Kendinin Feryadı Bir Şiir: Furuğ
Şiir Üzerine

Kendinin Feryadı Bir Şiir: Furuğ

Metin Turan

“Düş vakti sahar ez gosse necatem dadend/

Ener an zolmeti şeb âbı hayatem dadend…” Hafız

 

 

Güneş Elbruz Dağlarının üstünde kızıllığını gizlemek telaşındadır.

Kuzeydoğusu’na Demavend Dağı’nı almış, kara bulutlarla örtülü, kıştan kurtulma telaşındaki Tahran’da, 4 Ocak günü bir kız çocuğu gelir dünyaya.

Yıl 1934’tür, İran bugünkünden eski olsa da bugünkünden ataerkil bir ülke. Töreyle kuşatılmış zorbalık az gelmiş gibi, evdeki otorite babaya, askeri rütbe de eklenmiştir. Yedi kardeştirler. “Zamanın aydınlığı” manasındaki adını Rıza Şah’ın ordusunda disiplinli bir asker olan babası Muhammed b. Ferruhzad koyar: Furuğuzzaman Ferruhzad.

 

Uzaktan akrabası da olan, hiciv yazarı, kelimelerle karikatür yapan Perviz Şapur’la evlenir. Şapur 27, Furuğ 16 yaşındadır.  İki yıl sonra oğlu Kamyar dünyaya gelir. Ne var ki uzun sürmez bu evlilik. Güzel bir günah yaşar ve şiirinin adını “Ben bir günah işledim” koyar. O günün İran’ında radikal bir kararla 1954 yılında Perviz Şapur’dan boşanır. Velayeti babasına verilen oğluyla bir daha görüşemedi.

“Kimse hiç kimse gibi değil”dir artık.

 

 

Kamyar’ın babası Perviz Şapur’un  Furûğ’dan boşandıktan sonra kendini çizdiği karikatür: “Mezartaşı”

 

 

Şiirinin Yaslandığı Birikim

 

Önceleri, Mehdi Hamidi, Feridun Tevelli ve Nadir Nadirpur gibi dönemin bilinen şairlerinin etkisinde olduğu görülen Furûğ, en parlak şiirlerini, edebi geleneği eleştirel süzgeçten geçiren ve kuşağının en girişken adları olan Nîmâ, Şamlu, Şahrudi ve Ehvan’ın dahil olduğu muhitle ilişkili olarak sürdürür. Furuğ çağdaş İran şiirinin iki bakımdan önemli şahsiyetlerinden biridir.  Birincisi ataerkillik yanı sıra topluma ve entelektüel çevreye de egemen olan tutuculuk ortamında, kendini hayatıyla ortaya koyarak edebiyat dünyasına dahil etmesi, ikincisi de zengin İran şiirinin başka dil ve edebi muhitlerde de bilinmesine yardımcı olmasıdır.

 

“Büyüyebilen tek kök farklılıktır” diyen ve on dördünde Mehdi Hamidi, yirmisinde Saye ve Muşiri’yi ideal şairleri olarak gören Furûğ, keşfetmeyi başaran ve değişime açık özellikleriyle Farsçanın dil olanaklarının yalın şiir söyleyebilme gücüne sahip olduğunu Şamlu’yu okuyunca; dil ve şiirsel form konusunda tavır ve inancını ise Nîmâ’yı keşfedince pekiştirir.

 

Şiirindeki Simgeler: Pencere ve Karanlık

 

Aşk şiirleri söyler ve ilk şiirlerini haftalık Rûşenfikr (Aydın) dergisinde yayınlar. Erken büyür. Yazdığı ve yaşadığı şiirin farkında bir şairdir Furûğ. 1952 yılında ilk şiir kitabı Tutsak yayınlandığında henüz 18 yaşındadır. Eril dilin egemen ve bastırıcı olduğu  bir toplumda, dişil bir dille ‘feryadlarını dudaklarında bastırmadan’ doğrudan erkeğe seslenen aşıkça şiirler söylemek cesaretini gösteren ilklerden biridir. Önemi buradan kaynaklanır. Ardından 1956 yılında Divâr (Duvar) ve 1957 yılında da İsyan okurla buluşur. Bu kendi deyimiyle ‘şiir kökünün kendisinde sağlamlaştıkça parçalara ayrılmasıdır.

 

 

 

Furûğ kendi zamanının hem kadını hem de çocuğudur: Kapı kapalıdır ve o hep evin penceresinde oturur. Bu bakımdan da şiirlerinin ve cüzzamlıları konu edindiği ve ona 1963 yılında, Almanya’daki Oberhausen Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazandıran “Kara Ev” belgeselinin adından da anlaşılacağı üzere ‘karanlık’ ve aynı bağlamda ‘gece’ onun bu kapanmışlıktan kurtulup, pencerede olma arzusunun önemli bir simgesidir. Örneğin, Soner İsimtekin’in yapmış olduğu bir tasnife göre,  Esir, Duvar ve İsyan kitaplarında gece ve karanlık sözcüklerinin 180, Bir Başka Doğuş ve İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına şiir kitaplarında ise bu sözcüklerin 108 kez tekrarlandığı görülmektedir.

 

 

Geleneği bilmeden gelenek dönüştürülemez

 

Furûğ, geleneği bildiği onunla dolduğu için çağdaştır. Sanatsal, edebi anlamda geleneği dönüştürme, geleneğin güçlü temsilcilerini bilmekle olanaklıdır. Furûğ, sadece İran şiirinin değil, bütün Şark’ın büyük ozanlarından ikisi olarak her daim anılan Hafız ve Sadi’yi iyi bilen bir şairdir. Bildiği için kendi şiirini dönüştürmeyi başarmıştır.

 

“Şiir akıntıdır, gidiştir.” Geleneği bilmek başka bir yetkinliktir, geleneği sömürmek başka. Furûğ, geleneği bilir. Kimi şairler iflah olmaz itiraz zinciriyle kendisinden öncekileri reddetmeyi yenilik gibi algılayabilir. Vardır böyleleri. Bu bir bakıma gelenekten kovdurma isteğidir.  Kimileri de gelenekten kovulmak yerine gelenekle yoğrulmayı yeğler. Çünkü onların gözleri geleceğe bakar. Furûğ, yirminci yüzyıl Fars şiiri içerisinde geleceğe bakma ustalığı gösteren ve bunu kendi kişisel ruhu gibi evde tutmak yerine sokağa, yani dışarıya atabilen/aktarabilen biridir.

 

Değişim hayatının her evresinde vardır ve onu vazgeçilemez görür. Avrupa seyahati bu gerekçeden kaynaklanır.

 

Esinleyen ve etkileyen bir şairdir Furûğ. İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin 1999 yapımı Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filminin adı, şairin bir dizesinden alıntıdır.

 

Ayrıca Fransız Rock Grubu Noir Desir’in “Le vent nous portera”/ “Rüzgâr bizi sürükleyecek” adlı şarkısı da Füruğ’un söz konusu şiirinden esinlenilerek bestelenmiştir.

 

Furuğ’un mezarı

 

13 Şubat 1967 yılında bu çağın belalı suratına bir isyan ıslığı çalarak ayrıldığında henüz 32 yaşındadır.

 

Furûğ, eve sinmiş, sokağı kuşatmış, toplumun ruhuna karargah kurmuş karanlığa isyan ettiği için, yirminci yüzyıl Fars şiirinin farklı bir sesi olmuştur.

 

O yaşadığı toplumun ruhu, kendinin feryadı bir şairdir.