Dil tarihi araştırmalarının belki de en ilginç alanı sözcükler konusundaki araştırmalardır, zira alıntı sözcükler dille ilişkin olguları saptamakla kalmaz, dilinden sözcükler alınan halkın kültürünün, alıntıyı yapan dile etkisini de yansıtıyor. Bu bağlamda Türk asıllı sözcüklerin araştırılmasının eski bir tarihi var. 10. yüzyıl öncesindeki derin Türk-Macar ilişkilerinin tanıkları olan, başta eski Bulgar-Türklerden yapılan alıntılar konusunda yüzyıllar boyunca yazılanları Macar dil bilgini olan Zoltán Gombocz nihayet açık bir sisteme soktu. 1912’de çıkan meşhur eserinde dilimizdeki eski Türk ödünç kelimelerinin temel envanterini vermekle kalmayarak Türk diyalektlerinin, her şeyden önce Çuvaşçanın ses yapısını da ortaya koydu.
Dialektoloji zaten Macar Türkoloji’sinin verimli alanlarındandır. Örneğin Vámbéry’nin öğrencisi Ignác Kúnos daha 1900’lü yılların başında Türk ağızlarına eğilmiş, Kuzeydoğu Bulgaristan’da atasözü derlemeleri yapmış ve bu çalışmalarında ağız özelliklerini göstermede başarılı olmuştur. Türk halk edebiyat hazinesinin, Türk mürekkep yalamışlarca hor görülen incileri, Türk halk masalları, Karagöz ve orta oyunları, Nasreddin Hoca fıkraları, türkü, ninni ve bilmecelerin keşfedicisi, derleyicisi ve dünyaya tanıtıcısı oldu. Aynı zamanda İstanbul sokaklarında, Bursa ve Aydın yörelerinde ve ileride Tuna’nın sularında gömülecek Adakale’de ciltler dolusu folklor metinlerini derlemekle kalmayarak, yöre ağızlarını da inceler. 1930’lu yıllarda Julius (dış ülkelerde kullanılan Latince adı bu) Gyula Németh Kúnos’un, izinden geçer, Vidin Türk ağzı ile Balkanlarda konuşulan Türk ağızları konusunda önemli eserler verir, bu çalışmalarına ise yetiştirdiği dilciler devam eder. Bu arada örneğin Vidin Türk ağzını incelemelerini Vidin’li Hasan Eren’in yardımıyla sonuçlandırır.
16-17. yüzyılda Macar dilinde yaklaşık bin kadar Osmanlı sözcüğü kullanılıyordu, Bunların ezici kısmı Osmanlı asker hayatı ile kamu idaresine ilişkindi, fakat bunların çoğu dilimize kök salmadan Osmanlı hakimiyeti ile birlikte kullanımdan çıktı. Gerek arada unutulmuş gerekse halen kullanılanlar hakkında toplu bilgilere Zsuzsa Kakuk’un sayesinde sahibiz.
Pratik amaçlı dil araçlarından sözlükler ve dilbilgisi kitapları sanki bilimsel çalışmaların yanında arka planda kalmış. Daha önce hazırlanan bazı küçük sözlüklerden sonra gene Zsuzsa Kakuk’un yönetiminde ne Türkiye’de ne de Macaristan’da eşi bulunan, ilk kapsamlı Magyar-török szótár / Macarca-Türkçe Sözlük’ün (2002), sonraları da Török-magyar szótár / Türkçe-Macarca Sözlük (2013) nihayet hazırlandı. Bu kapsamlı çift eser ile, Macar Türkoloji’sinin eski bir borcunu yerine getirmiş olduk. Benzeri Türkiye’de bulunmayan bu iki sözlüğümüzün burada da yayınlanması uğrunda halen çabalar harcanmaktadır.
Dilbilgisi kitaplar alanındaki modern Macar eserlerinin eksiliğini, 1962’de üniversiteye girdiğimde elimizde sadece Gyula Németh’in 1917’de çıkan Türkisches Übungsbuch‘undan başka kitap olmadığı için dil öğrenmeye bununla başlamamız da gösterir. Öncülerine bakıverirsek János Repiczky’nin uygulamalı Türk gramerini (Gyakorlati török nyelvtan, 1851) Gábor Bálint’in Türk gramerini (Török nyelvtan − Alak-, mondattan, olvasókönyv és szótár, 1899), Vilmos Pröhle’nin sistemli Osmanlı-Türk gramerini (Rendszeres oszmán-török nyelvtan,1899) ve Ignác Kúnos’un Osmanlı Türkçesi dil kitabını (Oszmán-török nyelvkönyv, 1905) hatırlatmakla yetinmeliyiz.
Bu öncü kitapların yanı sıra yazarı açısından önemli olan bir eserden birkaç söz söylememe izin verin. 1849/1850’de Kütahya’da kalan milli kahramanımız Lajos Kossuth Türkiye ile ilgili politik planları ve mültecilik yaşamının gereksinimleri sonucu Türkçe öğrenir ve bir Türk grameri hazırlar. Kossuth dilci olmamasına rağmen yabancı dillere karşı duyarlığı ve güçlü düzenleme yeteneği sayesinde düzenli dil bilgilerinin yanı sıra lehçe tarihçesi açısından da dikkate değer, seçkin bir eser ortaya koyar.
Türkoloji’mizin tarihinden böylece yıldırım hızıyla geçtikten sonra şu noktaya da dikkatlerinizi çekeyim: 19. yüzyıl ortalarında Macaristan’da Türkoloji, hatta daha geniş anlamda altaistik bilimine yön veren, yani Macar dilinin aslını araştıran başlıca uzmanlar orientalist değildiler. Antal Reguly, Pál Hunfalvy, József Budenz, József Szinnyei ve Bernát Munkácsi uralistik alanında Macar dil tarihi ve Macarların en eski tarihi alanındaki çalışmaları esnasında, Macar halkı ve dilinin orijininin ayrıntılı altaistik bilgilere dayanmadan araştırılamayacağını anladılar. Reguly’nin 1843. ile 1845. yılki Çuvaşça derlemelerinden hareket ederek Zoltán Gombocz Macarcadaki eski Türk alıntı kelimelerinin çoğunun eski Türk dillerinden olan Bulgarcadan, yani eski bir Çuvaş tipi dilden geldiğini tespit etmiştir.
Tarih araştırmalarına gelince: Macarların bugünkü yurdumuza yerleşmelerinden önceki çok yönlü ilişkilerimizin yanı sıra elbette ülkemizde yüz elli yıl kadar süren Osmanlı hakimiyeti de uzun yüzyıllardan beri Türkoloji’mizin başlıca konusudur. Macar vakanüvisleri kendi tarihlerinde 15. yüzyıldan itibaren Türklerden bahsetmekte ve Macar tarihçileri, kendi tarihleriyle irtibatlandırdıkları için Türk tarihi ile her zaman yakından ilgilenmektedir. En eskisi Georgius de Hungaria, diğer adıyla Szászsebesi névtelen (‘Szászsebes’li isimsiz’)’in defalarca yeniden basılan kitabı 15. yy. Osmanlı İmparatorluğu hakkında Avrupa’daki Türk imajının en eski kaynağı haline gelmiştir.
16-17. yüzyıllarda Türklerin dillerine olduğu gibi tarihlerine ve yaşamlarına duyulan ilgi de artmıştır. Osmanlı topraklarında kalmış olan Macar gezginler, elçiler ya da esirler yurda geri döndükten sonra izlenimlerini renkli aktarımla kâğıda döküyorlardı. Kanuni döneminden çok özel bir eser hatırlatalım: Macar asıllı denilen Tercümân Mahmûd, aslı Latince olan bir Macar tarih kitabı olan Târîh-i Ungurus‘u Latin harfleri ile Osmanlı Türkçesine çevirmiştir.
Bilimsel yaklaşıma 18. yüzyıldan sonra rastlanır. Örnek gerekirse, Antal Gévay Budin Beylerbeylerinin adlarını elçi raporlarına ve Türk müverrihlerinin eserlerine dayanarak eksiksiz diyebileceğimiz bir biçimde bir araya getirdi. József Thury Neşri, Kemalpaşazade, Celalzade, Lutfi Paşa, Sinan Çavuş gibi Osmanlı müverrihlerinin eserlerinden Macarlara ilişkin bölümleri Macarcaya kazandırır. Onun erken ölümü nedeniyle yarıda kalan çalışmalarına devam eden Imre Karácson Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin V. ve VI. ciltlerinde Macarlara ilişkin bölümleri Macarcaya çevirdi, ayrıca Saray Arşivi’ndeki belgeleri inceleyerek yararlı bir Türk-Macar evrak arşivini meydana getirdi, fakat Osmanlı paleografisinin, yani Osmanlı evraklarının araştırılması ve yayımlanması dalının gerçek kurucusu 1891’de doğan Lajos Fekete oldu. Onun döneminde Türkiye arşivlerinde bir şey araştırmak mümkün olmadığından Macaristan’da, Balkanlar’da ve Avrupa şehirlerinde dağılmış Osmanlı belgeleri toplamaya girişti, fotoğraflarla mikrofilmlerden oluşan bir koleksiyon oluşturdu ve bu materyalleri sıra ile işleyerek yayınladı. Öğrencisi Gyula Káldy Nagy İstanbul’da arşiv çalışmaları yapmak imkanına kavuşarak önemli ölçüde materyaller topladı, Macar topraklarına ilişkin tahrir, tımar ve mühimme defterlerinden 16. yy. ekonomik ve demografik durum, devlet idaresi ve benzer konularda Káldy-Nagy, sonraları ise yetiştirdiği Klára Hegyi, Pál Fodor, Géza Dávid ve János Hóvári gibiler Macaristan’daki Osmanlı hakimiyeti dönemi hakkında giderek daha ayrıntılı görünüm çiziyorlar.
Macar başkentinin (adı o zamanlar henüz Budapeşte değil, Buda’dır) üniversitesinde aslında Türk dili eğitimi, henüz ayrı bir Türkoloji kürsüsü yokken, daha 1830’lu yıllarda başlamıştı. O zamandan beri süregelen öğretmen-öğrenci zincirinin halkaları öyle birbirine bağlı ki, bu başlangıç bizden artık oldukça uzak olsa da bendenizi neredeyse ikinci kürsü başkanının öğrencisi olarak görebilirsiniz. Bu nasıl olur? Zira bilimsel çalışmalarının en önemli üslerinden olan üniversitemizde beklenmedik erken ölümler ile uzun profesörlükler görülmüştü.
İlk Türkçe dersleri veren János Repiczky (1817-1855) hayata gözlerini çok erken; otuz sekiz yaşında yummuştur. Saha kısa süre boş kaldıktan sonra Repiczky’nin talebesi türkoloji biliminin ilk uluslararası ün kazanmış şahsiyeti, Türk dünyasının seçkin gezginlerinden Ármin Vámbéry 1865’te ülkesine döndükten sonra doğu dilleri okutmanı, beş yıl sonra ise doğu dilleri profesörü oldu, yani Ármin Vámbéry’nin başkanlığıyla Türkoloji kürsümüz 152 yıl önce: 1870’de faaliyete geçti ve ileride ELTE, yani Eötvös Loránd Tudományegyetem adını alacak üniversitemizin bu kürsüsünde pek çok dünyaca ünlü Türkolog yetişti. (Kuruluşun 150’nci yıldönümünün kutlanması için anma törenine hazırlıklar sürerken yayılan pandemi nedeniyle bütün programlar iptal edilmiştir.)
Vámbéry 1905’te emekliye ayrıldıktan sonra yerine gene tanınmış bir Türkolog’umuz József Thúry atandı, fakat ne yazık ki tayin edilir edilmez vefat ettiği için kürsü tekrar boş kaldı. Bu boşluğu Vámbéry özel derslerle doldurmaya çalışsa da 1913’teki ölümü bu devri kapattı. Ortada daha kıdemlisi olmadığı için, kürsü yönetimi Macar Türkoloji’sinin en parlak isimlerinden, o zaman henüz doktorasını yapan Gyula Németh’e kaldı. 1915 yılında habilitasyonunu tamamlayıp, sonraları profesör sanını da alarak −dile kolay− bu görevini tam yüz sömester sürdürdü. Böylece 1962’de üniversiteye başlayan ben, yaşlı hocamızın son öğrencilerinden biri oldum. Uluslararası türkoloji biliminin de gelmiş geçmiş en büyüklerinden olan Gyula Németh (1890-1976) elli yıl boyunca Türk Filolojisi Kürsüsü başkanlığını yaptıktan sonra 1964’te emekliye ayrıldı.
Bölümde Türkoloji araştırmalarını daha geniş alanlara yaymak amacıyla Osmanlı tarihi ve paleografisinin kurucusu sayılan Lajos Fekete, sonraları daha çok arabistikle meşgul olan Károly Czeglédy, ayrıca İranistik ve genel dil bilimi uzmanı Zsigmond Telegdy de kürsüye geldi. Öte yandan seçkin Türk profesörleri Hasan Eren, Şerif Baştav ya da Hamit Zübey Koşay gibi, AÜ DTCF Hungaroloji Enstitüsünde profesörlük yapmış olan László Rásonyi, Tibor Halasi-Kun ve János Eckmann da Németh’in ekolünden çıktılar. Dünyaca tanınmış Türkologlardan György Hazai de onun talebelerindendi ve uzun yıllar boyu Berlin Humboldt Üniversitesinde kürsü başkanlığı yaptıktan sonra Güney Kıbrıs’ta ilk Türkoloji kürsüsünün kurucu profesörü oldu.
Németh’in seçkin talebelerinden olan Lajos Ligeti ELTE’de kalarak üniversitemizin İç Asya Kürsüsünün başkanı oldu. Hocası emekliye ayrıldıktan sonra 1964/65 öğretim yılından itibaren Türkoloji kürsüsünü de devraldı. 1971’de dilci Zsuzsa Kakuk, ardından ise tarihçi Gyula Káldy-Nagy profesörlük unvanı alıp kürsüyü yönetiyordu. Bu ikili de, Macar Türkoloji’sinin başlıca özelliğini, “Eski Macar Tarihi ile Türk Filolojisi Kürsüsü” isminin de gösterdiği gibi, Macar Türkoloji’sinin odağında kimlik sorunlarımızla en yakın bağlantısı olan dilcilik/filoloji ile tarihçiliğin önemini her zaman koruduğunu gösteriyor.
Altınordu devleti ile İç Asya tarihi ve Macar prehistorisi araştırıcısı István Vásáry Ankara’da, sonraları Tahran’da da büyükelçilik yaptıktan sonra Türkoloji bölümünün başkanı oldu. Bu görevde onu Macaristan’daki Osmanlı hakimiyeti döneminin demografisi ve kamu idaresi araştırıcısı Géza Dávid izledi. Kürsüyü halen Orta Türk dönemi, Çağatayca uzmanı Benedek Péri yönetmektedir.
Derslerinden faydalanma şansına kavuştuğum Németh, Fekete, Kakuk, Káldy-Nagy ve Ligeti’nin diğer yetenekli talebelerinden Kıpçak dillerini araştıran István Mándoky’i ne yazık ki çok erken yitirdik. Türkologlarımızdan sistem değişikliğini izleyen hareketli yıllarda başka bir büyükelçi de çıktı: tarihçi János Hóvári ülkemizi bir dönem Türkiye Cumhuriyeti’nde temsil etmiştir. Ayrıca kürsüde değil, Macar Bilimler Akademisinin Enstitüsünde görevleri olan seçkin Türkologlarımız Klára Hegyi, Pál Fodor ile Balázs Sudár’ı da önemle hatırlatayım.
Macar Türkoloji’sinin ikinci üssü olan Altaistik kürsüsünü gene Németh’in yetiştirdiği uzmanlardan András Róna Tas 1974’de Szeged Üniversitesi’nde kurdu. Kürsü başkanlığı görevini kendisinden Kırım Hanlığı ve Erdel Prensliği tarihinin uzmanı Mária Ivanics devraldı. Kürsünün üyelerinden kökenbilimin seçkin uzmanı Árpád Berta ne yazık ki çok genç bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Görüldüğü gibi Macar türkolojisinin iki geleneksel alanı tarih ve dilciliktir, fakat bu, edebiyat, folklor, güzel sanatlar, mimarlık, arkeoloji ve benzeri alanlarda çalışanların bulunmaması anlamına gelmez. Edebiyatçı olarak örneği şiir alanından seçeyim. İlk büyük Macar şairi Bálint Balassi (1554-1594) aynı zamanda Türk şiirinin ilk Macar çevirmeni. Muhtemelen serhat âşıklarından duyduklarından etkilenmiş, “Macarcaya Çevrilen Birkaç Türk Beyti” başlığıyla dokuz parça toplamıştır. Aynı zamanda kimi Macarca kaleme aldığı şiirlerin başlığı altına hangi Türk ezgi ve güftesine göre şiirini yazdığı notunu düşürür. Örnek olarak seçtiğim kısa şiirdeki mecazlar (ben, turunç, vb.) Macar şiirinde bulunmayan, tipik Türk motifleridir. Şiiri Dursun Ayan ile yaptığım çeviri ile sunayım:
Bálint Balassi:
Türkçe Bir Türkü: Ben Seyrana (Gider İken) Çıkanda -Ezgisi de aynı
(EGY TÖRÖK ÉNEK: BEN SEYRANE GİDER İKEN – A nótája is az)
Bir gün seyrana çıkanda
İki dilber tam karşımda
Biri der yiğit kim daha
Ben mi güzel o mu yoksa?
Etmeyeyim dedim hata
Aklım ermez burda sırra
Her ikiniz nazarımda
Bir endamda, hem bir boyda.
Ne diyeyim ben bir kere
Çeşmi siyahlara böyle
Çifte turunç sinenizde
Lebler değer bal, şerbete.
Dedi ki vardır aklında?
Birimizi seç almaya
Hakikaten en çok akça?
Hangimize değer paha!
Kısa, özlü hem adilce
Bir cevabım vardır size
Gönlüm düştü memesinde
Siyah benli o küçüğe.
Başka tür bilimsel çalışma kurumlarından kütüphaneleri de unutmayalım. 1825’te kurulan Macar Bilimler Akademisi’nin özel değere sahip Şarkiyat koleksiyonunda bulunan Türk konulu materyaller geniş araştırma olanağını sağlamaktadır. Yaklaşık 500 ciltlik Türk el yazmalarının önemli bir kısmını 1848/49 Macar Özgürlük Savaşı yenilgisinden sonra Türkiye’ye sığınarak İstanbul’da yerleşen ve bilimsel eserler koleksiyonu ve ticaretiyle uğraşan Dániel Szilágyi toplamıştı. Daha sonraları koleksiyonu Ármin Vámbéry Budapeşte’ye getirmiştir. Koleksiyon kısmen tarihsel, kısmen edebi konularda Osmanlı, kısmen de Orta Asya (Çağatay) eserlerini barındırmaktadır.
Tarihi Türkoloji kürsümüzde yaklaşık 15.000 cilt kadar kitap ve dergi, alanın en önemli eserleri ile uzmanlarımızın hizmetindedir.
Son olarak György Hazai’nin evinde, merhum profesörün zengin koleksiyonuna dayanarak kızları tarafından oluşturulan ve internet yoluyla da erişilebilen Hazai Kütüphanesi’ni hatırlatmak isterim.
Çok kısa kesmek zorunda kaldığım bu özetten sonra izninizle büyük sayıda önemli faaliyetleri olan türkologları sıralamaktansa tarihin tanığı olarak şahsen karşılaştığım üç ustadan bahsedeyim. Gyula Németh‘ten üniversiteye başladığım 1962 yılından 1964’e kadar ders aldım. Boyu benim kadar, bembeyaz saçları olan, masmavi gözlü, pembe yanaklı birisiydi. O kadar yavaş konuşurdu ki her kelimesini yazabilirdiniz. Bize haftada bir gün ders verirdi, o da Cumartesi saat 12.00’te başlardı. Hemen başlangıçta odasının anahtarını verdi bana, kendisi yokken orada rahatça çalışabileyim diye. Zoltán Gombocz’un eski Türk alıntı kelimelerini alfabetik sıra ile açıklayan kitabı kendisi için İncil kadar değerliydi. Kitap Macarcanın ağaççı, yani marangoz anlamlı ács kelimesi ile başlıyordu. Németh bu derslere ne zaman başladı bilmiyorum ama ben derslere katıldığımda balta kelimesindeydik. Zaten b harfini de geçemedik: İki yıl içinde béka (‘kurbağa’)’ya ilerleyebildik ancak, yani yirmi kelimeyi ya gördük ya göremedik. Bu kitabı temel olarak alırdı, konuyla ilgili kimlerin ne yazdığını anlatır her şeye temas ederdi. “Filanca kişinin makalesi aptalcadır, okumanıza gerek yok” falan diye eleştirilerden hiç uzak kalmazdı. Konuyu anlatmaya başlar oradan başka başka hususlara geçiş yapardı. Son öğrencilerinden biri olarak renkli şahsiyetini tanıyabilmemi, engin bilgilerinden faydalanabilmemi, kâh nazik, kâh alaylı konuşmalarını dinleyebilmemi kaderimin bir hediyesi sayıyor, kendisini rahmetle anıyorum.
Bilindiği gibi medeniyetimizde bilim ezelden beri adı üstünde bilim adamları tarafından yapılmıştır. Bilimin çeşitli alanlarında kadınların da belirlenmesi ancak son dönemlerde görülür. 2022 Ağustos’ta doksan yedinci doğum gününü kutladığımız Profesör Zsuzsa Kakuk Macaristan’ın ilk önemli kadın Türkolog’u. Latinlerin atasözüne göre, Docendo discimus – ögreterek/öğretirken öğreniriz. Hocalık yapanlar bunu bilirler elbette. Ben bunun çok özel bir örneğini de görmüştüm: Kürsümüzün başkanı Gyula Németh aynı zamanda Macar Dil Bilimi Enstitüsü’nün müdürüydü. Aslen Macar dili ve Latinceden mezun değerli iş arkadaşı genç araştırmacı Zsuzsa Kakuk’u Türkoloji kürsüsüne davet etmişti. Ben kürsüye girdiğimde Zsuzsa Hanım artık hocalık yaptı, hatta derslerimin çoğunun hocasıydı, fakat Gyula Németh’in derslerine yanımda oturarak katıldı, benim gibi notlar tuttu. Zsuzsa Kakuk dilimize gelen Osmanlı alıntı kelimelerinin araştırılmasına yöneldi ve sonraları ister Macar ister Türk filolojisinde ister Türk diyalektolojisinde uzman olmaktan başka, çeşitli Türk halklarının dil ve halk edebiyatı alanında çalışmalarını sürdürdü, bilimsel çalışmaları yanında genç Macar Türkologların eğitiminde de önemli rol oynadı. Türkoloji öğrencisi olarak Zsuzsa Hanım’ın derslerinden beş yıl boyunca faydalandım, sevgi ve ilgisinden yararlandım.
Yıllar geçtikten sonra hayatımızın en önemli eserlerinden saydığımız sözlük çiftini hazırladığımız on iki yılda ben hep evine gidip gelirdim. Her gidişimde elbette mesleki konulardan sonra şahsi sohbetlere daldık. Daha Türkçe-Macar Sözlük üzerine çalıştığımız sırada Macarca-Türkçe Sözlüğümüzün “Mükemmel Sözlük” unvanını almasına ne kadar sevindiğini unutamam. Sözlük hazırlama yılları döneminde onun iş arkadaşı olmak, benim için hem gurur hem de mutluluk kaynağı oldu.
Son olarak eski okulum, beş yıl boyunca ders verdiğim Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) konuşmak şerefine kavuştuğum zaman Hungaroloji Kürsüsü’nün tarihine ait olarak, o zamanki adıyla Hungaroloji Enstitüsü’nün ilk başkanı Macar Profesör László Rásonyi’nin sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaşlı hocanın evinde 15 Ocak 1981’de yaptığım söyleşide anılarını sorduğumda şunları anlattı:
“Bu mesele, bu hadise hayatımın en güzel hatıralarındandır. 1924’de Ankara’da beynelmilel bir Türkoloji kongresi meydana getirildi. Bu fırsatla ben Türk has isimlerinin Macar tarihindeki rolü, umumiyetle Türk-Macar rabıtaları hakkında konferansımı verdim. Konferansın çok eski dostum, çağdaşım olan Hamit [Zübeyir] Koşay Bey de haberini aldı. Şimdi yaşayan dostlarımdan Hamit Koşay Bey en eski dostumdur ve altmış sene devamınca Türk-Macar kültür rabıtalarının en çalışkan işçisi hem araştırıcısı hem rabıtaların ilerlemesinde en büyük rolü olan bir zattır. Kendisi o zaman artık Türkiye’de büyük rol oynadı ve Anadolu’daki hafriyatların da o zamandan beri çok çalışkan müdürü. Şimdi o hafriyatların tarihini iki büyük ciltte yazan muharriridir.
Hamit Koşay Bey Atatürk’ü iyi tanırdı ve kongrenin bir gününde Türk has isimleri unvanlı konferansımın okunacağına dair Atatürk’ün dikkatini çeldi. Atatürk hakikaten kongreye iştirak etti. Söyleyebiliriz Atatürk’ün tarih için her bakımdan çok büyük alakası vardı. O ancak asker ve siyaset adamı değildi. Kendisi, söyleyebiliriz, çok okumuş âlim gibi bir zat idi. Orada yaptığım konferans dikkatini kazandı ve o zaman kurulmuş olan Ankara Üniversitesi’nin Dil ve Tarih Fakültesinin çerçevesinde bir Hungaroloji kürsüsünün yaptırılmasına da emir verdi. Adı da şu idi: bilhassa Macar rabıtalarını göz önünde tutarak: Hungaroloji. Hakikaten ben orada bulunurken Atatürk’ün emirini daima göz önünde tuttum. Bu konferans o zaman tarih için bir aylık olmadığı için resmî gazete olan Ulus’ta, Ulus’un birkaç numarasında neşredildi. Atatürk’ün dileği üzerine ben bu kürsünün organizasyonu için davet edildim. Söyleyebiliriz ki Türk-Macar rabıtaları o zaman 1935’te kürsü çalışmalarının başlangıcıyla böyle başladı. Talebelerimin çoğu Türk kültür hayatında büyük bir rol oynadı ve bunun için bugün de gurur duymaktayım. Talebelerimden beşi profesör oldu, mesela Tayyip Gökbilgin bugün dünyaca Türk ekonomi tarihi, Osmanlı ekonomi tarihi bakımından o kadar önemli defterlerin, siyakat yazısının en mükemmel mütehassısıdır. Yahut Ahmet Temir Beyi zikredeyim. Kendisi Türkoloji, Altay mukayeseli filolojisi için önemli olan Moğol filolojisi için Ankara Üniversitesi’nin profesörü oldu. Talebelerim için ancak resmi sahada değil, insan sahasında da çok büyük münasebetlerim meydana geldi. Mesela Öksel Göçmen. Genç Öksel Göçmen’i kızımız gibi telakki ettik. Şimdi de mektuplaşıyoruz ve kendisi mektubunu daima “kızınız Öksel” sözleriyle bitirir.”