Leş Kargaları
Öykü

Leş Kargaları

Yunus Çinçin

“Elif nine! Elif nine!”

 

Dışarıdan gelen sesle düşüncelerden sıyrıldı. Kendisi için bunak, aksi ihtiyarın teki diyen yeni yetme Hanife’ydi kapısındaki. Hiç ses etmeden durdu yatağında. “Yüzünü Şeytan görsün senin!” diye söylendi. Ses kesilinceye kadar kımıldamadan bekledi. Hastalandığında, yardıma ihtiyacı olduğunda, evine gelenlere muhtaç olmayı bir türlü kabullenemiyordu. Zorda kalmadıkça, kendi işini kendi görmeye çalışıyordu. Hiç istemese de kimi zaman mecbur kalıyordu bu densizlere.

 

Güvelenmesin diye naftalinleyip durduğu bir sandık çeyizi vardı. Annesinin, arada evlerine gelip bohçasındakileri önlerine seren, kömür gözlü, bakır dişli, kırışık yüzü dövmeli Nare’ nin getirdiklerinden özenle seçip ceviz sandıkta, yıllarca kendisi için biriktirdiği elbiselik kumaşlar, havlular, yatak örtüleri… Gençliğinde, hevesle dikip bayramdan bayrama giydiği fistanları, birkaç altın bilezik, kolye, küpe… Üstünü bezle örttüğü, ayakları paslanmış dikiş makinesine takıldı gözü. Babası zamansız ölünce muhannete el açmamak için ana kız işe vermişlerdi kendilerini. İsteyenlere, gece gündüz elbise dikmişlerdi. Arada ufak tefek giysi tamiri de yapıp harçlık etmişti kazandıklarını. Yıllar geçtikçe, gençliğinde türlü bahanelerle evlerine gelip kendisini görmek isteyenlerden kimse kalmamıştı çevresinde. Mahallenin delikanlıları gönüllerini birilerine kaptırmış, çoluk çocuğa karışıp torun topalak sahibi oluvermişlerdi. Hayırlı bir kısmet beklemişti sabırla ama ne kısmet ne de evlilik! Bir ara Hayriye karısı tebelleş olmuştu başına, baş göz etme bahanesiyle. Kendisini ve annesini, öve öve bitiremediği talibinin tam kendisine göre olduğuna ikna edip götürdüğü evde, Hayriye’nin kendisine layık gördüğü iki çocuklu, kocamış herifi görünce bozuntuya vermemiş, tanışma faslı boyunca sabırla beklemiş, eve dönünce Hayriye’yle selamı sabahı kesmişti.

 

Ölüm, annesini uykusunda yakalayıp, kendisinden ayırınca bir başına kalmıştı. Yalnızlığını bahane eden komşuları eve üşüşmüş, komşular gelip gittikçe kendisini düşünmelerine mutlu olmuştu. Evinden birkaç eşyanın eksildiğini fark edene kadar türlü ikramlarla eve gelenlerin gönlünü hoş etmeye çalışmıştı. Başta konduramamıştı konu komşuya, evde bir yerlerde olduğunu düşünmüştü bulamadığı eşyaların. Eşyalar eksilmeye devam edince yüklükteki yorganların arasına gizlediği sandık anahtarını bir ipe geçirip boynuna asmıştı.

 

Söylene söylene kalkıp ayaklarını sürüye sürüye yatağın yanındaki dolaba yöneldi. Çiçekli fistanını çıkarıp başından sıyırdığı tülbentle dolaba bıraktı. Nefes nefese kalmıştı. Dinlene dinlene yatağına vardı. Çoraplarını çıkarmadığını fark ettiğinde yatağa uzanmıştı. Güçlükle doğrulup çıkardığı çorapları, yatağın kenarına bırakıverdi. Başını yastığa koyunca duyduğu lavanta kokusunu içine çekti. Kapıyı kilitleyip kilitlemediğini düşündü. Uykuya dalacakken kargalar geldi aklına. Ne mendebur hayvanlardı bunlar. Önceki gün, ağaçların birinden avluya düşen yavru kumruyu, başına üşüşüp gagalayarak paramparça etmişlerdi kendisi yetişene kadar. Yavrudan geriye etrafta uçuşan tüyler, avlunun zeminindeki kan kalmıştı. Beton zemindeki kanı ve kana bulanmış tüyleri temizlediği suya gözyaşları da karışmıştı.

“Pis leş kargaları!” diye söylenmişti. Avludaki çamaşır tellerinde asılı mandalları, bahçeye bıraktığı ufak tefeği çalan, zar zor serdiği çamaşırlara sıçıp duran kargalardan farkları yoktu komşularının da.

 

Yatağın karşısındaki dolabın aynasındaki bulanık görüntüsüne baktı. Avludan gelen gürültüye kulak verdi. Kargalar, yine avluya dadanmışlardı. Avluda bir şey unutmaya gelmiyordu. Ne bulurlarsa alıp götürüyorlardı arsızlar. Geçen gün, mutfak camının kenarına buzu erisin diye koyduğu kıymayı, kaşla göz arasında kapıp gitmişlerdi. Kargaları düşünmekten yorulunca, derince iç çekip yastığa koydu başını. Gözlerini yumup bahçeden gelen gürültüye rağmen uyumaya çalıştı.

 

Bir karga, açık pencereden girip ayak ucuna kondu. Kafasını hızla sağa sola çevirip etrafı kolaçan eden karganın siyah tüyleri, yeşilden mora menevişlenerek parlıyordu. Kalın siyah gagasını yatağa sağlı sollu sürttükten sonra sıçrayıp sol ayağının üzerinde ileri geri gezinmeye başladı. Karganın vücudunda gezindiği yerler soğuyordu. Ayaklarında gezinip duran karga, arada durup yan yan kendisine bakıyordu.  Havalanan karganın kanat seslerini duydu. Karga bir süre havada asılı kaldıktan sonra, bacaklarına konup gövdesine doğru ilerledi. Bağrındaki anahtarı didikleyip çekiştirmeye başladı. Kargayı kovmak için ellerini kaldırmak istedi. Dermanı yoktu. Sağa sola hareket edip bağırmaya çalıştı. Sesi çıkmıyordu. Karganın kana bulanmış gagasını, burun deliklerindeki kalın kısa tüyleri gördü.  Gaga darbeleriyle bağrı yanıyor, bedeninden kopan her parçayla sızısı daha da artıyordu. Kanlar içindeki bağrını didiklemeye devam etti karga. Acı içinde çırpınırken son bir çabayla elini kaldırıp kargayı kovmaya çalıştı. Karga kalbine ulaşınca, vücudu buz kesti. Acıyla irkilip yerinden doğruldu, kargayı boynundan yakaladı. Elinden kurtulmak için çırpınan, kanat çırpan karganın boynunu tüm gücüyle sıkmaya devam etti. Avucunda çırpınıp duran karga, elini gagalamaya çalışıyordu. Karganın hareketleri yavaşladı, çırpınışı yerini can çekişmeye bıraktı. Bir süre sonra sıkılı yumruğunun ortasında hareketsizce duran kargaya baktı.   Gözleri kapalı, gagası kana bulanmış hareketsizce duran karga, yumruğunu gevşetince yatağının yanına düştü. Ölü karga yere düşer düşmez pencerelerden içeri üşüşen kargalar yaşlı kadına saldırıp gözlerini, vücudunu gagalamaya başladı. Vücudu gaga darbeleriyle yanarken elleriyle yüzünü kapatmaya çalıştı. Her yanı, yatağı kanlar içindeydi. Kargalardan kurtulmak için çırpınıp dururken irkilip gözlerini açtı. Ter içinde kalmıştı. Nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir an. Etrafına bakındı. Pencerelerden biri hafif aralıktı. Bahçeden kargaların sesi geliyordu.

 

“Elif ana! Elif ana!” diye ismini ünledi biri. Sesin sahibini tanımaya çalıştı. Komşusu Zahide’ydi kapıdaki. Kapıyı açmak için, yattığı yerden yavaşça doğruldu.