İlk öykü kitabı Deliler, Bavullar ve Tanışma Biçimleri’ni, “Bavul dolusu öykü getirdim sana,” diyerek imzalamıştı Sevgili Beyhan Keçeli. On sekiz demir leblebi gibi öyküden müteşekkil ancak yüz sayfayı bile bulmayan kitabı bitirmem iki haftadan uzun sürünce kendime dedim ki bu kitapta içindeki öykülerden fazlası var.
Beyhan Keçeli ile yazarlığını, öykülerini nasıl devşirdiğini, öyküye özgü okuma biçimlerine ilişkin fikirlerini konuştuk. Buyurun siz de katılın söyleşimize.
– Çocukken, büyüyünce yazar olacağım diyenlerden miydin Sevgili Beyhan? Yoksa yazarlığı seçmende mesleğin, Türkçe öğretmenliği mi etken oldu?
Sevgili Elif, öğretmen olmak çocukluk hayalimdi. Yazarlığı ise meslek olarak görmüyordum. Sanki yazarlar başka gezegendendi ve yemeyen, içmeyen, para kazanmayan, dünyevi dertleri olmayan varlıklar gibi gelirdi. O gezegene beni almalarının hayalini kurdum elbette. Uzak bir hayaldi. Sanki hayalin yakını olurmuş gibi. Mesleğimin yazarlığı hızlandıran bir tarafı var. Çok okuyup yazmak ve insan yavrularıyla vakit geçirmek zihnimi ve hayal dünyamı daima tetikliyordu. Şundan da eminim ki başka bir mesleğim olsa da ben hep yazardım. Yazar olur muydum bilmem ama hep yazardım.
– – Okurla tanışma biçimi olarak romanı ya da bir başka türü değil de öyküyü tercih etmenin sebebi nedir?
İnan bana, bunu tam olarak ben de bilmiyorum. Şiir yazdım, başlayıp bitiremediğim roman çalışmam var, deneme, inceleme vs. türlerinde de yazdım, yazıyorum zaman zaman. Sabırsızım, o yüzden öykü diyeceğim fakat 2-3 yılda biten öykülerim de oldu. Ben gerçekten sözü kısa tutmayı seviyorum. Vakit az, ömür kısa. Öykü gerçekten çok zor bir tür, okurdaki etkinin uzun sürmesini sağlamak noktasında romana göre dezavantajlı. Ama yine de öykü.
– – Öykücülüğünden etkilendiğin yazarlar var mı? Kimler?
Oğuz Atay’ın Unutulan’ı, Pınar Kür’ün Bir Deli Ağaç’ı, Borges’in Araya Giren’i diyerek söze başlarım. Ustalarımızdan Selçuk Baran ve yeni keşfettiklerimden Mariana Enriquez de etkileyicidir. Daha çok var elbette. Ben biraz maymun iştahlıyım aslında. Sevdiğim yazar çok, hepsini tek tek anmak mümkün değil.
– – Kitabın çıkmadan önce de öykülerin edebiyat dergilerinde yayımlanıyordu. Onları bir kitapta toplamaya neden ve nasıl karar verdin?
Müthiş haz duyduğum bir süreçti o. Devam edeceğim dergilere yazı göndermeye. O hazza doyamadım sanırım. Ama yayımlanan öykülerin kitaplaşması için daha vakit var diye düşünürken arkadaş çevrem ve yazar arkadaşlarım tarafından ilk doğumun bir an evvel gerçekleşmesi için sürekli teşvik ediliyordum. Bunun üzerine bir dosya hazırladım ve çıktım yola.
– – Artık “kitaplı” bir yazar olduğuna göre bize bunun “kitapsız” bir yazar olmakla arasındaki farklardan – varsa- bahsedebilir misin?
Kitapçıların ve kütüphanelerin raflarında yer kaplıyorum artık. Dünyada kapladığım yer kadar. Bir de öykülerimin en azından bir kısmını bir arada görmek güzel oldu. Haa bir de imza atıyorum, o kadar. Bu dünyadan bir Beyhan geçti diyecekler. Daha ne olsun.
– – Peki kitabı olsun isteyenlere, diğer bir değişle kitaplı bir yazar olmanın hayalini kuranlara söylemek istediklerin var mı?
Yazar olacağım ve kitap yayımlayacağım diye yola çıkmanın çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Daha doğusu ben öyle ilerlemedim, diyeyim. Elbette böyle bir motivasyonla yazın macerasına atılanlar da var, vardır. Ama ben bu sürecin kendiliğinden ilerlediğini ya da öyle olursa daha güzel olacağını düşünüyorum. Yani, dolarsınız ve bir şeyler yazarsınız, kabınıza sığmaz, yayımlatırsınız, biraz daha taşar, kitaba dönüştürürsünüz. Tıpkı bir fidanın yeşerip büyümesi gibi. Fidanın ağaç olmaya dair bir motivasyonu yok ki. Büyüyor işte. Doğal, sakin, akışta.
Bir kitap yayımlamak değil mesele. Gerçekten okura ulaşmasını istediklerinizi yazmak mühim, nitelikli metinler zaten yolunu, yuvasını buluyor.
– – Malum, ilk kitaplar önemlidir. Seninkinin adı oldukça uzun. Akılda kalıcılık açısından biraz da riskli olan bu isme nasıl karar verdin?
Okur, kitabın önce ismiyle karşılaşıyor. Kitaba dair ilk izlenim kapakta. Adıyla müsemma olmalı yani. Tersköşe kitap isimlerini de severim ama incelikli ipuçları da iyidir.
Editörüm Mahmut Bey, İhtimalli Öykü’den hareketle ve diğer öykülerdeki insanın diğer her şeyle, durumla, varlıkla, olguyla tanışma biçimlerine yoğunlaşmıştı. Tanışma Biçimleri’nin güzel bir kitap adı olacağını söyledi. Ben ise delilerimi ve bavullarımı ekledim. Delilerim var benim ve bavullar gitmenin sembolü. Tanışma biçimlerimizin bazen tüm akışı yönlendirdiğini iddia eden, delirmeden ve gitmeden yol alınamadığını deneyimleyen bir kalemin öyküleriydi. Deliler, Bavullar ve Tanışma Biçimleri benden böylece çıktı, adıyla yaşasın.
– – Bütün yazarlara sorulan soruyu atlamayalım; öykülerini nasıl yazıyorsun? Öyküler mi seni buluyor yoksa sen mi onları?
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki öykü kahramanları her yanımızda. Etrafımız sarılı. Acı çok, yük çok, yorgunuz. Azıcık bakınmak yeterli, biraz dinlemek kâfi. Metroda insanların yüzleri, otobüste duyduğunuz bir cümle, nikâh salonundaki bir gülümseme, morg kapısındaki bir çığlık, çocuk parkında tellere takılmış bir uçurtma, ihtiyar bir el veya bir isyan öyküyü getiriyor. Birçok yazar gibi ben de gözlem ve hayalden beslenerek yazıyorum. İlham çoğunlukla gelen bir şey değil, gidip bulunması gerekiyor. Biraz da başka biri olmak ve farklı libaslar giymek hevesiyle kurmacaya kaçıyorum. Başka hayatlar ve başka ben’ler lazım bana. Öykü bunu veriyor.
– – Zor bir soru biliyorum ama kitaptaki öyküler arasında senin için yeri ayrı olan ya da olanlar var mı? Hangileri? Neden?
Çok zor bir soru Elif. İhtimalli Öykü ve Beni Tek Görünceye Dek bazen daha canım ciğerim oluyor. Bazen Recai bazen Mektup Hırsızı. Cücem ve yosmam da kıymetli. Gördüğün gibi ben birini seçemiyorum. Neden bir öykü bende daha öne çıkar sorusunun cevabı da sanırım o öykünün kendini var edebilme gücüyle ilgili. Yaşamaya devam edebilen öykülerin yeri hep ayrı olacak tabii ki.
– – Kitabını bitirdiğimde bu kitapta içindeki öykülerden fazlası var, diye düşünmüştüm. Nedeni de öykülerinin bir oturuşta okunamayacak kadar güçlü olması, etkilerinden kurtulmanın zaman almasıydı. Bu konuda ne söylemek istersin?
Yorumun için teşekkür ederim. Bir öykücü için okura anlattığından fazlasının ulaşması muazzam doğrusu. Etkisinin uzun sürmesi ve aradan zaman geçtiğinde bile oradaki bir kahramanın, bir olayın hafızalarda hâlâ kalması öykü yazarı için onur verici elbette. Sanırım bu da inandırıcılık ve samimiyetle ilgili. Okurla kurulan bağın büyülü anahtarı burada. Yazarın samimi olmadığı metinlerin kalıcı olması oldukça zor.
– – Öykü okuma biçimleri ve bunun öykü okurluğuna etkileri konusunda ne düşünüyorsun?
Öykünün kısa bir tür olması zaman zaman haksızlığa uğramasına sebep oluyor. İyi bir öykü okurunun öyküler arasına biraz zaman koyması gerektiğini düşünüyorum. Bir öykünün zihninizde mayalanmasına müsaade etmelisiniz. Parfüm denerken arada kahve koklamak gibi. Kokular birbirine karışmamalı. Bir öykü bittikten sonra biraz ara vermek, belki biraz düşünmek, başka türde bir şey okumak ve sonra diğer öyküye geçmek. Küçürek öykülerde bu usulün elzem olduğunu düşünüyorum. Ayrıca öykücülüğümüz yalnızca öykü yazarlarının sırtında olmamalı. Belki biraz da öykü nasıl okunur üzerine kafa yormalı, çalışmalıyız.
– – Son olarak Beyhan Keçeli kendisini öykücü olarak mı tanımlıyor? Yoksa diğer türlerde de yazıyor ya da yazmayı planlıyor musun?
Her ne kadar diğer türlerde de yazsam nicelik olarak öykü önde. Nitelik olarak da geliştirmeye çalıştığım tür, öykü. Ben öykücüyüm evet. Diğer türleri öyküyü beslemek için, bazen öyküyü özlemek için yazıyorum. En azından şimdilik böyle. Sonrasını hep birlikte göreceğiz. Doğal, sakin, akışta
Teşekkürler