– Bırakın beni! Hastanede kalmak istemiyorum. Çözün ellerimi. Çözün diyorum. Yusuf da bağladı ellerimi. Kaçamadım! Kaçamadımmmm! Yine böyle sabaha karşı eve geldiği gece, yine sarhoştu. Boşanmam dedi, Yusuf, Yusuf!
-Yusuf artık yok, kızım!, diye seslendi kolunu tutan yaşlı kadın. Başını iki yana sallayarak görevliye mahçup bir bakış fırlattı
– Çıkar, gelir bir yerden. Çözün ellerimi! Siz onu bilmezsiniz! Nasıl inatçıdır o! Aklını başına topla, dünyayı başına yıkarım, dedi.
– Tamam kızım! Tamam! Sakin ol. Görevli, yaşlı kadının sırtını sıvazlayarak, bırakın anlatsın, diye fısıldadı kulağına.
–Yalvardım, yalvardım… Bırakın beni!
Göz yaşlarına hakim olamadı yaşlı kadın. Elleriyle ceplerini aradı. Görevli kadına mendil uzatırken, genç olana seslendi; anlatın, sonra ne oldu.?
Yüzü beyaza kesmiş, gözleri çukura kaçmış yirmilerinde ya vardı ya yoktu sedyedeki. Boğazını yırtan çatallı sesi, zihninde kayıp duran zamanın neresine saplanıyorsa oradan çıkıyordu.
– Çalışmak istiyorum dedim. Semiha dükkan açtı, uzun çarşıda. Kuyumcu George Amcanın yan tarafında. Dut ağacının olduğu avluda. Antakya’nın en güzel ipek şallarını yapacağız. Yani yapacaktık. Ah’ Ah! Koza yapan böceklerden; kazz el asfar (altın sarısı) cinsi böcek bulmuştu Semiha. Kazanlar hazırdı. Boyalar, çıkrıklar. Dokuma tezgahı bile. Gizli gizli para topladım. Hepsini Semiha’ya verecektim. Kaçamadım. Kaçamadımm. Gök gürlüyordu. Camlar titredi. Tezgahın üstündeki bıçağa çok yaklaşmıştım. Yusuf bıçağı görmedi. Vurmaya başladı. Komşulara rezil olacağız dedim. Dinlemedi. Bilmez miyim? Sabahtan kapıyı bekleyecek yine Hediye. Ölsem de görmesem yüzünü. “Oh iyi oldu! Kim bilir ne yaptın?” diye soran sinsi bakışını. Yüzüme, karnıma vurdukça yer sallandı. Her dayakta bir düşüm daha başımda parçalanırdı. Bir öncekinde karnımdaki bebeğimden olmuştum. Eli kırılasıca… Yusuf! Yusuf! O kadar da cesur değildi. Bilakis korkaktı da.. Sanki yerin altına bir ejderha kaçtı bunun avcundan. Aldı dünyayı, sağa sola, yukarı aşağı salladı. Gökyüzü üfledikçe, yer alev aldı. Ben kötü bir şey yapmadım.
– Korkmayın!. Siz bir şey yapmadınız. Deprem oldu.
– Deprem mi? Kıyamet koptu. Ellerimi çözemedim. Tıkayamadım kulaklarımı. Sabah olunca ilk iş Semiha’ya gidecektim. Saklama kabının içinden para çıkınca nasıl da şaşıracaktı. Bir de kısır yapacaktık kutlama niyetine. Öyle demişti Semiha. Kısırdan kutlama mı olur? Aklım pek yatmamıştı ama Semiha bilirdi. Affanın dar sokaklarının birinde Nahide’si vardı. O daha iyi bilirdi.
Ağlamaktan iki büklüm olan yaşlı kadın dışarıya çıktığında sedyedeki kızı konuşmaya devam ediyordu.
– Herkes bilir onu. Nahide’yi. Kahve fincanından öteki dünyada ne olacağını sayardı Nahide. Uzun demir kapıdan girilen avluda otururdu. Kırık Türkçesiyle bir bir anlatmıştı. Ben şahidim. Bahara kalmaz senin dükkan işi tamam demişti. Semiha’ya. Bir benim kocanın ne yapacağını bilemedi Nahide. Kurtulacaksın bu kocadan dese. İçim rahatlayacaktı ama kaç kez gittiysem söylemedi. Semiha’yla yapacağımız ipek işi, tek umudumdu. Elektrik gitti. Sandalyeler kaydı. Tabaklar, bardaklar üstüme fırladı. Mutfak dolabını bir kez bile açmadı ki Yusuf. İster misin saklama kabı Yusuf’un üstüne düşsün. Karanlıktı. Seslendim Yusuf’a defalarca. Ne oldu anlayamadım? Gürültü kesildi birden. Bayılmışım. Gözümü açtığımda masanın altından sokak görünüyordu. Bakındım kimsecikler yoktu. Aradılar. Çok aradılar Nahide’yi, Semihayı’da. Yusufu da gören olmamış. Allahın cezası adam, giderken uzun çarşıyı da yıkmış. Babam senin yüzünden oldu diyecek bütün bunlar, biliyorum.
Eline tutuşturulan dosyadan başını kaldıran görevli, başka servise gidiyoruz, dedi.
– Çözün ellerimi! Ben bir daha buraya girmek istemiyorum! Ben bir şey yapmadım. İsterseniz kamera görüntülerine bakın!