İnek
Öykü

İnek

İsa Balcı

H’ye

 

Talihsiz adammış Brangoviç. Kimsenin umurunda değildi ve öylece öldü. Gümüş keskin bir bıçakla kesilen az pişmiş kanlı biftek parçasını mideye indirmek isterken boğazına takıldı. Böyle talihsiz adam görülmemiştir. Çöpten karnı doyan bu evsiz adam, lokantanın çöplüğünde bulduğu soğumuş ve yağ bağlamış eti görünce, “Ziyafet, ziyafet!” diye bağırdı. Aklında kalan son birkaç kelimeden biriydi ziyafet. Ya ziyafet derdi ya da şükür, bazen de sigara dilenirken anlamsız bir şey çıkardı ağzından. 1887’de öldü. Mruilgi Sokağı’na geldiğinde, bu sokaktan nereye gidilir ki, diye geçirdi içinden ve sokağın en az rüzgâr alan yerine kıvrıldı. Uyudu. Kalktığında lokantanın çöpleri boşaltılmıştı, bu kadar çöpün biriktiği bu yerde dün gece neler neler oldu kim bilir ama onunla ilgili değildi. Karıştırdı çöpleri ve ölmesine sebep olacak şeyi buldu. Zavallı adam! Onu bu sokakta ölüme terk eden olayı başka zaman anlatacağım.

 

7 Haziran 1887 gecesi Muroskovov kardeşler, çiftliğin yanı başındaki nehirde yıkandılar. Çıplak çıktılar nehirden ve kurulanmadılar. Kurulanmadılar ve çıplak dolaştılar. Birileri bu iki kardeşi anadan üryan görse, gece gece ne yapıyorlar diye düşünür soluğu muhtemelen kilisede papazın yanında alır ve bir cadı avı başlatırdı. Fakat onları kimse görmedi. Muroskovov kardeşler çıplak ve sessizce çiftliğin çitlerinden atladılar. Çitten atlayıp eğilerek yürüdüler. Köpekler kokularını almadılar. Çıplaklar. Çıplaktılar ve nehirde yıkanıp gelmişlerdi. Hiç kokmuyorlardı. Köpekler ne yapsın. Usta iki hırsız eğilerek kapıya yaklaştı.

 

Köpeklerin suçu yok. Çiftliğin korumaları içki içiyorlar. Sarhoşlar. Nara atıyorlar. Hizmetçi kadınların isimlerini bağırıyorlar. Çıplak kardeşler ahırın tahta kapısına yanaştılar. Çiftliğin sahibi Sdaroviç, horlayarak uyuyor. İki çıplak adam ahırın kapısını açıyor, bekçiler sarhoş ve hâlâ içiyorlar, köpekler havlamıyor. Yatağında huzur içinde uyuyor horlayarak. Karısı tam iki yüz kilometre uzaktaki akrabalarında, bir hafta sonra gelecek. Yatak tamamen ona kalmış. Muroskovov kardeşler, ahırın kapısını açtılar. İneklerin arasında dolaştılar. Bekçiler sızdı. Sdaroviç yatağın tadını çıkarıyor. Karısı iki yüz kilometre uzakta, bu saatte Sdaroviç’in ineğini kendisinden daha çok sevdiğini dertli dertli anlatıyor kuzenine.

 

Muroskovov kardeşler ahırdaki tüm ineklerden ayrı tutulan ineğin yanına gittiler. Ayrı bir yerde, önünde saman yok. Taze otlar ve çiçekler var. Güller, papatyalar, laleler. Karısı haklı. Muroskovov kardeşler inekle dışarı çıktılar. Sessiz ve çıplaklar. Pek merak edilmediği ve bu olayda önemli bir yer tutmadığı için Muroskovov kardeşlerin erkeklik organlarının uzunluğuna değinilmiyor. Fakat ineği çalıp sattıktan sonra kazandıkları parayı yedikleri içkili mekânda, çok sarhoşken Muroskovov kardeşlerden küçük olanın ahırın tahta kapısı duvara vurup ses çıkartmasın diye duçarla kapının arasına bir kalas gibi malafatını soktuğunu, sarhoş ağzıyla abisine anlattığı söylenir, mekânda o akşam bulunan diğer sakinler tarafından. Olaya dönelim. Muroskovov kardeşler boğazına ip bağlamışlar hayvanın. Çıplak kardeşlerden biri ineği boynundaki ipten çekiyor diğeri kuyruğunu hayvanın gövdesine kadar gerip çekiyor.

 

“Sdaroviç ağlama, Sdaroviç ağlama

İneğin artık hayatta değil,

Yaşayanlara üzül.”

 

Muroskovov kardeşler, besteledikleri şarkıyı neşe içinde söylediler. Nehrin yanındaki ağacın altına bıraktıkları elbiselerini giydiler. İki atın üstünde yollandılar arkalarında inekle. Muroskovov kardeşler ineği sattılar ve bu öyküdeki işleri bitti.

 

Sdaroviç uyandı. Hizmetçinin sesiyle.

“Kahvaltı hazır efendim.”

 

İlk lokmayı ağzına atmasıyla birlikte masanın başına beş tane nefes nefese bekçi geldi. Akşamdan kalma nefesleri masadaki tüm reçel kokularını bastırdı. Vişne, gül, kayısı kokusunun yerini sert, sivri votka kokusu aldı.

 

Bekçiler sırayla söylediler.

Kafasında şapka olan bekçi: “Bay Sdaroviç!”

Çizmelerinde çamur olan bekçi: “Ekmeğimizi veren saygıdeğer Bay Sdaroviç!”

Gömleğinde kusmuk olan bekçi: “Çok fena efendim!”

Fermuarı açık olan bekçi: “Yok efendim!”

Kızıl sakallı bekçi: “Gitmiş efendim!”

 

Bay Sdaroviç elini masaya vurdu ve “Biriniz konuşsun ne dediğiniz anlaşılmıyor,” dedi.

 

Beş bekçi birbirlerine baktıktan sonra kafa kafaya verdiler. Sdaroviç’in önünde aralarında tartışmaya başladılar. Bu defa evin sahibi yani bekçilerin de, kahvaltılıkların da, tam tamına seksen iki tane vazonun da, yirmi kapının da, üç katın ve toplam yirmi sekiz pencerenin, saymakla bitmez çitlerin ve çitlerin koruduğu yedi bin iki yüz on altı dönüm arazinin de sahibi Sdaroviç ayağa kalktı:

 

“Yeter! Sen söyle.”

 

En yaşlıları ve en eski çalışan fermuarı açık bekçiyi işaret etti.

 

Fermuarı açık bekçi, boğazını temizledi.

 

“Efendim Kilim’i çalmışlar. Yerinde yok! Yeri boş. Diğer ineklerin yanında da yok.” Kafasında şapka olan bekçiyi işaret ederek, “Beni uyandırdı dili düğümlenmişti, elimden tutup Kilim’in olması gereken yere götürdü ama yoktu.”

 

Sdaroviç, kafasında şapka olan bekçiye döndü ne zaman fark ettiğini sordu.

 

“Efendim,” diye başladı ve çizmeleri çamur olan bekçiyi göstererek, “ Bu it, belki ölmüş köpek yemiştir bir gaz çıkardı. Sesini ve kokusunu farklı farklı görebiliyordunuz. Kalktım uyuduğum yerden ve Kilim’in de korkacağını düşünüp hayvanın yerine gittim. Fakat yoktu.”

 

Sdaroviç adamlarını yanına alarak şehre gitti.

 

Kasap dükkânına girdiler.

 

“Sıkıldım, yaşamak istemiyorum, ölmek tek kurtuluş, öldürün beni diyen bir inek geldi mi?”

 

“Yok.”

 

Lokantalara gittiler.

 

“Yahnim çok güzeldir, haşlamam da sakatat etim de şifa olur. Pişirin beni, karnınızı tok tutarım diye bir inek geldi mi?”

 

“Yok.”

 

Başka hayvan sahiplerine sordular.

 

“Hava değişikliği iyi gelecektir, hem artık sütümün tadına başka insanlar da baksın istiyorum diyen bir inek geldi mi?”

 

“Yok.”

 

Sdaroviç, bekçileriyle caddelerde ve sokaklarda mö’leyerek aramaya başladı.

 

“Mrun Sokağı’nda ve Sgtaran Caddesi’nde

 

Mö’leyerek geziyor azgın adamlar

 

Birinin gözleri yaşlı, diğerleri telaşlı

 

Grandosy Bulvarı’nda adamlar mö’lüyor

 

Üşütmüşler, kaçırmışlar keçileri.”

 

Kransgoron Sokağı, Vali’nin oturduğu yer. Altı adam sokağa mö’leyerek giriyor. Bir ihbar geliyor polise: “Efendim altı adam sokakta mö’lüyor.” Çok şükür ki polisi aradılar ya tımarhaneyi arasalardı, nice olurdu halleri. Polisler gelip gözaltına aldılar mö’leyen adamları. İçlerinden biri tanıdı Sdaroviç’i.

 

Nazikçe kolundan tutup götürdüler karakola. Bekçiler nezarethanede. Efendileri polis şefinin odasında. Polis şefinin dün doğum günüydü. Altmış ikinci yaşını kutladı. Pastadan bir dilim kaba koyup getirmiş, masasında duruyor. Beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlamış ve kravatını gömlek düğmelerinin arasından içeri sokmuştu. Çatalıyla bir lokma alacakken kapısı çaldı. Bay Sdaroviç. Ayağa kalktı ve çiftlik sahibini karşılayıp oturduğu masanın karşısındaki sandalyeye oturmasını işaret etti. Pasta tabağını masanın ortasına kadar itip ikram etti. Oralı olmadı çiftlik sahibi. Polis şefi çataldaki parçayı ağzına gömdü resmen. Sonra dudaklarını şapırdattı.

 

“Sizi burada ağırlamak inanın boğazımı düğümlüyor Bay Sdaroviç fakat şaşkınım. Adamlarınızla neden sokaklarda mö’lüyorsunuz. Ayrıca Vali Bey’in sokağında çok tehlikeli efendim, sizin gibi saygın biri, inanın aklım almıyor. Kaybolan inek mö’leyerek bulunur mu? Şimdi şurada bir pezevenk bir orospusunu kaybetse affedersiniz sokakta ‘Yok mu beni siken?’ diye mi arasın? Arasa pezevengi orada sikecek yüzlerce erkek var. Toplumun ahlak yapısı nasıl bozuldu Bay Sdaroviç, erkek erkeği… Şaşılacak şey şu yaptığınız. Hem ineğiniz konuşmayı biliyor mu? ‘Buradayım sevgili sahibim’ diyerek ara sokaktan mı çıkacak? Hayvanlar konuşmazlar efendim. Onlar koklaşırlar. Hayvanların aklı olsaydı bir köpek miyavlayarak bir kediye tuzak kurardı. Bu ve buna benzer yani şüphelendiğiniz durumlarda ilk olarak kolluk güçlerimize başvurun. İneğinizi bulunca size haber vereceğiz. Nasıl bir inekti yani siyah, kahverengi, beyaz, alacalı? Kilim desenli inek mi olur? Toynakları kırmızı mı!”

 

“Gözleri mavi ve memesinde on üç ben var.”

 

“Size haber vereceğiz, lütfen sokaklarda adamlarınızla artık mö’lemeyin olur mu?”

 

Sdaroviç ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Polis şefi “Bay Sdaroviç,” diye seslendi. “Bu akşam Kzanmakov Bulvarı’ndaki Lpanz Sarayı’nda balo var, gelin isterseniz, kafa dağıtırsınız. Ayrıca Vali Bey de orada olacak, muhtemelen sizin de ihbar oradan geldi, özür dilemeniz için iyi bir şans.”

 

Sdaroviç ve beş adamı karakoldan çıktılar. Eve dönerken her yerde tekrar mö’lediler ve sormadıkları lokantalara, kasaplara ve ahır sahiplerine tek tek sordular. Yok! Eve vardıklarında çitleri ve ahırın kapısını kontrol ettiler. Hiç zorlanmamış. Hepsi sanki dün gece yapılmış gibi ilk hallerindeler. Öfkeli öfkeli yürüyor Sdaroviç. Ailesinin şerefini, çiftliğin namusunu çaldılar. Hırs, hırs! İntikam, intikam! Bulup, aynını yapmalı. Yürüyüp sayıklarken “Ah” diye bağırdı. Tüm çalışanları donakaldı. Üzerlerine koşup yere attı kendini debelendi, saçını yoldu, kendi kendini tokatladı.

 

“Kestiler! Pişirdiler tencerelerde, kızarttılar tavalarda! Ah bıçakla kesip çatalla yediler, fahişelere yedirdiler, bu civarın en lezzetli eti diye tanıtıp kur yaptılar gece yatağa atmak için kadınları, yanında şarap içtiler, ayy ayy ayyy!” Üstünü başını yırttı Sdaroviç. “Yetişin!” diye bağırdı, koşarak çitlere vurdu kendini yere tekrar düştü. “Derisini yüzdüler ayyy, satırla ayırdılar kemiklerini, ayy ayyy!”

 

Çiftliğin görevlileri, “Delirdi efendi” diye mırıldandılar birbirlerine.

 

Çitlere tutunarak ayağa kalktı. “Tabii ya, tabii ya… Öyle üç beş lirası olan yiyemez benim canımı! Tabii! Ah nasıl da gözümün önünde dönüyor dolap. Hemen at arabasını hazır edin, banyodan sonra Lpanz Sarayı’na gidiyorum. Sen ve sen! Silah alın yanınıza ve benimle gelin.”

 

Şapkalı ve gömleği kusmuklu adamı işaret etmişti.

 

Atlar koşuyor. Koşun atlar, Sdaroviç’in intikamına koşun! Çiftlikten Lpanz Sarayı’na at adımıyla on altı bin adım.

 

Koşuyor atlar. Sdaroviç, at arabasında planını anlatıyor:

 

“Sizler arabada kalacaksınız ve ben çıkana kadar bir şey yapmayacaksınız. Arabadan asla inmeyin, ben beş dakika gelmeyeceğim.”

 

Atlar koşuyor. Sdaroviç planını anlatıyor.

 

“Gece uzun sürecek, mutlaka gecenin sonuna kadar içeride kalacağım. Bana bakın, içki yok, arabadan inmek asla yok.”

 

İneğini çalanı öldürecekler, Sdaroviç heyecanlı.

 

On altı bin adım atıyor atlar. Sarayın önünde duruyor ve kapı açılıyor, Sdaroviç iniyor arabadan. Siyah yıldızlar gibi parlıyor ayakkabıları, smokini bir tabela gibi onu gösteriyor, içinde zengin var. Tanıdığı birkaç kişiyle selamlaşıyor. Eşini soruyor bir davetlinin hanımı. Suratına bakmadan cevap veriyor. “Kuzeninde.” Karısından daha önemli bir işi olduğu halinden anlaşılmıyor mu? Bu insanlar nasıl bu kadar duyarsız oldu. Kendine daveti haber veren polis şefiyle kapıda karşılaşıyor ve şef gülümsüyor fakat bizim Sdaroviç polisin mö’lediğine güldüğünü sanıp adama selam vermiyor.

 

Yerini gösterdiler Sdaroviç’in. Oturmadı masaya. Ayakta dikildi. Sonra biraz gezindi, birkaç kişiyle tokalaşıp müzisyenlerin yanında dikildi. Etrafı süzdü, gözüyle bir garsonu takip etti ve mutfağın yerini öğrendi. Sonra tuvaletin yerini bilmiyormuş gibi davranıp mutfağa sıvıştı.

 

“Tuvaleti arıyordum.”

 

Tarif etti yamaklardan biri kapıya doğru yönelirken, garsonlardan birine menüyü sordu.

 

“Rosto. Çok güzel efendi, ağızlarınıza layık. Öncesinde tandır çorbası, etler ince kıyılmış, salata ve tatlılar.”

 

Sdaroviç neredeyse şefi bıçaklayacaktı. Pislik herif! Menü mü yoksa defin töreni mi! “Ayyy ayyy!” diye çıktı mutfaktan.

 

Konuklar ikiye ayrılmış vaziyette salonda ağırlanıyordu. Devlet görevlileri ve üst düzey yöneticiler sağda, zenginler ve zengin adayları -ki onlar daha yavşaklar- solda. Sdaroviç rahat batıyormuşçasına oturmadı yerine. Birkaç tüccarla ayaküstü; kışın sert geçtiğini, eğer bu kış da sert geçerse ekinlerin ve toprağın çatlayacağını, ayrıca hayvanların da yeterince beslenemeyeceğini konuştular. Yanlarından ayrılırken “Dangalaklar burası Rusya, kış tabii sert geçer!” diye söylendi.

 

Servis başladı. Masasına giderken diğer masalara göz ucuyla bakıyor. Sadece birininki farklıydı. Tavada kızartılmış az pişmiş kanlı biftek, Vali’nin tabağına servis edildi. Sdaroviç “Buldum seni!” diyerek sandalye çekip Vali’nin masasına oturdu. Vali, bu telaşlı ve heyecanlı adamın oturmasına karşı koyamadı, belli ki acelesi vardı. Sadece ayağa kalktı ve adama saygısını gösterip oturdu. Sdaroviç bu hareketi umursamadı, göbeğine şaplak attı birkaç tane, bu hareketlere karnım tok dercesine.

 

Vali inek sahibi adamı daha önce buraya ilk atandığında yine varlıklı insanlarla tanışmak için düzenlediği bol sigara dumanlı bir toplantıdan hatırlıyordu.

 

“Sizi dinliyorum Bay Sdaroviç, Sdaroviç’ti değil mi?”

 

“Evet aynen öyle s ile başlayıp ç ile bitiyor ve aralarında d, a, r, o, v, i var.”

 

Vali telaşlandı: “İyi misiniz Bay Sdaroviç?”

 

“İyiyim beyefendi.”

 

Masanın beyaz örtüsüne terleyen ellerini sildi.

 

“İneğim çalındı.”

 

Vali önündeki az pişmiş bifteğe baktı.

 

“Sizinkine benzemiyor değil mi?” deyip güldü.

 

Sdaroviç, “Kızartılmış halini bilmiyorum ama içimden bir ses sizin gibi özel konuklara ikram edilmesi için çalındığını söylüyor.”

 

“Pekâlâ, öyle olsa dahi artık yapacak bir şey yok. Tabii beni hırsızlıkla suçlamıyorsanız s ile başlayıp ç ile biten ve arada d, a, r, o, v, i harfleri olan isimli beyefendi. Birbirimizi tanıdığımızı sanıyorsunuz Bay Sdaroviç. Fakat yanılıyorsunuz, sadece sizi tanıyoruz. Burada herkes sadece sizi tanıyor. Ah Sdaroviç! Hem ineği çalınıp kesildi, pişirildi ve üstüne aşağılanıyor. Beyaz tabakta iki adet az pismiş biftek var. Çatalla tutulmuş bıçakla kesiliyor. Çatalla ağza götürülüp sarı dişlerle çiğneniyor, sonra mideye.”

 

Deliriyor Sdaroviç. Kilim desenli ineği gözlerinin önünde yeniliyor.

 

“İneğim çalındı diyorum ve bir şey olmamış gibi davranıyorsunuz. Sizin korumakla yükümlü olduğunuz topraklarda bir hırsızlık hadisesi gerçekleşiyor, üstelik tesadüfe bakın ki böylesi özel konukların olacağı balodan bir gün önce. Burada herkes ineğimin güzelliğini ve ona düşkünlüğümü bilir.”

 

Vali çatal bıçağı bıraktı ve garsona işaret ederek tabağın alınmasını istedi. Ağzını sildi.

 

“Bu konuyla ilgilenecek insanlara haber vereceğim beyefendi. Şimdi siz de yemeğinizi yiyin ve davetin keyfini çıkarın.”

 

Masadan kalktı adam.

 

Sdaroviç, elleri başının arasında garsonun tabağı alışını izledi. Planı tutmamıştı. Hâkim olamamıştı kendine, ne yapsın zavallı iki dilim bifteği görünce deliye döndü. Oysa oldukça nazik olacaktı şüphelendiği kişiye karşı ve onu misafir etmek için ikna edecekti.

 

“Felaket, felaket! Ah ah, ne yapmalı ne yapmalı.”

 

Sdaroviç masanın altına girdi.

 

“Tüh tüh, ayy ayy!”

 

Möö sesi duyuluyor.

 

“Ne demek herkes sizi tanıyor Bay Sdaroviç, off offf herkes duymuş… Ah ah aşağılık komiser ve dedikoducu karısı, vah vah vah anlatıyor herkese!”

 

Polis şefinin karısı oturduğu masada onu işaret edip diğer konuklarına Sdaroviç’in neredeyse gün boyu çalınan ineğini sokaklarda mö’leyerek aradığını anlatıyor. Kahkahalarla utancından masanın altına girmiş olacak ki, örtünün altından ayakkabılarının altı görünüyor.

 

Kahkahalar. “Ha ha ha!”

 

“Bu kadarı fazla!” diyerek kadının üstüne atladı. Zavallı adam delirdi.

 

Güvenlikler adamı arabasına bindirdi. Polis şefini vali zar zor ikna etmişti. İki gün sonra valinin evine davet edildiler. Polis şefi, rahat bir emeklilik için kabul etti, aksi halde karısına saldıran bu adamı sabaha kadar nezarette tutup pataklayacaktı.

 

Sdaroviç arabaya bindiğinde hiç konuşmadı. Atları koştular. Bu defa utançtan kaçıyorlarmış gibi koştular. Sdaroviç arabanın nehre sürülmesini emretti. Adamlarından biri şoföre iletti. “Nehre.” Koştu atlar.

 

“Durma hızlıca nehre sür. Ay ay! Nehrin içine. Soğuk suya sür.”

 

Sdaroviç’in adamları efendilerinin delirdiğine kanaat getirdiler ve arabadan atladılar. Şoför açılan kapıları ve atlayanları fark edince dizginleri bırakıp, kendini attı. Atlar başıboş koşmaya başladılar. Hızlıca nehre. Bir daha çıkmadı.

 

Mruilgi Sokağı, yoksullarla zenginlerin ayrıştığı son hat. Mruilgi Sokağı’ndan sonra Kzanmakov Bulvarı başlıyor ve zenginler sıralanmış gibi oturuyorlar evlerinde. Mruilgi Sokağı zengin ev duvarlarından çıkan çöplerin atıldığı yer. ‘Sohbet Cehennemi’ deniyor. Sohbetlerden arda kalan çöpler. Zenginlerin kaçmış ağız tatları dahi öldürmeye yetiyor yoksulları. Kimsenin umursamadığı evsiz Brangoviç, Mruilgi Sokağı’na girdi. Brangoviç, Mruilgi Sokağı’nda.

 

“Bu sokaktan nereye gidilir ki?” diye düşündü ve çöpleri karıştırdı, “Ziyafet, ziyafet!” diye bağırdı.

 

Pek tabi ineğin akıbeti ne oldu. Sdaroviç’in karısı kuzeninin aklına uyuyor. Yoksa o gece neden evde yoktu. Kuzeni hırsızları uşakları sayesinde bulduruyor ve hayvanı çalıp nehirde boğup öldürüyorlar. Zaten birkaç gün sonra inek ve Sdaroviç’in şişmiş cesetleri kıyıya vuruyor.