Murathan Çarboğa Anısına
Yazılar

Murathan Çarboğa Anısına

Muhsin Boz

Ocak 2022, Antakya

 

(1974,  Dörtyol- Hatay- 10 Ocak 2021)

 

İnsanların çoğu bırakın doğayı, dünyayı; yakın çevresini, hatta kendilerini bile tanıyamadan göçüp gidiyor. Kendini ve dünyayı tanımanın reçetesi, çok okumaktan geçiyor. İnsanların çoğunun kendini tanımadığı, tanıyamadığı bir dünyada, ben Murathan Çarboğa arkadaşımızı ne kadar tanıdım? İşte ne kadar tanıdıysam, o kadarını paylaşacağım sizlerle.

 

Tanıştığımız ilk yıllarda sadece şiir yazdığını bilirdim. Daha sonra edebiyat dergilerinde öykülerini görünce şaşırmıştım. Gerçekten çok değerli bir kalem (di). Şiirle pek aram olmadığı için o konuda fikrim, yorumum olmayacak. Ama çoğunuzun bildiği gibi hem şiir hem de öykü edebi türlerinde pek çok ödül aldı.

 

2018 yılı içinde iki kitap yayımladı. Biri öykü, diğeri roman türünde. Murathan arkadaşımızı kaybetmeden önce öykü kitabını okumuş ve pek beğenmiştim: İshak Kuşunun Çağırdığı Çocuk.

 

Özlediğim, karşılıklı oturup öykü edebi türü başta olmak üzere; sanatı, edebiyatı, yereli ve ulusalı doyasıya konuştuğumuz sohbet ortamımız pek olmadı ne yazık ki. Ayaküstü veya başka ortamlarda kısa süren sohbetlerimiz oldu elbette. Vefat etmeden dört ay önce, geçirdiği ölümcül trafik kazası üzerine iki edebiyatçı arkadaşla evine, geçmiş olsun ziyaretine gitmiştik. Öykü kitabını okuduğumu, “Kadem” adlı romanının sırada olduğunu söyledim. Sevindi, gülümsedi. “Romanı okumasan da olur. Ben de beğenmedim,” dedi. “Sana bir şey söyleyeyim mi? Kimseye vermediğimi adım gibi biliyorum. Ama kitap tuhaf bir şekilde kayboldu,” dedim. “Arama, okuma,” deyip gülümsedi. Aramadım, okumadım. Çok tuhaf, kitabı da bir daha hiç görmedim. “Öykü kitabımı nasıl buldun?” diye yeniden sordu. “Boş ver, geçmiş olsun demeye geldik. Eleştirmeye değil,” deyince, “Alınmam. Lütfen düşüncelerini, yorumlarını söyle,” diye cevap verdi. Ben de o zaman şöyle dedim: “Öyküler art arda yazılmadı elbette. Farklı zamanlarda yazıldı. Böyle yazılınca, yazarın kendini tekrar etme gibi bir tehlikesi var. Tekrar eder ve kendisi farkına varmaz. Öyküde yetkin bir arkadaşı bütün olarak okuyunca, farkına varıp eleştirebilir.” Bu eleştirim çok hoşuna gitmiş ve “Şu ana kadar kimseden böyle bir eleştiri gelmemişti. Galiba haklısın. Ben de kitabı yeniden okuyunca farkına vardım,” diye teşekkür etmişti.

 

İlk öykü: Düşlerin Peşinde Gitmek. İster Çarboğa’nın ister başka bir yazarın olsun, okuduğum öykünün, sözlüğe baktırması gerek. Konuşma dilinden farklı sözcükler de olmalı diye düşünürüm. Bu öyküde tam olarak anlamını bilmediğim, yarım yamalak bildiğim veya hiç bilmediğim, özetle sözlüğe bakma ihtiyacı duyduğum sözcükler: uğunmak, göynek, ilenç, biteviye, rayiha…

  • Uğunmak: Ağlarken kendinden geçip bir süre sessiz soluksuz kalmak, kendinden geçmek.
  • İlenç: Beddua, azarlama
  • Göynek: Gömlek, iç giysisi, fanila, atlet
  • Biteviye: sürekli olarak, tek düze.

 

Rayiha: Güzel, hoş koku anlamında kullanılmış. Rayiha, aslında Arapça kökenli bir sözcük. TDK sözlüğüne baktığımızda, “güzel, hoş koku” diye bir tanım görüyoruz. Oysa Arapçada basbayağı sadece koku anlamında kullanılır. Yani kötü koku için de biz rayiha, hatta “riha” deriz. Ona bir ara sorduğumda, “Evet, ben de güzel ve hoş kokular için kullanıyorum,” demişti. Öykülerine sıkça giren bir sözcük olduğunu görmüştüm. Hatta kitabın ikinci öyküsü “Yarım Kalmış Sepetler” de, “çiçeklerin kokusu, meyvelerin rayihası,” sözcüklerinin aynı cümlede art arda geldiğini görürüz.

 

Diğer öykülerinde ahraz, ağmak, etlenmek, domur domur, amma, liğme liğme gibi sözcükleri sıkça kullandığını görüyoruz. Kulağa hoş gelen Arapça kökenli sözcükleri kullanmaktan sakınmamış: rayiha, ahraz, sabi gibi…

 

Bir öyküsünde “dikilmek” fiilini yedi kez kullanmış. Aynı öyküde, “Ceylan gibi seke seke uzaklaştı” cümlesi dört kez kullanılmış.

 

Diyeceksiniz ki; “Murathan Çarboğa yok ve siz rahatlıkla öykülerini eleştirebiliyorsunuz. Hayatta olsaydı, belki de bunların cevabını verecekti.” Ben de Murathan arkadaşımızın hayattayken, “rayiha ve koku”, öykülerdeki tekrar üzerine konuştuğumuzu biraz önce söylemiştim. Biliyorsunuz ki eleştiri olmadan edebiyat olmaz. Öykü yazmanın emekleme döneminde, hepimiz benzer hataları yapıyor ve yazıyoruz. Bu tür eleştirileri hoş görmek gerek.

 

Çarboğa’nın öykülerini okurken hiç sıkılmadım. Dili çok güzel, akıcı, neredeyse pürüzsüz. Bazen öykü değil de, bir şiir okuduğumu zannediyorum. Zaten öykünün bir tanımı da, şiirin düz yazı şekli değil mi? Herhangi bir öyküsünde sözü edilen insanların yoksulluğunu o kadar güzel anlatır ki, neredeyse böyle bir yaşamı özlersiniz. “Ah, keşke ben de bu insanların arasında olsaydım, yaşasaydım!” dersiniz. Sonra kendi kendime sorarım: Yoksulluğun neresi özlenir? Oysa orada özenilen, özlenen, aranan; yoksulluk değil, insanların yüreklerinden fışkıran sevgidir, bağlılıktır, güzelliktir, aşktır, beraberliktir. Çarboğa arkadaşımız güzel ve akıcı diliyle, doğa betimlemeleriyle o yoksulluğu çok güzel anlatır.

 

Altıncı Öykü: Ölülerle Yaşamak: Aşağıdaki paragrafı bir sosyal medya sitesinde paylaşmıştım: “Çocuk ölür ve yıkılır dünya. Çocuk ölür ve ışığını yitirir masumiyet. Şu koca gezegen bunca çocuğu toprağın altına alır da nasıl döner? Nasıl salınır çiçekler burcu burcu? Nasıl göverir tohum, sular nasıl kirlenmeden akıp duru hâlâ? Bir ananın acısına nasıl katlanır zaman?”

 

Sekizinci Öykü: Hep Yarım Kalmak: “Yürüyüş mesafesinde küçük bir Rum mezarlığını keşfetmiştik günler sonra. Ailece gidip dua etmiştik. Sevdiklerini geride bırakan insanlar için yapmıştık bunu. Artık toprağın çocuğu olan insanlar için. Su dökmüştük her kabrin üzerine ve ellerimizi kalbimize koyup saygımızı ifade etmiştik. Mübadelenin yollara düşürdüğü insanların mezarları kalmıştı geride. Acılarını yüklenip gitmişlerdi çoktan…”

 

Öykünün finali harika: “… ama ne yapsak ne etsek de hep yarım kaldı gülüşlerimiz. Hep yarım kaldık.” Semih Gümüş’ün bir öykü eleştirisinde şunu hatırlıyorum: Öykü bittiğinde, zihinde devam etmeli. Çarboğa da son cümleyi yazdıktan sonra öyküyü zihnimizde devam ettiriyor. Yazılmayan ama hepimizin yazıldığını kabul ettiğimiz şu cümle ile: “Zaten herkes aslında yarım. Kim tam ki?!”

 

Rahmetle yeniden anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

 

 

KAYNAKLAR:

  • İshak Kuşunun Çağırdığı Çocuk, İncir Yayınları, 2018
  • Kadem, Temren Yayınları, 2018