Lenin’in Komünist Tolstoy’u
Tehlikeli Metinler

Lenin’in Komünist Tolstoy’u

Bayram Sarı

Rusya’da, Ekim Devrimi’nden sonra sosyalist çalışmaların koşulları bir “Parti Edebiyatı” sorununu gündeme getirir. Lenin’in, “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” başlıklı makalesi 1905’te Novaya Zhizn gazetesinin 12.saysında yayınlanır. Metin, “Burjuva bireycisi Baylar, mutlak özgürlük üstüne çektiğiniz söylevlerin ikiyüzlülükten başka bir şey olmadığını söylemek isteriz,” diye başlar. Lenin makalesinde paranın gücü üstüne kurulmuş bir toplumda bir avuç zengin, asalak olarak yaşarken, emekçi yığınların yoksulluk içinde süründüğü bir toplumda, gerçek, doğru dürüst bir özgürlüğün olası olmadığını yazar. Devrim öncesi yazarlara, “Siz, Sayın Bay yazar, siz burjuva yayıncınıza, kutsal sahne sanatına ‘ek’ adı altında sizden ısrarla pornografi ve fuhuş isteyen burjuva okurlarınıza bağlı değil misiniz?” diye, sorar. Lenin bu durumun saptamasını, burjuva bir yazarın, sanatçının, oyuncunun özgürlüğü, para kesesine, rüşvetçiye, girişimciye, örtülü bir bağımlılıktan başka bir şey değildir, diyerek yapar.

 

Parti edebiyatı, oluşum sürecinde devrimle birlikte şekillenir ve Lenin’in belirlediği eğilimler yönünde gelişim gösterir; 20. yüzyılın başlarında, bir yandan 19. Yüzyıl gelenekleri ile olan bağlarını koparmaya çalışmakta, bir yandan da batıdan gelen modernist akımların temsilcileriyle savaşım göstermekte olan sanat, devrimin gerçekleşmesiyle ideolojik bir boyut kazanır. Toplumsal yapıdaki değişimin, edebiyata ve sanata yansımasının Rus halkının yeni sürece uyum sağlamasını kolaylaştırması uğrunda 20. yüzyıl insanının bilincinin geliştirilmesi zorunlu görülmektedir. Proletaryanın aktif ve üretken konuma geçişini yönlendiren en önemli etken “Marksist-Leninist” ideoloji temelinde sanat yapıtlarının oluşum göstermesidir. 20 yüzyıl Sovyet-Rus Edebiyatının ilk yarısı olarak kabul edilen 1917-1953 yılları arasındaki dönem, tarihsel gelişmelerle yön değiştirmiş olsa da edebiyatın başlıca teması proletarya ahlakından yola çıkarak, ürünü olan bu “çalışan insanı eğitme, yönlendirme” amacıyla şekillenir. Halk adeta edebiyatın en büyük objesi haline gelir.

 

“Edebiyat, bir Parti edebiyatı olmalıdır,” diyen Lenin’e göre, sosyalist proletarya, burjuva geleneklerinin, patronun sözünden çıkmayan, paragöz burjuva basınının, edebiyatta yükselme tutkusunun ve burjuva bireyciliğinin, derebeyi anarşizminin ve çıkar düşkünlüğünün karşısında, “bir Parti edebiyatı ilkesini salık vermeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve olabildiğince kapsamlı ve eksiksiz bir biçimde” uygulamalıdır.

 

Lenin, “Parti edebiyatının ilkesini” Novaya Zhizn gazetesindeki makalesinde tartışmaya kapalı olacak şekilde açıklar: “Kahrolsun partisiz edebiyatçılar! Kahrolsun edebiyatın üstün insanları!”  Sosyalist proletarya için edebiyat, kişiler veya topluluklar için bir para kazanma kaynağı olmamanın ötesinde, daha genel anlamda, işçi sınıfının davasından bağımsız, bireysel bir edim olmamalıdır. Edebiyat, proletaryanın davasında bir öğe; işçi sınıfının tüm bilinçli öncülerince harekete geçirilen, tek ve bölünmez, “sosyalizmin bir tekerleği ve küçük bir vidası” olmalıdır.

 

Lenin, bu bağlamda Tolstoy’u, Rus Devrimi’nin aynası olarak tanımlar. Bu büyük yazarın anlamadığı ve uzak durduğu açıkça ortada olan devrimi yan yana anmanın tuhaf ve yapmacık olduğu görüşünü reddeder. Rus Devrimi’nin karmaşık bir olay olduğunu, devrimi gerçekleştirenler ve ona ilk katılanlar arasında da neler olup bittiğini anlamayan, olayların akışının kendilerine yüklediği asıl tarihsel görevleri yerine getirmekten uzak olan çok sayıda toplumsal öğe vardır. “Eğer gerçekten büyük olan bir sanatçıyla karşı karşıya isek, o sanatçının, devrimin başlıca görünümlerinden en azından birkaçını yapıtlarında yansıtmadığı düşünülemez,” der.

 

Tolstoy’un yazdığı metinler, Rusya’da Lenin’in dile getirmesinden çok önce dönemin farklı politik çevrelerince olumlu veya olumsuz yönden birçok eleştiriye uğrar. Tolstoy’un, “Çocukluk, İlk Gençlik, Akın, Orman Kesimi, Aralık Ayında Sivastopol, Mayıs Ayında Sivastopol” adlı metinleri, “devrimci-demokrat” çevrenin önde gelen temsilcileri Çernişevski ve Dobrolyubov tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. Devrimci-demokrat oluşum, Tolstoy’un erken dönem yapıtlarındaki üstün sanatsal özellikleri, edebiyata getirdiği gerçeklik ve yenilik olgusunu överek, O’nu genç yaşına rağmen üstün yetenekli bir sanatçı olarak anar. Turgenyev, Panayev’e Tolstoy’un yapıtlarının harika olduğunu dile getirmekte ve edebiyatta yeni bir güneşin doğduğunu sözlerine eklemektedir. A.İ.Hertsen ise “Aramızda yeni ve çok yetenekli bir yazar var,” diyerek, Tolstoy hakkındaki görüşlerini dile getirmektedir. Yarattığı ilk dönem eserleriyle Nekrasov’u kendi özgünlüğüne tamamen inandıran Tolstoy bu eleştirmenin gözünde de çok üstün yerdedir. Tolstoy’un “Orman Kesimi” adlı öyküsünün derin, yenilikçi özünü çok beğenen Nekrasov bu beğenisini Turgenyev’e yazdığı bir mektubunda şu şekilde dile getirir: “Böylesine bir öyküden haberin var mı? Çeşitli asker ve belirli bir dereceye kadar subay tiplerinin olduğu bu öykü Rus edebiyatında bugüne dek eşi benzeri görülmemiş bir anlatımdır.” Gogol’un ölümünden sonra edebiyatta azalan gerçeklik olgusunu tekrar harekete geçiren Tolstoy hakkında Nekrasov, üstün yetenekli, çağa ışık tutan bir sanatçının doğumunu müjdeler.  Devrimci-demokrat çevrenin önde gelen isimlerinden birisi olan Çernişevski de Nekrasov gibi Tolstoy’un edebiyatta ki varlığını coşkuyla selamlamakta ve onun sanatında Rus edebiyatının parlak günlerinin yattığını dile getirmektedir. Fakat Tolstoy’u erken dönem yapıtlarıyla göklere çıkaran devrimci-demokrat çevre yazarın sonraki yapıtlarında gösterdiği bu ilk tutumu bırakır.

 

Tolstoy’un ilk büyük yapıtı olan “Savaş ve Barış” bu çevrede ilk dönem yapıtlarında olduğu gibi büyük bir beğeni kazanmamıştır. Bu çevrenin eleştirmenleri özellikle Tolstoy’un bu eserinde halka, devrimci mücadeleye dair bir şey bulamadıklarını iddia etmişlerdir. Devrimci-demokratik çevrenin eleştirmenlerinden D.Pisarev,  bir makalesinde Tolstoy’un betimlediği çağa ve yarattığı soylu sınıfın karakterlerine elinde olmadan ve doğal bir sevecenlikle yaklaştığını dile getirmektedir. Tolstoy’a yakınlığı ile bilinen Turgenyev de metni ilk başta çok katı bir şekilde eleştirerek: “İçsel çelişkilerin sürekli tekrar ettiği garip bir tarihi roman” yorumunu yapar. Fakat Savaş ve Barış’ın tüm baskıları çıktıktan sonra Turgenyev romana hak ettiği yorumu yapar: “Burada içerisinde hiçbir şeyin hiçbir zaman karışamayacağı tek bir yapıt var, çizgileri ebediyen yaşayacak olan Kutuzov, Rastopçin ve diğerleri gibi tarihi kişilikler var ve bu gelip geçici bir şey değil. Bu büyük yapıt gerçek Rusya’dır.” Tolstoy’un diğer büyük yapıtı “Anna Karenina” da devrimci-demokrat eleştiri tarafından hak ettiği değeri görmemiştir. M.Antonoviç, “Anna Karenina”yı taraflı olarak değerlendirir ve sadece soylu yaşamının betimlendiği bir yapıt olarak görür. İlk dönem yapıtlarında Tolstoy’u göklere çıkaran Nekrasov ise Tolstoy’un bu metnini alaya alır: “Tolstoy, sabrınla ve yeteneğinle kadınların evli ya da anne olduklarında ne bir subay ile ne de saray yunkeri (subay) ile gezemeyeceğini kanıtladın.”

 

Tüm bu olumsuz eleştirilere katılmayan Lenin’e göre, Tolstoy, metinlerinde birikmiş bir kini, daha iyi bir gelecek için duyulan, sonunda olgunlaşmış bir özlemi, geçmişten kurtulma arzusunu yansıttığı kadar, olmayacak duaların çocuksuluğunu, siyasal eğitim eksikliğini, devrim karşısındaki eksikliği de yansıtmıştır. Tarihsel ve ekonomik koşullar, hem kitlesel devrimci mücadelenin ortaya çıkması gerekliliğini, hem de kitlelerin bu mücadele için hazırlıksız oluşunu ve bu ilk devrimci savaşın başarısızlığının en ciddi nedenlerinden biri olan Tolstoycu, “kötülüğe şiddetle karşı koymama” anlayışını açıklamaktadır.

 

Lenin, Partili edebiyatçı olarak görülmesi açısından Tolstoy için birçok kanıt ortaya sürer: Büyük toprak sahipleri ve kapitalistlerin boyunduruğunu kırdıktan sonra, kendileri için insanca yaşama koşulları yaratacak olan kitlelerin her zaman beğeneceği ve okuyacağı sanat yaratmakla kalmamıştır yalnızca. Bugünkü rejim altında ezilen geniş halk kitlelerinin düşünce biçimini dikkate değer bir güçle yansıtmayı, durumlarını betimlemeyi ve kendiliğinden doğan öfke ve protesto duygularının sesi olmayı da başarmıştır. “Yapıtlarında, baştan sona ilk Rus devriminin tarihsel özelliklerini, gücünü ve güçsüzlüğünü, hem sanatçı hem de düşünür ve vaiz olarak, olağanüstü bir canlılıkla aktarır.”  Lenin’den farklı olarak, Rosa Luxenburg Tolstoy’a “Ütopist” der, Georgiy Valentinoviç Plehanov içinse O, “Arınmış bir metafizikçidir.”

 

Rosa Luxenburg, “Tolstoy ve Doğa, Sosyal Düşünür Olarak Tolstoy, Tolstoy’un Yolu ve Tolstoy’un Mirası” başlıklı dört makalesinde, yazarın öğretisini ve sanatını tartışmaya açar. Tolstoy, devrim öncesi Rusya’da toplumsal sistemi eleştiren, sömürünün kalkmasını isteyen, ekonomik eşitliğin, halkların eşitliğinin ve kardeşliğinin sağlanmasını isteyen bir yazardır. Rosa Luxenburg, Tolstoy’un düştüğü temel yanlışın saptamasını, “Peki hangi yol bizi sosyal örgütlenmenin bu radikal dönüşümüne götürmelidir?” sorusuna, yazarın verdiği yanıtla açıklar. Tolstoy, bu soruya yanıt olarak Hıristiyanlığın tek ve basit ilkesini anımsatır: “Kendini sevdiğin kadar yakınındakini de sev!” O, insanları geleneksel yeniden diriliş yoluyla, sosyal ilişkilerin kökünden değiştirilebileceği bir noktaya götürmek ister, diye yazan Luxenburg; “Tolstoy, zayıf yönleri ve perspektifindeki cesur radikalizmle, bir bütün olarak sübjektif bilincin gücüne idealistçe inanan sosyalizmin büyük ütopistleri arasına konmalıdır.” Plehanov ise, “Kont Tolstoy” başlıklı makalesinde, Luxenburgun aksine şunu yazar: “Sık sık sosyalistlerle ortak hiçbir yanının olmadığını iddia eden Kont Tolstoy, bildiğim kadarıyla Marks’ın bilimsel sosyalizminin hakkını vermek için asla herhangi bir gayret göstermedi. Bu anlaşılır bir şeydir, çünkü sosyalizmi hemen hemen hiç tanımıyordu.” Plehanov, Marks’ın ve Tolstoy’un öğretilerinin birbiriyle büyük çelişki içerdiğini söyler. Çünkü Tolstoy, “Hayatının sonuna kadar kutsal suyla yıkanmış bir metafizikçi” olarak yaşamıştır.

 

Son tahlilde: Marks’ın, “…düşüncelerin gerçekliği çarpıtması, gerçekliğinse çarpık ve ters olması” kuramından hareketle Hegel ve Lukacs, ideolojiyi yanılsama, çarpıtma ve şaşırtmaca olarak adlandırır. Lenin’in, yanılsama, çarpıtma ve şaşırtmaca üzerinden “Parti Edebiyatı” kavramını Tolstoy üzerinden oluşturması, yazarı çok dar bir çemberin içine sıkıştırmak olacaktır. Tolstoy’un “İdealist bir ütopist” ya da “kutsal suyla yıkanmış bir metafizikçi” olarak tanımlanması da aynı sonucu verecektir. Bu çemberi parçalayan tek gerçekse, O’nun, Rus halkının tümlüğünde soyluların, köylülerin, işçilerin ve doğanın hem “Savaş” hem de “Barış” içindeki aşk, ihanet, cinayet, din, sömürü maceralarının esrarını çözüp metinlerine yansıtabilmesidir.

 

Kaynak: Edebiyat ve Sanat Üzerine: V.İ. Lenin; Çeviri: Elif Aksu; Payel Yayınları, 1. Basım 2008