Kâh Ağırbaşlı Kâh Şırılşenlik Bir Dünya; <br> Sina Akyol Şiiri
Şiir Üzerine

Kâh Ağırbaşlı Kâh Şırılşenlik Bir Dünya;
Sina Akyol Şiiri

Yıldız İlhan

Demişti ki gidişinden birkaç hafta önce yolladığı fotoğrafın altında “Bunlar elden geçecek, yayına hazır hale getirilecek. (Ben hayattayken)”. Altısı sarı, altısı kırmızı birbirlerine omuz vermiş koccaman klasörlerdi fotoğrafta görülen. Şimdiye dek hakkında yazılanları, dostları için yazdıklarını yaptığı röportajları derleyip toplayacaktı. Birileri zaten yapar bunları dedim, zaten çoğu bir yerlerde kayıtlıdır, gel sen Marquez’in, Anlatmak İçin Yaşamak’ı gibi bir biyografi yaz, şiir dünyanı, içinden geçtiğin şiir zamanlarını yaz. İlgiyle dinledi, hatta kitabın fotoğrafını istedi ertesi gün. Yine de içten içe biliyordum ki epey düşünecek sonra bildiğini okuyacak. Tıpkı Meğer Söz Bakır kitabının adında yaptığımız tartışma gibi, ah diyordum ben Meğer Söz Gümüş’ten sonra Meğer Söz Bakır olur mu, sen ki söze değer verensin, ne oldu, bildiğini okudu Sina. Hep öyle yapardı. Ama iyi bilirdi Sina.

 

67’de yayınladığı ilk şiirinden sonra 70’lerin başında ara verir şiire, yazmayı sürdürmüştür elbet de, yayınlamamış. Aslında o yıllarını Zamana Bırakılmış Yazılar adlı düzyazı kitabında dillendirdiği ’70, ’80, ’90 başlıklı yazısında şiirimizin bu dönemlerinin içinde eriterek sezdirir. 80’de yayınladığı Su Tadında adlı ilk kitabını acemice bulur ama sevdiğini hatta içinde çok sevdiği şiirler olduğunu da ekler.

 

 

İyi şiirle geç tanıştım der Sina. Gereksiz yere, üstelik uzun süre, epey oyalandım. Mehmet Fuat’ın Yeni Dergisi’yle, Cemal Süreya’nın Papirüs’üyle, Halil İbrahim Bahar’ın Soyut’uyla yakın dostu Arkadaş Z. Özger vasıtasıyla tanıştığını anlatır.

 

82’de yayınlanan Lokmanla Geçen Şen Günlerim de çok sevilir. Şiirine ironi ve humor bu kitapla girmiştir. Üçüncü kitabı Haytalarla Hatmiler için bir röportajında şöyle der Sina,

 

“Sevenler de oldu çok sevenler de ama ben onlardan çok daha fazla sevdim. Sürecin burasında öğreniyordum şiiri. Ya da şöyle diyeyim: epey öğrenmiştim, iyi öğrenmiştim. Bir dönem kitabıdır. 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü anlatır. Çalçene bir kitaptır, 35-40 yaş arasının kitabıdır. 4. Kitabım Ayda Tümör İzleri, sözünü ettiğim öğrenmenin temeli üstüne oturmuş bir kitaptır. Kişisel şiir tarihimdeki yeri itibarıyla önemli değil, çok önemli bir kitaptır. (Tabii ki bana göre). Kendi sesimi, dolayısıyla kendi şiirimi bulduğum bir kitaptır. Şiir dili ve çizgisi itibariyle sonrasında gelen kitaplarıma analık-babalık etmiştir çünkü. 40-45 yaş arasının yani çekmeye başlamanın, yani kısa şiirlerin kitabıdır. (Bazı şiirler bekler bazı yaşları-Behçet Necatigil)”

 

“alınlarına durmadan/ yeni yeni yaralar katan /ve bir gün patlayacak olan/ halka/ inancımız,

ve yaşamayı kutsayıp/ onu felâketle bizlerin/ omuzlarına bırakan/ birtakım adamlara/ kinimiz/ var!”

 

Bu dizeler öncelerden ve işte muhalif iki dize daha;

 

“katil miyim maktul mü, belli değil/ kendime batmış bıçak gibiyim”

 

Eh o zaman, biz de sevgili Sina’ya vaktiyle sorulmuş bir soruyu tekrarlayıp, yanıtı hatırlayalım.

 

Şiir nasıl bir muhaliftir?

 

“Şiir, bütün sanatların yaptığı gibi, verili hayatı “bir yeniden” üretir. Verili hayatı bir yeniden ürettiğine göre, onun muhalifidir. Öylesine köklü ve erdemli bir muhalefet anlayışına sahiptir ki şiir, kendisini var kılan önemli ögelerden biri olan anlam’a bile muhalefet edebilir. Şiirin, kendisini var kılan önemli ögelerden biri olan anlam’a bile muhalefet etmesi, bir üst anlam’a ulaşabilmesi içindir. Öyleyse şiirin muhalifliğini, muhalefet meraklısı.. güya marjinal bir yapıya sahip olmasıyla değil; muhalefet ‘bilinci’ne sahip olmasıyla açıklamak gerekir. Ne var ki, bu açıklamada, ‘edep’ olmazsa olmazların başında gelir. Edebini yanına almayan şiir, lümpendir. O serseriliği, şiirin doğasındaki serkeşlikle karıştırmamak gerekir.”

 

Daha demenin faydası/eksiltmektir belki de sözü/ daha.

 

Bir sözcük tasarrufçusudur Sina. İmbiklerden geçirip, tülbentlerden süzdüğü şiiri, az sözcükle anlam’a en yakın sınıra dayar sırtını. Dili eler, tozunu, külünü yele savurup avcunda kalanla yazar. Bazen de elinde sımsıkı tuttuğu bir sözcüğü tekrarlar, bunu iyi anlayın, bu sözcük çok önemli, aman ha der okuruna.

 

Ben seninle/ uykular, uykular, / uykular uyudum. / Sana erken sabahta/ taze değdim. / Meğer ki göğsüne/ göğsümle değdim, / Ettim şikâyet.

 

Şiir, bilinen sözcüklere teslim olunarak yazılamaz, der Sina, ve ekler elbet.

 

“Az sözcük, ulaşabileceğim kadar çok/yan anlam’a ulaşma çabası, boşluklar, vb, yazmaya çalıştığım şiirin ‘olmazsa olmazları’dır. Başka bir dilin peşindeyim ben, o ‘başka ’dille yazmak isterim. Özellikle şiir dili, bilinen sözcüklerden ibaret değildir. Müziğiyle, kakafonisiyle, netliğiyle, belirsizliğiyle, itirazlarıyla, susmalarıyla, boşluklarıyla, edasıyla: bunların toplamıyla var’dır şiir dili; işte bu dilin ardındayım. Az ve öz (arıtıp damıtarak) yazmak; susmalarımla, boşluklarımla da konuşmak; anlam’a buralardan gelmekten yanayım.

 

Şiirin doğrusu eğridir!

 

Şiirin, dille en çok yıkanmış söz sanatı olduğuna inanırım. Ama bu şiirin kahve-konyakla alınabilecek bir incelik olduğu anlamına gelmez. Çünkü şiir, kalın bir inceliktir. Ben ki “Şiir tanımlanamaz” diyenlerdenim, buna rağmen, “Şiir kalın bir inceliktir” diye, bir bakıma bir tanım da yapıyorum. Öyleyse düpedüz çelişki içindeyim.

 

Doğrudur! Ama şiirin doğrusu eğridir.”

 

Eh o zaman şu dizelerini de eklemenin tam zamanıdır;

 

Ben kalın ustan! / İnce sevsem alnını / üç narin bulsam.

 

Değiştirmiş olmak için ‘değiştirmek’i, bir başka deyişle yenilemiş olmak için ‘yenilemek’i gereksiz ve yanlış bulurum der Sina ve ekler;

 

“Yazdığım şiirler ve o şiirlerden oluşturduğum kitaplar zamana bıraktığım izlerdir. Şair yazdığı her kitabında şiirini değiştirmek ve yenilemek zorunda değildir. Oluşturduğu bir çizgi birkaç kitaba pekâlâ yayılabilir. Derken belirli bir zaman gelir, o şiir değişir. Sahici ‘değişme ’ye, sahici ‘yenilenme ’ye kadar, şair okurunu bıktırabilir, böyle bir hakkı vardır onun”

 

Yetinmenin şairi olarak da bilinir Sina. Ama yetinememiştir, sığamamıştır kırlardan, ağaçlardan, hatmilerden, avlulardan, ferah sulardan, kurdundan böceğinden, Lokman’la geçen şen günlerinden söz eden dizelerine. Sığamamıştır inançlarına, zulüm saçanlara duyduğu kine, arkadaş ölümlerine, dostlarının ardından yazarken sözcüklerini makule, kalbini bir derin hüzne yatırmaya, sığamamıştır.

 

“ufka bakan merakımla kocadım/ kocamak yetinmektir/ yetinmek sevindirir”

 

Demiştir demesine de, bilgisine eriştiği dünyaya hala şaşırmasına engel olmamıştır bilgeliği. Kurduyla, böceğiyle yaşarken dertleşip hemhal olmuştur Sina.

 

Ey, benim, benden-/ Derin toprağım! / Ört beni, kurdumla-/ Böceğim üşür.

 

Ardında 22 kitap, onca ödül, çokça dost ve arkadaş (önceden yolculadıkları dahil), sandığından daha fazla okur imgesi bırakarak erken vakitte – her ölüm erken elbet- elimizi bırakmıştır.  İnanıyorum ki yaşamıyla anılacak, yazdıklarıyla yaşayacaktır.

 

taşlığı yıkamanın/ asmayı budamanın/ çıplak ayakla yürümenin/ hayli zengin/ üslubunu edin.


burda kal. kalıcı zamanda. / öğlen avlusunda. / arın görevden. kendin oluncaya/ kadar soyun. / ferah sular dökün. / derin uyu.”