Öğretmek İçin Değil Hatırlatmak İçin Yazılmış Bir Roman; 995 Km
Murathan Mungan

Öğretmek İçin Değil Hatırlatmak İçin Yazılmış Bir Roman; 995 Km

Gülser Kut Arat

“Herkesin birbirinin avı olduğu zamanlardan geçiyoruz”

                                                                                               Murathan Mungan

995 km adı bir yol hikayesini çağrıştırsa da aslında siyasi bir roman. 90’ları yaşayanlar için çok farklı, bilinmedik bir hikayesi yok kitabın, belki bir nevi bellek tazeleme denilebilir. Kitap, hikayesiyle 90’lı yıllardan bugüne devlet ve örgütlerin derin bağlantılarını, faili meçhul cinayetleri, Türkiye’nin yakın tarihini anlatıyor. Roman, Sami Baran (Musa Anter) cinayetiyle başlıyor. Kürt asıllı yazar, şair, gazeteci Musa Anter, 20 Eylül 1992’de uğradığı silahlı saldırı sonucu Diyarbakır’da öldürülmüştü. Romanın esin kaynağının Musa Anter olduğunu, bu cinayetin bugüne kadar işlenmiş cinayetler için bir sembol olduğunu yazarın kendisi de belirtiyor.

 

O yılları yaşamış biri olarak kitabı okumaya başladığımda cinayetler, gizli örgütler, tetikçi karakter beni o gerçekliğin içine çekerek, o günleri yeniden yaşamama neden oldu. O korkunç kâbusun içinde buldum kendimi.

 

995 km dört günde geçiyor. Yazar katile ve diğer karakterlere isim vermemiş, zira Mungan’a göre bunun bir önemi yok. Sistem aynı kaldıkça, çark böyle işlemeye devam ettikçe hiçbir şey değişmiyor. Yazar cinayeti işlemiş katilin omuzundaki kameradan anlatıyor. O nereye giderse ne yapıyorsa onu yazıyorum, diye ifade ediyor.

 

Romanla ilgili bir gerçeği tekrar etmek istiyorum. 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da kaldığı otelinden alınan Anter, Seyrantepe mevkiinde Cumhuriyet Mahallesi 36. Sokak’ta öldürüldü. Anter’in yanında bulunan gazeteci yazar ve siyasetçi Orhan Miroğlu bahsi geçen suikastta yaralandı. Musa Anter’in Jitem tarafından öldürüldüğünü eski Jitem elemanı Abdülkadir Aygan açıkladı. Bu açıklamasında cinayetin “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlandığı ve işlendiği belirtildi. Bu bilgiyi yazma zorunluluğu duydum. O dönemde Mit ve Jandarma tarafından asker polis karışımı devlet adına hareket eden timler vardı. Bu yapılar 1980 darbesi sonrası, bölgede görev yapan Güneydoğu’da uyuşturucu, silah ve mazot kaçakçılığına karşı mücadele eden bir süre sonra da bu işlerin ortağı haline gelen timlerdi. Bir dizi suikast, ölüm planı, radikal İslami cemaatler, Kürt iş adamı ve politikacı suikastları, feminist İslamcı kadın yazar cinayeti, emniyet müdürü cinayeti o dönem peş peşe yaşananlar romanın gerçekliğini oluşturmuş.

 

Roman iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda tek bir kahraman tetikçiyi ele alıyor. İslamcı tarikatta eğitilmiş, aynı zamanda devlet adına çalışan tetikçinin Diyarbakırlı Sami Baran isimli güçlü Kürt iş insanının infazıyla başlıyor 995 km. Bu cinayetin ardından, katilin otobüsten otobüse, şehirden şehre aktarma yaparak Diyarbakır, Gaziantep, Adana ve en son Alanya’ya uzanan 995 km’lik yol boyunca yaşadıklarına odaklanıyoruz. Yazar anlatısını, Sami Baran suikastından itibaren, tetikçinin Güneydoğu sokaklarında izini kaybettirmesi örgüt ve çevresiyle kurduğu gizli kapaklı temaslara kadar ince ince dokumuş. Siyasi suikastı gerçekleştiren Cihadın Askerleri isimli cemaatin tetikçisi olan Jak ve Tem kısaltmalarıyla Jandarma ve Emniyet’te istihbarat birimlerinde de çalışan, iki taraflı bir tetikçiyi izliyoruz.

 

Yazar, kolayı okuyup yutan okura hitap etmiyor. Problem çözer gibi okuyan okuyucuya göre yazmış romanı. Silik, sessiz bir çocuktan nasıl seri katil yaratıldığına tanıklık ediyoruz.

 

Tetikçi failin zihninden, zekasından, gözünden bir okuma yapmak durumunda kalıyoruz. Bugüne kadar devlet adına yaptığı infazlarda kurbanlarının üzerine hep üç kurşun sıkmıştı. Cinayetin ardından, yolcu otobüsünün cam kenarındaki koltukta oturan tetikçi, “Rabbim, şükürler olsun ki 41’i tamam ettim,” diyor. 41.cinayetinin hemen ardından çıkacağı bu yolda 995 km’nin başlangıcı oluyor.

 

Özellikle tetikçi, takip edilme korkusu duyan, kimseye güvenmeyen, her an tetikte olan, inandığı değerler uğruna insan öldüren, sonra da bunu “Her kim bir insanı öldürürse, tüm insanlığı öldürmüş gibidir,” inancına dayanan İslam’ı, kendisine öğretildiği gibi algılayan bir tetikçi profiliyle karşı karşıya kalıyoruz.

 

Tetikçinin her cinayet sonrasında, hamamda yıkanması tetikçinin psikolojisi ve polisiye edebiyat üzerine güzel bir bölümü oluşturuyor. Temizlenip paklanma isteğini adını bilmediği belki bilse ürkeceği o duyguyu, o ruh halini yeniden yaşamak için gidiyor hamama.

 

“Tellaklar gözüne sabun değdirmedikleri sürece, gözlerini bir an bile kapanmamalı. Gaflet en iyi avcı çünkü”. Biliyor. “Sizi düşmanınızdan önce gaflet yakalar,” diye kendini uyarıyor.

 

Çocukluğunu yaşamamış, herhangi bir el tarafından başı bir gün olsun okşanmamış olduğunu hamam hatırlatıyor. Bedeninin içinde bir yabancı gibi yaşıyor.

 

995 km, 1990’lar siyasal cinayetlerini ele alırken, günümüzde de varlığını hissettiğimiz İslamcı örgütleri en detaylı şekilde ele alıyor. Romanda tetikçinin eğiticileri Nihat Astsubay ve adı verilmeyen emniyet görevlisinin sarf ettiği sözler dikkat çekiyor. Nihat Astsubayın “Eğer örtünüp saklananı ininden çıkarmaya yaramayacaksa kendi üstünü açmayacaksın” Bu sözler tetikçinin gözünde değer kazanır. Emniyet’te görevli eğitmenin domuz bağıyla bağlanıp işkence görüp öldürülen İslami feminist yazarı anlatan bölüm ”Hemşireler kan almak için nasıl insanın kolunda damar yokluyorsa sende sorguladığının içinin damarını bulmaya bakacaksın, insan yarayı kolay kabaran yerinden alır, işin sırrı budur” sözleri, yazarın nasıl titiz bir araştırma çalışma yaptığını gösteriyor.

 

Romanın ikinci kısmında romanın kurgusu çeşitleniyor. Gazeteciler, kötüler, iyiler, politikacılar, mesleki ilişkiler devreye giriyor. Gazeteci Umut, Kerem, yerel muhabir Rojda’yla iletişimleri ve onun ortadan kayboluşu anlatılıyor.

 

Birçok insan 90’lı yılları televizyonlardan ve sermaye sınıfının gazetelerinden okuduğu, izlediği kadar öğrendi. Siyasi erkin toplumun hafızasını silmeye çalıştığı ortamda yaşanılanların iç yüzünü çoğu insan bilmiyor. Özellikle 90’lı yıllarda doğan bir kuşağın bilgisi eksik. Türkiye eşitsizlik, adaletsizlik karşısında sessizliğini koruyor. Siyasi kimlikler, roller değişiyor ancak yaşadığımız iklim yerinde durmaya devam ediyor.

 

Yazar bir söyleşisinde, “Türkiye’de iyi insan kalmak zor.” demişti. “Vasatın iktidarında yaşıyoruz. Türkiye’de vasatlar için yaşamak çok kolay.” diye de ilave etmişti. 995 km iyi insan kalabilme çabasının değerli bir ürünü.