Obruk
Öykü

Obruk

Gamze Erhan

Mutluluğu herkes tarafından görülebilirdi. Gülmekten ağzını kapatamıyordu, farklı bir ışık vardı gözlerinde, kristal yerleştirmişlerdi sanki gözbebeğine. Yaşamın tüm renklerini alıp coşkuyla yansıtıyordu. İş bulmuştu.

 

Otuz bin liraymış maaşı, üstelik servisi de varmış, güzergâh değiştirip evin önünden alacaklarmış; en çok buna sevinmişti, kendini daha güvende hissetti. Yakında çalışmaya başlayacağı binadan dışarıya çıktı, yürümüyordu, yerden iki santim yüksekten uçarak gidiyordu.  Ama arkasında kara bir gölge, ağır ağır onun peşinden geliyordu. Kadın onu yok saymayı tercih etti. Bu güzel anın tadını çıkaracaktı. Bir şey olmayacaktı, kızını büyütecek, kirasını ödeyecek, canı isteyince yarım kilo baklava alacaktı, hatta dört kalem pirzola. Arkasına bakmadan, rahatça sokaklarda dolaşabilecekti. Artık gerek yok, diye telefonundaki tüm tehdit dolu çirkin mesajları silecekti, kırılan kolu yağmurda sızlasa da artık gözlerindeki yaşa dönüşmeyecekti. İyiye gidiyordu her şey, böyle düşününce ürperdi, korktu. Şanslı değildi hiç, peki niye iyi şeyler şimdi kendini buluyordu. Bu bir oyun muydu yoksa?

 

Yazmayı bıraktım bir süre. Puslu görmeye başladım, kırpınca kirpiklerim battı. Gözlerimi kapattım bir süre, o sırada yarattığım kadını düşledim. Açınca gözlerimi bir baktım tam karşımda. Kumral saçlarını açmış, yüzüne allık sürmüş, öndeki eğri dişine aldırış etmeden alabildiğine gülüyordu. Hali gazetedeki fotoğrafından çok farklıydı. Konuşmaya başladım onunla.

 

“Hep aynı hikâye, sonu belli.”

“O kadar emin olma sonunu bir kadın yazıyor.”

Yeniden döndüm klavyemin başına, bakışları üzerimde yazmaya başladım.

 

Bu bir oyun muydu yoksa? Kendi kendine söylendi, kötüyü çağırmayayım şimdi, iyi düşün iyi olsun, iyi düşün iyi olsun diye tekrarladı durdu. Hem zaten o kadar kötü bir adam da değil, kızımı hiç dövmedi, derdi benimle, beni çok seviyor, derken ritmik adımları yavaşladı, sonra durdu. Bu söylediğine kendi de inanmadı. Kendinden başkasını sevemez o pezevenk, diye ekledi. Yoluna devam etti.

 

“Aylık gelirim olacaktı artık, paraya muhtaç olmayacaktım, dolaba giren erzak, üstüme giydiğim kazak için herifi sineye çekmeyecektim. Herhangi bir aksaklık çıkmasın diye dua ediyordum. Sabıkamı bile bile işe almışlardı, minnetimi nasıl ifade edeceğimi bilemiyordum. Her şey sil baştan; yeni iş, yeni hayat, yeni çevre. Belki yeni bir eve taşınırdım, kız arkadaşlarım olurdu, beraber hafta sonu gün yapardık.  Annemin günlerini sıkıcı bulurdum eskiden. Yaşlanıyorum galiba. Yaşlanmak da güzel.”

 

Gölge yakınlaştı. Ne uzak ne yakın, sinir bozucu bir mesafedeydi. Adımlar hızlandıkça aralarındaki mesafe daha da kısalıyordu. Markete girdi, artık buradan eli boş çıkmayacaktı, hatta bugünün şerefine kek yapmak istedi. Un aldı, bir parça da çikolata. Kızı pek sevinecekti, mis gibi çay demleyip kek yiyeceklerdi. Yorganın altında birbirlerinin ayaklarını ısıtacaklardı.

 

“Yumurta da alsaydı, evdeki bayattı.”

 

Marketten çıktı, artık gölge arkasında değil, tam önündeydi. Tek şeritli yolun karşı kaldırımında onu gördü.  Bakışları hoşuna gitmedi, korktu. Belli etmemeye çalışsa da nafile, herif korkunun kokusunu almıştı. Sırıta sırıta ona doğru yürümeye başladı. Kadın dondu kaldı, hiçbir şey düşünemiyordu, yarım saat önce mutluluktan atan kalbi şimdi korkudan atıyordu; ama ne atmak. Ne yapacaktı şimdi, adını sorsalar cevap veremezdi. Herifin bir eli cebindeydi, ne vardı o cebinde? Elini yavaşça çıkardı, sustalının ucu parladı. Kadın suyun dibindeydi, ne sesi çıkıyor ne de adım atabiliyordu.

 

“Biliyordum, çok mutlu olmamdan belliydi başıma geleceği.”

 

Birden yer çatırdadı, büyük bir gürültü ile herifin ayağının altı çöktü. Havaya kalkan toz toprak yatışınca kimse gördüklerine inanamadı. Yolun ortasında bir obruk ortaya çıktı; öyle karanlık, öyle derin.

 

“Obruk mu? Şehirde! Obruk ovalarda olur bildiğim.”

“Kesin kurtul istedim, aklıma ilk bu geldi. ”

“Otobüs ezseydi, hatta iş makinesi…”

“Yerin dibine doğrudan göndermek istedim.”

Gülüştük.

“Polisi de arayabilirdi. Bir tuşa basmasına bakar, ekip hemen yanında.”

“Polis herkesi koruyamaz ki.”

Bir süre konuşmadı, daldı gitti. Yüzündeki gülümseme de yoktu artık. Gözlerinin parlaklığı su damlasına dönüştü.

“Doğru… Beni koruyamadı. Elektronik kelepçesini köpeğine tasma yapmış meğer bir baktım karşımda. Obruk iyi. Çıkamaz de mi oradan?”

“Çıkamaz…”

“Sonra ne oldu?”

Kadın bakmadı arkasına, yapacağı en büyük hata, dönüp ona acımaktı. Yoluna devam etti.

 

Son

Bilgisayarı kapatınca, o da yerinden kalktı. Geride, üçüncü sayfa haberciliğinin artık dört sayfaya taşındığı gazete kaldı.