Kedi’ye
Öykü

Kedi’ye

Okay Taşlı

Her geçen gün biraz daha genişleyen alnımın üzerinde daha da derinleşen çizgilerin içindeki bulanık terime, başımı iyice yerleşmiş buldum. Alt tarafı kediye süt almaya çıkmıştım oysa. Güneşin ulaşamadığı dar bir sokaktan gölgeye sığınarak eve ulaştım.

 

Terden üstüme yapışan beyaz tişörtümü yıkanması için çamaşır makinasına attım. O an, balkonun camından, yeşilliklerin içinde oynaşan siyah beyaz kedi yavrusunu gördüm. Keyfi pek yerindeydi. Yeni doğum yapmış annesi yanı başındaydı. Oturduğumuz sitenin sakinleri mama ile arası olmayan siyah beyaz yavru kediye süt ile besliyorlardı. Sırayla hepimiz veriyorduk. Genç bir kız tasına hafif hafif süt koyarken, bir yandan sütü diliyle çevirip sonra ağzını şapırdatarak keyifle içiyordu. O an çamaşır makinasının bitiş ikazıyla irkildim. Açıp çamaşırı çıkardım.

 

Tişörtümü askıya giydirirken, koltuk altındaki sarı lekelerin çıkmadığı fark ettim. Bu şekilde giyebilmem mümkün değildi. Sarı lekeleri çıkarabilmek için internette biraz araştırma yaptım. O kadar bilgi çıktı ki hangisinin etkili olacağını bilemedim. Sirke, karbonat karışımını yapmaya karar verdim. Genişçe kova alıp, karışımları ölçülerine göre döktüm. Karışımı dökerken köpürdüğünü görünce, kar gibi bir etki yapacağını düşündüm. Bir saat sonra buz gibi bembeyaz olmuştu tişört. Askıya tekrar giydirip astım. Annem “balkona, güneşe as, güneş lekeleri çıkartır” diye seslendi. Askı, tişört ve karşıda oynaşan kediye bakakaldım. Dalgın dalgın bakışırken “Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze” mısraları dökülüverdi dilimden. Annem o an balkona geldi” güneşe çevir güneşe” diye tekrarladı. Güneşe çevirdim, rüzgârda esen tül perde gibi kurumaya bıraktım. Balkonda, bir yandan kediden gözlerimi alamıyordum, kedi mi yoksa bir tavşan mı? Ayakları hiç yere basılı durmuyor, sürekli olduğu yerde zıplıyordu. Balkondan çıktım zıplayarak yanıma geldi. Ayaklarımın ucunda zıplayarak dans ediyordu, kucaklayıp eve, içeriye aldım. Dışarıda olduğu gibi koltukların üzerinde zıplıyordu gülerek okşuyordum onu. İki kap alıp birine en sevdiği sütten, diğerine ise biraz mama bıraktım. Her zaman olduğu gibi sütü tercih etti. Ağzını batırıp diliyle ne varsa çekti, sanki pipet varmış da pipetten çekiyormuş gibi. Boşalan kaba biraz daha süt ekledim. Durdu ağzını patisiyle temizledi. Aralık olan balkonun kapısından yeşilliklerin arasında uzanan annesinin dizlerinin dibinde döndü ve zıplamaya devam etti. Balkonun önündeki domates ve biberleri sulamak için dışarıya çıktım. Kapıdan çıkarken gözüm anne kediye ilişti. Annesinin yanında değildi tavşan kedi. Çeşmeyi açmak için evin yan tarafına geçtim, arka yeşil alan da hortumu çekmek için uğraşırken tavşan kediyi gördüm neşe ile zıplıyordu. Sanki bir şeylerle oynar gibi. O an sevmek için ona uzandığımda upuzun kara bir yılanla oynadığını gördüm. Tavşan kediyi uzaklaştırdım oradan. Hemen site yöneticisine haber verdim. Yetkililer gelip yılanı siteden aldılar. Onca yıldır ilk defa site içerisinde yılan görüyordum. Biber ve domatesleri sularken ne annesi ne tavşan kediyi gördüm. Yılan onları korkuttu uzaklaştılar bu mevkiden diye düşündüm. Eve girdiğimde bir film açıp izlemeye daldım en heyecanlı yerinde uyuya kalmıştım. Hafta sonu olduğundan epey uyumuşum. Öğleye doğru kalktım. O kadar çok terlemiş ve susamıştım ki buzdolabının kapağını buz gibi su içmek için açtığımda balkonda ne askıyı ne de tişörtü görebildim. Hemen balkona çıktım toprağın üstüne düşmüş olan tişörtü almak için fırladım. Tişörtü kaldırmamla birlikte çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Bilemezdim güneşe çevirdiğim rüzgârda esen tül gibi tişörtüm tavşan kediye kefen olacak.