Orkestra
Öykü

Orkestra

Neşe Snaet

Yılın bu mevsimi pek gelmezdi buralara, daha çok tatilcilerin geldiği kalabalık zamanları tercih ederdi. Şimdi ıssız sahilde o, dalgalar ve rüzgârın sesi vardı sadece, iki çalgılı orkestranın tek dinleyicisiydi. Uzandığı yerden rüzgârın tenini nazikçe okşamasını hissetti, tebessüm ettirdi bu his ona.

 

Başını kaldırıp göğe baktığında rüzgârı kesen görkemli Musa dağını gördü. Bu kocaman dağ, babasının öfkeyle bağıran sesini de kesebilir miydi?  Rüzgâr, kulaklarından hiç gitmeyen o sesi bir anlığına alıp götürdü.

 

Sabahki seansta katılımcılardan biri, bu dağı nasıl tırmandığını büyük bir heyecanla anlatmıştı. Kendini, dağı tırmanırken hayal etmeye çalıştı ama bir türlü gözünün önüne gelmiyordu dağa tırmanan güçlü hali.  Kendini görebildiği tek yer esneyen, uzanan belki biraz da yüzen Nare’ydi. Yüzmeyi her zaman çok sevdiğini söylerdi ama deniz olmayan bir kentte yaşıyordu hala.

 

Meditasyonda, karasal iklimi neden terk edemediğini de düşünmüştü. Hocası, bedenine ve isteklerine yoğunlaşmasını istemişti başlangıçta. Bedeni, Nare’nin istediklerini yapamayacak kadar güçsüz ama aynı zamanda onları bastıracak kadar da güçlüydü. Duygularının dışarıya sızmasını engelleyen çelik duvarları vardı. O çelik duvarlar ki, onları gün be gün örmüştü. Şimdi ise rüzgâr sadece tenini değil, içeride hapsolmuş duygularını da okşuyordu. Onları harekete geçirmeye, bedenini sarsmaya başlamıştı.

 

En derinlere doğru sızıyordu rüzgâr: Okuldan eve altına kaçırmış olarak geldiğinde, babasının öfkeyle bağıran sesini duymamak için kulaklarını tıkayan, geceler boyu korkuyla ağlarken annesinin gelip başını okşaması bekleyen Nare’yi ziyaret etti. En derinler kıpırdandı, biraz yer değiştirdi, incelen duvarlardan sızmaya başladı.

 

Nare başında dikilen gölgenin karanlığıyla gözlerini açtı, gölge ısmarladığı çayı uzattı ona,  bu güzelliğe karşı en iyisi çay içmek, diye mırıldandı Nare. Babası onun demlediği çayları içmezdi, beceremezdi Nare çay demlemeyi, ama şimdi dünyanın en güzel çayını içiyordu, son içtiği çay olduğundan belki de ona öyle gelmişti.  Sonra boşalan bardağını kuma koydu ve denize doğru yürümeye başladı. Savunmasız, güçsüz, tüm duygulardan arınmış bedenini dalgalara bıraktı. Bir an nefesi kesilir gibi oldu ama zorlamadı kendini. Bunca yıldır nefes alabilmek için zorlanmıştı, ama artık hiç gücü kalmamıştı Nare’nin. Nefesini bırakmanın rahatlığını hissetti bir an,  kendini bıraktı bıraktı. Dalgalar, rüzgâr ve Nare, şimdi üç çalgılı bir orkestraydı. Gölgeyse çok gerilerde kalmıştı artık.