylaştığımıza inandığım Yaşar Seyman ve kalemiyle yıllarca Ankara’da yaşamama rağmen bir türlü karşılaşamadık. Ta ki İngiltere’ye gelip, bulunduğum bölgede çok sayıda Pakistanlı dost ile tanışana dek. İçimde müthiş bir istek: Pakistan’ı tanımak ve tabii çocukluk yıllarımda haberlerde hayranlıkla izlediğim kadın başbakanı anlamak…
Gelin görün ki bu kez de kitaba öyle gönlümce kolayca ulaşamadım. Neyse ki ben bu duygularla cebelleşirken imdadıma tatil için Ankara’ya giden arkadaşım yetişti. Yetişti ya, öyle kolay mı göç yolculuğunda bir kitap taşımak… Bu kez de arkadaşımın bavulunda yer var mı diye endişelenmeye başladım. Neyse ki arkadaşım, “Bir kitaba her zaman yer açarım,” diyerek yüreğime su serpti. Hemen telefona sarıldım, babamdan kitabı istedim. Babam, Yaşar Seyman adını duyunca, “Ne cesur, ne yürekli bir kadındır o. Bir de başka bir cesur kadını mı yazmış?” dedi, güldü. Ben de güldüm. O an, Yaşar Seyman’ın babasıyla arasında geçen konuşmaya benzer bir an yaşandı. Seyman, benim örnek kadınlar listeme bir anda eklendi.
Sonra, çocukluğumda Mamak’taki sobalı evimizde televizyonun tam önündeki masada ders çalışma çabalarımı hatırladım. Babamın Türkiye ve dünya gündemini takip etme tutkusu yüzünden göz ucuyla kitabıma bakarken aslında fazlaca gündemle ilgilendiğim anlar düştü belleğime.
İlkokula başladığım yıllar… Artık saç rengimden ve kesimimden midir, yoksa Yasemin Yalçın-Levent Kırca parodilerine öykünerek yaptığım Tansu Çiller taklitlerinden midir nedir, rahmetli anneannem “Başbakan kızım benim,” diye severdi beni hep. Bense haklı bir gururla Türkiye’nin ilk kadın başbakanına benzemekle övünürdüm. Tabii, zamanla aklım ermeye başlayınca kendisini sadece kadın olduğu için ve erkeklerin dünyasında siyasette var olabilmiş biri diye sevdiğimi fark ettim. Bu cinsiyetçi yaklaşımımdan sonradan hoşlanmadım. Çiller’in milyonlarca olumsuz fotoğrafının yanında, zihnimde capcanlı duran bir kare var: Benazir’le birlikte çelik yeleklerle, miğferlerle gittikleri Bosna ziyareti. Demek ki Benazir, ta o zamandan düşmüş aklıma ve gönlüme. Neyse ki kavuşacağım sana, senin dünyanla derinleşeceğim Benazir. Hele kitabım bir gelsin vatanımdan.
Dört gözle bekliyorum arkadaşımın gelişini. Geliyor ya, o başka şehirde, ben başka şehirdeyim. Hem arabam da yok ona kolayca ulaşmak için. Göç yolculuğunda tanıştığım başka güzel bir dost, Hızır misali yetişiyor imdadıma.
“Burcu, benim hemen Makbule’den kitabımı alıp okumam gerek, her gece rüyalarıma giriyor,” diyorum. “Dert etme, Makbule’nin evi bana yakın, alır getiririm kitabı sana,” diyor anlayışlı bir sesle. İçimde öyle bir coşku var ki, sormayın. Daha önce başka bir kitapla da böyle büyülü bir yolculuk yaşamış, sonrasında yazarıyla müthiş bir dostluk kurmuştum. Bu da öyle bir şey olsa gerek. Aşina olduğum bu durum bana şunu düşündürdü: kelimelerin büyüsüyle Yaşar Seyman ile ortak duygularda tanışacağım sonunda. Sözcükler, siz ne kadar güçlüsünüz! Türkçem, sen ne büyüksün!
Kısa süre sonra kitabıma kavuştum. Gece gündüz elimde Benazir. Her fırsatta kitapla iç içeyim. Bir gün otobüse bindiğim anda çantamdan çıkarıp kitabımı okumaya başladım. Sanki sen geldin yanıma oturdun, Benazir. Öylece bakıştık birbirimizle. Sonra, kitabın kapağındaki fotoğrafında senin gözlerinle yanımdaki Pakistanlı kadının gözleri birleşti.
Dedin ki bize: “Nerede olursanız olun, çok güçlüsünüz siz. Beni düşünün; yıllarca sürgünlerde bile umudu çoğalttım. Karamsarlığa kapılmayın. Ne kadar kendinizi göç yolculuğunda daralmış, bunalmış hissetseniz de bu gökyüzünün altında özgürsünüz. Ama unutmayın ne olur: özgür olmayan canların acısını içinizde hissedin ve kalbiniz onlarla çarpsın.”
Ah Benazir, öyle bir aktın ki içime! Tıpkı senin ülkeni dünya kadınlarıyla buluşturduğun gibi, benim de içimde öyle güçlü, öyle dayanılmaz bir istek var. Farklı kulvarlardayız seninle. Ancak senin dediğin gibi: “Biz Doğulular kendi değerimizi hep Batılı’nın gözünde ararız.” Ama biliyor musun Benazir, ben burada öyle yapmıyorum. Beni tanıyan Batılılar kültürümü, dilimi, edebiyatımı merak ediyor. Bıkmadan usanmadan, gücüm yettiğince, dilim döndüğünce bu zorunlu göçte ülkemi, değerlerimi doğruca anlatmak istiyorum.
Ayrıca belki şaşıracaksın ama seninle buluştuğum andan itibaren yolum hep Pakistanlılarla kesişiyor. Geçenlerde bir Uber’e bindim. Annemle telefonda konuştuktan sonra taksici İngilizce, “Türk müsünüz?” dedi. Şaşırdım. “Nasıl anladınız?” diye sordum. “Kuzenim bir Türkle evli, sık sık gideriz Türkiye’ye. Türkiye çok güzel,” dedi ve laf döndü dolaştı, nasıl oldu anlamadım, siyasete geldi. Üç yaşında geldiği İngiltere’de, 30 yılda mükemmel bir İngilizce aksanıyla konuşmaya başlamış. “İslam ülkeleri içinde en iyi yönetilen ülkesiniz. Erdoğan iyi yönetiyor,” dedi.
Tabii, içimde kabaran duygular ve Atatürk’üme minnetle bülbül gibi şakımak istedim. Lakin benim dilim onun kadar İngilizceye dönmüyor, daha yeniyim bu diyarda.
Dedim ki: “Bu, kurucu liderimiz Atatürk’ün başarısı. Bizim ülkemiz laik bir ülke. Din, herkesin içinde yaşaması gereken bir durum. Bunu devlet işlerine karıştırdığınızda ülkelerin sonu geliyor. Erdoğan’ın başarısından ziyade ülkemizin temelindeki rejimin başarısı.”
Bir anda benimle aynı frekansa geldi taksici, hak verdi. “Afganistan’a bak; hep dini çıkar olarak kullanmaktan kaynaklı, ne hâldeler,” dedi. Konuşma bittiğinde ben de varmak istediğim yere çoktan varmıştım. Hem gerçekte hem de bir insanın zihnindeki Türkiye algısında.
Ne güzel ışık oldun bana, Benazir. Bilmiyorum daha ne yolculuklar yaşayacağız seninle. Hani sen günlüğünün bir yerlerinde diyorsun ya: “Umarım mutlu günlerimde bu iyi insanları hatırlarım.” Benim de bu ülkede aklım, kalbim hep ülkemdeki iyi insanların içinde bulunduğu talihsiz durumlarla dolu. Dilerim ülkemin yazgısı, değişen çehresi yeniden eski haline döner.
Öylesine bütünleştim ki seninle, bir gece ansızın uykumdan uyanıyorum ve tıpkı sevgili Seyman gibi senin ayak izlerini takip ediyorum. Sabah Oxford’a gitme isteği duyuyorum tüm hücrelerimde. Aklıma İbrahim Tatlıses’in “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?” sözleri geliyor… Neyse ki Oxford’a gönderdiğim bir öğrencim var. Onunla birlikte takip ederiz seni. Belki bu pırıl pırıl genç kadının kalbine, ruhuna da üflerim seni, kim bilir? Yıllar sonra o da senin filmini çeker. Neden olmasın, değil mi?
Ah Benazir, nasıl bir ateş düşürdün içime! Ah Yaşar Seyman, nasıl incelikli, duygusal bir anlatım bu! Şimdi anlıyorum ki Benazir’le bütünleşmem, bu incelikli, duygusal kalem sayesinde.
Kitabı okurken öyle bir evrendeyim ki… Hem Türk edebiyatından hem de Pakistan edebiyatından sayısız şairin kelimeleriyle, duygularıyla tanışıyor, onlarla yoldaş oluyorum. Seyman’ın kaleminde kendi kültürümün izleriyle buluşuyor, onlarla kucaklaşıyorum. Lory’nin çığlığı oluyor, Selvi’nin dertleriyle dertleniyorum, Nusret Begüm’ün çığlığı oluyor da Benazir’in gönlünden Aseefa ve Bakhtawar’a akıyorum. “Acınızı anlıyorum, güzel kızlar,” diyor; dönüyor Gülcihan oluyorum. Pervin Şakir’in dizelerinde ülkemdeki onlarca isimsiz kadının hikâyesi oluyorum. Malala Yusufzay’ın mücadelesinde kadınlığımı görüyorum. Ülkemin güzel kadınlarını, Behice Boran’ı, Türkan Saylan’ı anıyorum. Dil Derneği’nin etkinliğinde Türkan Hoca’nın elinden tutup sahneye çıktığımı hatırlıyor, kendimi şanslı sayıyorum. O tuttuğum el ile bugün bunları yazıyorum ve yine şanslı hissediyorum.
Sona yaklaşırken, kütüphanede yanıma gelen bir kişi, çantamın üstünde durduğu sandalyeyi işaret ederek, “Alabilir miyim?” diyor. Ben de, “Kalkıyordum zaten,” diyorum. Gözü onun da Benazir’e değiyor. “Ne değişik bir hayatı vardı,” diyor orta yaşlı bir İngiliz. Hemen Türkçemi ve yazarı tanıtıyorum ayaküstü. “Türk’üm. Pakistanlı komşularımla tanıştıktan sonra bu Türk yazarın kitabını okudum,” diyorum. O da yazarın adını tekrar ediyor: “Yaşar Seyman…”
Evet, Yaşar Seyman. Ben de sizin gibi Benazir’i çok sevdim ama anladım ki onu sevme sebebim, sizin incelikli duygularla ördüğünüz, Türkçenin gücüyle anlattığınız bu kitap. Kaleminiz, mücadeleniz gibi hiç susmasın. Size geçmiş olsun çiçekleri yollamak istedim ama adresinizi bilmiyorum. Bunun yerine, içine en saf, en içten duygularımı iliştirdiğim kelimelerimi gönderiyorum. Dostlukla, sevgiyle kucaklaşmak dileğiyle…