“Geçmiş hiçbir zaman olduğu yerde durup yeniden keşfedilmeyi, aynıyla, olduğu gibi tanınmayı beklemez. Tarih her zaman belli bir “şimdi”yle onun geçmişi arasındaki ilişkiyi kurar. Demek ki “şimdi”den korkmak eskiyi bulandırmaya yol açıyor,” demekte John Berger. Augustinus ise, “…şimdiki zaman, var olabilmek için geçmişe karışması gerekiyorsa mevcudiyetini yok oluşuna muhtaç olan bir “Şimdi”nin varlığından nasıl bahsedilebilir? Demek ki zaman yokluğa meylettiği ölçüde var olan şeydir,” der.
Paul Auster, “4 3 2 1” metninde, zamanın iki yönde ilerlediğini yazar, “çünkü geleceğe doğru atılan her adım geçmişin bir anısını da taşıyordu,” bu adımın atılma anı da “şimdi”yi işaret etmektedir. Augustinus’un söylediğinin aksine, “4 3 2 1” bir “şimdi”nin tarifi ya da John Berger’in tanımladığı gibi korkudan dolayı geçmişi bulandırma eylemi değildir. Metinde anıların sürekliliği yoktur. “Anılar” bir yerden başka bir yere sıçramakta ve aralarında büyük mesafeler olan zaman dilimlerinde geçmektedir. Metindeki farklı olaylar daha çok rüyalar gibi gelişmektedir, yani her zaman belirgin olmayan bir mantıkla oluşmaktadır. Yani şimdiki zaman var olabilmek için geçmişe karışmıyor, aksine “geçmiş” şimdiki zaman olarak metinde kurgulanıyor. “Şimdi”nin varlığı, Ferguson’un anılarının, mesafesi farklı zaman dilimlerinde bir yerden bir yere sıçraması ile oluşturulmaktadır.
Metin bir fıkrayla başlar: 20.yüzyılın başlarında, Ellis Adası’ndaki yaşlı göçmen, genç Rus göçmene, Amerika’ya daha kolay kabul edilebilmesi için adının Rockefeller olduğunu söylemesinin doğru seçim olacağını söyler. Rockefeller adı, ülkenin ve diğer kilitli kapıları kolaylıkla açacaktır. Genç Rus, mülakat için göçmen bürosundaki görevlinin karşısına oturunca, yaşlı adamın söylediği adı anımsayamaz. Memur adını sorduğunda, Eskenazi dilinde yanıt verir, “Ikh hop fargessen” (Unuttum)! Ellis Adası’ndaki memur dolmakalemi ile göçmen kayıt defterine Rus’un adını Rockefeller yerine, Ichabod Ferguson diye kaydeder. “4 3 2 1”de, Paul Auster, fıkradaki insan yazgısı ile insanın yaşamda ilerlerken karşısına çıkan sonsuz yol ayrımlarına nasıl dönüştüğünü irdeler. Metindeki Rus göçmen, bir anda parçalanıp her biri diğerinin eşi olan ama farklı adlardaki üç farklı kişiye dönüşür. Rockefeller, Ferguson ve Rusya’dan Ellis Adası’na gelen, söylenmesi zor bir adı alan X. Fıkradaki memur, onun konuştuğu dili anlamadığından X’in adı Ferguson olur. Bürokratik bir hatadan dolayı X, yaşamı boyunca o isimle yaşayacaktır: “Acayip, gülünç ya da trajik” bir başlangıçtır bu!
Metnin tamamı, 3 Mart 1947 günü annesinin rahminden çıkarıldığında üzerine yapıştırılan X’in adından farklı biri olarak Ferguson ya da Rockefeller olarak dünyaya gelse nasıl biri olacağının yanıtlanmaya çalışılmasıdır. Sapılan ve sapılmayan yol ayrımlarında ve birbirine paralel uzanan yollarda aynı kişilerin, görünen kişilerle gölge kişilerin aynı zamanda yürüdüğünün kurgulandığı metinde gerçek, olabileceği halde olmayanı da içerdiği için görünen dünya asıl dünyanın ancak bir bölümü olabilirdi, hiçbir yol diğerlerinden daha iyi ya da daha kötü değildi; fakat tek bir bedende yaşamanın işkencesi başka yollarda başka bir yere gidebilecekken verili bir anda salt tek bir yolda yürümenin zorunluluğuydu. Bu zorunluluk da kahramanın metin boyunca sürecek yazgısıydı. Kesin olansa, hayali Ferguson’lar, teker teker ölüyordu. Ancak anlatıcının onları gerçek gibi sevmeyi öğrenmesi gerekiyordu, onların ölümünü görmeye katlanamayacak duruma geldikten sonra Ferguson’lar ölmeliydi ve ayakta kalan son kişi Paul Auster’in ta kendisi olacak ve kendisiyle yalnız kalabilecekti. “4 3 2 1” adı da buradan gelir.
Yaşam her yerde nasıl olabiliyordu? Yaşayanlarla ölüler her zaman nasıl birleşebiliyordu? Ferguson, yakın dostu Noah’a durumu şöyle açıklar: “Diyelim ki bir iş görüşmesine gidiyorsun. Ömrün boyunca hayal ettiğin bir -örneğin Daily Planet’in Paris muhabirliği. İşe alınırsan dünyanın en mutlu insanı olacaksın. Olmazsa da eve gidip kendini asacaksın.” Paul Auster’in sözünü ettiği iki yol ve hangisi seçilmeli sarmalında bir üçüncü gözün varlığı kaçınılmazdır. Nasıl mı? İki seçenek vardır, ana yol ve arka yol. Diyelim ki, ana yolu seçen Noah, randevusuna tam zamanında yetişti ve işi aldı. Bu durumda seçimin doğru veya yanlış olduğu düşünülmez. Ya da arka yoldan gidilse de görüşme gerçekleşirse durum değişmez. Hatta iki doğru seçimden dolayı yaşam boyunca bu seçenekler akla bile gelmez. Ama mesele bu noktada ilginçleşecektir. Diyelim ki, Noah, ana yoldan gidiyor ve zincirleme bir trafik kazasından dolayı randevusuna geç kalacak ve kendi kendine ana yolu seçtiği için küfür edecektir. Arka yoldan gitme seçeneğini düşünen Noah’ın, o yolun da doğru seçim olacağını bilme şansı yoktur. Arka yolda ne olduğunu görme yetisi yoktur. Doğru seçenek olarak gördüğü arka yolda bir kızılağaç devrilmiş olabilir, bir arabayı ezmiş ve sürücüsünü yaralamış olabilir. Belki de kızılağaç tam da Noah arka yoldan geçerken onun üstüne devrilecekti. Ya da ağaç falan düşmez ve ana yolu seçmek yanlış bir seçimdi veya arka yolda devrilen ağaç bir başka arabanın üstüne düşmüştür ve Noah üç saat boyunca trafikte kalmıştır ve randevusuna yetişememiştir. Arka yol yanlış seçimdir ve keşke olasılığını bu sefer ana yol için düşünecektir.
Doğru seçimler yapılıp yapılmadığı asla bilinmez. Bu olgunun bilinmesi için tüm gerçek olanların/olacakların bilinmesi gerekir. Tüm gerçekleri öğrenmenin tek yoluysa, aynı anda iki yerden birden olmayı gerektir ki, bu da olanaksızdır. Olanaksız olan bu sarmal, “4 3 2 1” metninde olası yanlışların ve doğruların nasıl olacağı üzerine kurgulanır.
Archibald Isaac Ferguson, Paul Auster tarafından yeraltı dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilen Sisyphos’dur. “Dünyayı en tutkulu gerçekçi kadar yakından gözlemlemesi ama yine de farkı hafifçe çarpıtan bir mercekten geçirerek görmenin yöntemini bulması için” cezalandırılan Sisyphos’dur. Bilinen konuları işleyen kitaplar insanlara zaten bildiklerini öğretiyordu, bilinmeyen konulardaki kitaplar ise bilmeye ihtiyaç duyulmayan şeyleri anlatıyordu. “Ferguson’un istediği, sadece duygulu varlıkların ve cansız nesnelerin görünürdeki dünyasına değil, aynı zamanda görünenlerin içinde gizli olan uçsuz bucaksız ve gizemli güçlere de yer açan hikâyeler yazmaktı.” Bu istek, Sisyphos’un her gün tepeye iteklemek zorunda olduğu kayadır ve her tepeye ulaştığında tekrar aşağı yuvarlanmaktadır. “4 3 2 1” de, Paul Auster, Furguson’ları bu kısır döngüden kurtarmak adına, kayanın (öykülerinin) her tepeye çıkarılmasında ölümlerini yazarak, cezalandırılmalarına son verir.
Dört hayat hakkındaki “4 3 2 1” insanların hem okuyacağı hem de farklı bir yaşamları olsaydı nasıl olurdu diye düşünecekleri bir metin; üç boyutlu bir mekân gibi içine girilebilen, dünyayı yansıtan ama zihnin yarattığı güvenilmez bir muamma, güzellikler ve tehlikelerle dolu kaygılandırıcı betimlemeler ve yavaş yavaş kendi içinde “4 3 2 1” diye sayıp, Paul Auster’i büyüterek tekliğe ulaştıran bir kitap! “4 3 2 1” romanı, Paul Auster’ın, J.M. Coetzee’ye 10 Ocak 2009 tarihinde Paris’ten yazdığı mektupta dediği şeydir: “Gerçek hayatımızda da kurguya benzer şeyler başımıza gelebilir demek istiyorum. Ve şayet kurgu gerçeğe dönüşürse, belki de o zaman gerçeğin ne olduğunu yeniden düşünmemiz gerekir.”
Kaynak: 4 3 2 1, Paul Auster; Çevirmen: Seçkin Selvi; Sayfa Sayısı: 1128; 3. Baskı: Ocak 2018