Maiandros Ovası’ndan Beethoven Club’a…
Kitap İncelemeleri

Maiandros Ovası’ndan Beethoven Club’a…

A. Galip

Her romancının “baş ağrısı” farklıdır. Kimi ilk cümleye takar. Orada takılı kalır. O “ilk cümleyi” bulursa yazmaya başlar, sonra sancı başlar. Anlatacaklarını sıraya sokar, bozar yeniden başlar. Kimi romancı ilk bölüme ağırlık verir. Anlatacağı konu için bir kalkış noktası bulunca Kranos’un peşine takılıp olayları sırasıyla anlatır. Bu kaygıyı güdenler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “Romancı muhayyilesi” olan yaratıcı kişilerdir. Çünkü onlar bilirler, anlattığın şey, nasıl anlattığına bağlı olarak değer kazanır. Olay örgüsü o olaya yakışır bir biçimde anlatılmıyorsa, anlatılamıyorsa içerik ve biçim boşa gider. Yazarın herhangi bir kurama, akıma bağlı olması o eseri kurtaramaz. Bu bileşeni iyi kuranlar büyük yazarlar olarak eninde sonunda değer görürler.

 

Roman yazmayı, her oyunda yeni hamlelerle gelişen satranca benzeten İtalo Calvino bu sürece “roman oyunu” der. Her romanında yazar, adeta yeni bir roman oyunu oynar. Bu yüzden her romanında bambaşka biçem ve kurgu oluşturur. Örneğin Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanında olayı ilk cümlenin de ötesine taşır. Romanların ilk bölümü nasıl başlar sorusunun peşine düşer. Öyle bir roman yazar ki her bölüm yeni bir romanın ilk bölümü gibi kurgular. Ortaya her bölümü yeni bir romanın başlangıcı olarak okunabilecek ama kitap bitirildiğinde de müstakil bir eser ortaya çıkar. Ayrı ayrı roman girişlerinden oluşan tek bir roman. Ya da bölüm sayısı kadar birçok roman.

 

Hafızalara kazınan ilk cümle özenine gelince, Mehmet Eroğlu’nun Yürek Sürgünüaklıma gelen ilk kitap. “Mücevher takmıyordu ama gözleri vardı.” Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ını da örnek olarak verebiliriz. “Bir kitap okudum hayatım değişti.” Murat Uyurkulak’ın romanları da böyledir.

 

Fatih Atila’nın Beethoven Club romanını okuduktan sonra Orhan Pamuk’un bu cümlesi aklıma takıldı. Ama farklı bir versiyonuyla. Bir roman okudum bir türlü içerisinden çıkamıyorum! Tamam son bölümünde yazara seslenen şair benim ve bu haliyle romanın içerisindeyim. Geriye doğru ilk bölümüne kadar iz sürdüğümde de anlattığı birçok kişiyi yakından tanımam, yıllardır anlattığı şehrin sokaklarında dolaşmam sebebiyle de romanın içerisinden çıkamıyorum. Öte yandan anlatılan zaman dilimi içerisinde romanın konusunu oluşturan olaylara baktığımda da hep dertlendiğim, birkaç neslin yaşamını karartan dayatmalar olarak içine gömüldüğümüz bataklıktan ibaret. Bu haliyle de anlatılan bütün olaylar, insana yaraşır bir toplum isteyenleri içerisine çeken o karanlık panoramayı yani içerisinden çıkmaya çalıştığımız panoramayı resmediyor.

 

Bu kısa yazıda romanının içeriğine daha fazla girmeyeceğim. Asıl dikkat çekmek istediğim durum romanın kurgusu yani matematiği ve yazarın biçemi. Sırasıyla ifade etmeye çalışayım.

 

Söylenenlerin aksine bilimsel kuramların geçerliliği, kapsayıcılığı onların yalın bir yapıya dayanmasına bağlıdır. Euclid, Galileo, Keepler, Newton temele koydukları birkaç yalın aksiyom üzerine geliştirmişlerdir kuramlarını.

 

Beethoven Club romanı da son derece yalın bir kurgu üzerine kurulmuş bir eser. Romanın anlatıcısı birkaç yaşlı müzisyenin kiraladığı eski Beethoven Club’a uğrayıp yaşamını, şahitliklerini anlatır. Kitabın bölümleri anlatıcının bu Club’teki söyleşilerinden ibarettir. Her söyleşi anlatıcının, çoğu bölümde de yazarın yaşadıklarının ve şahitliklerinin anlatımından ibarettir. Adeta çağdaş bir meddah gibi elindeki görünmeyen sopasını yere vurur, öfkesini dindirir ve anlatmaya başlar. Her ne kadar söze kendinden başlasa da aslında anlattıkları herkesin hikayesidir. Dayatılan zulmün, sömürünün, katliamın, kirli oyunların olağanlaşmasına itirazdır, söyledikleri. Ne karamsarlığa ne de romantizme kapılır. Tekrar buluşmak, söyleşmek sözü vererek Club’den ayrılır. Çünkü yaşananlar anlatıcıya “Dixi et salvavi animam meam.” dedirtecek biçimde olmuş bitmiş olmayıp hala sürmektedir.

 

Anlatıcının bu Club dışında da süren bir yaşamı vardır. Bu şehre gelmeden önceki yılları, çocukluğu, gençliği, öğrenciliği, evliliği, yaşama tutunduğu iş hayatı… Ve bütün bunlara bir bölümüyle şahitlik eden dostları. Hafta sonları kızını götürdüğü keman kursu (kitabın ismi nereden geliyor?), öğrencilik yıllarından kalan dostları (M. Şimşek), bazı akşamlar iki kadeh içtiği gazeteci dostu (H. Uysal) ve arşınladığı şehrin sokakları…

 

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Maiandros ovası ve babanın sosyal mücadeleye kattığı değerler. Romana katman katman giren inanılmaz ayrıntılar ve zengin insan manzaraları. Yani kitabın şiirsel ve aynı oranda felsefi boyutları. Beethoven Club’ta konuşan anlatıcı ya da yazarı bu denli bilge yapan yaşam tecrübesi. Başka bir deyişle romanın gittikçe açılan yan dalları ve yaprakları. Kitaba zenginlik katan üst üste açılan hikayeler antolojisi…

 

Eskilerin üslup dediği biçeme gelirsek. Yazar, roman boyunca bir anlatıcıdan ziyade bir gösteren, işaret eden olarak karşımıza çıkıyor. Sözcükleri, cümleleri yerli yerinde kullanıyor, eksilte eksilte anlatıyor ve anlamı çoğaltmak biz okuyucuya düşüyor. Duyguyu çoğaltmak, inceltmek ve derinleştirmek de okuyucuya kalıyor.

 

Roman kişileri bütün jest ve mimikleriyle birer film karesi gibi gözümüzde canlanıyor. Her bölümde olayların seyrine ve kahramanların kişiliğine bağlı olarak dengeli bir biçimde diyalog veya anlatı tekniği sergileniyor. Kimi bölümleri bütünüyle kahramana anlattırırken kimi bölümleri de kısa ve çarpıcı, çoğu yerde neredeyse birer sözcükten oluşan diyaloglarla hareketli ve akıcı biçimde sahneliyor. Kitap okunmaya başlandığında bu bölümler ve anlatım özellikleri hemen dikkat çekecektir.

 

Fatih Atila, ilk romanından beri emek mücadelesi içerisinde yer alan kesimleri anlatan romanlar yazdı. Bu yönüyle toplumcu gerçekçi yazar olarak anıla geldi. Elimizdeki bu eseriyle de bu çizginin dışına çıkmış değil. Emek mücadelesinin yanı sıra özgürlük, eşitlik mücadelesi veren daha başka toplumsal sınıf ve tabakaları hatta öğrenci, aydın, bürokrat, beyaz yakalı gibi kesimlerin de yaşam mücadelesini, entelektüel sorgulama ve arayışlarını anlatıyor. Diyebiliriz ki bu romanıyla Fatih Atila hem içerik hem de roman tekniği bakımından toplumcu gerçekçi anlayışın sınır ve olanaklarını genişletiyor. Çürümüş bir düzeni yıkıp yerine yepyeni bir dünya kurmaya çalışan ideal tiplerin tekdüze bir biçimde anlatıldığı klişe bir roman anlayışına yaslanmak yerine çağdaş, modern, postmodern roman teknik ve biçimlerini de ustalıkla işliyor. Farklı roman teknik ve arayışlarının böyle ustaca birleştirmeye çalıştığını kitaba verdiği isimden da anlamak mümkün. Beethoven gibi insanlık kültürünün bir parçası olmuş evrensel bir müzisyeni aristokrat kalıntısı, burjuva sanatçısı olarak damgalamayıp onun değerini ancak emekçilerin, sosyalistlerin taktir edip anlayacaklarını vurguluyor.

 

Fatih Atila,  Beethoven Club romanıyla  Toplumcu Gerçekçi roman anlayışına yepyeni bir yön çizmiş oldu. Hem devamı hem de devamcıları gelecektir.