Pazartesiydi…
6 Şubat

Pazartesiydi…

Faruk Bal

Pazartesiydi.

 

Geç uyanmış, pazarmış gibi evden çıkmamıştım. Hava kapalıydı. Yeni gelen şiir kitaplarını karıştırmış; ne olduğunu anımsamadığım başka şeyler de yapmış, oyalanmıştım. Dosya konuları için benden yazı isteyen bir e-dergiye neler yazabileceğimi düşünmüştüm bunlarla oyalanırken.

 

Aklımda çok şey kalmamış.

 

İkindi civarı yazı için bilgisayarın başına oturup dört-beş saat yazıyla boğuşmuş; ama bitirememiştim boğuştuğum o yazıyı. Yazı uğraşından sonra ne yaptığımı da pek anımsamıyorum. Koltuğa uzanıp belki bir film izlemişimdir, internette bir şeylere bakmışımdır,  bilgisayardan filmi izlerken uyuyakalmışımdır. Ya da yine uzandığım yerden bir kitaba gözlerimi daldırmışken…

 

Anımsamıyorum.

 

Nasıl uyandığımı da…

 

Tuvaletim geldiği için mi uyanmıştım yoksa gördüğüm bir rüyada evin yıkıldığını sanışımdan mı?

 

Ama uyanmıştım. Toprağın derinlerinden gök gürültüsüne benzer sesler geliyordu. Sallanıyordu her yer! Niye terasa çıkmıştım o sallantı anında? Başımı ellerimin arasına alıp terastaki lambanın sallanışına bakmıştım. Sesi dinliyordum. Sahi lambaya bakmış mıydım? Elektrik kesilmiş miydi? Lambaya bakmışım gibi kalmış aklımda.

 

Uzun sürmüştü.

 

Şaşkınlığım, sallantından ürperişim, ne olduğunu anlayamayışım bundandı sanırım. Sallantı hâlâ sürerken, bu sallantının ne olduğunu anlamaya çalışırken oğlumla eşim de gelmişti aklıma. Deprem olduğunun ayırdına varmış olmalıyım ki oğlumla eşimi düşünebilmişim.

 

Sarsıntının bitmesini beklemiştim.

 

Sarsıntı bitmişti ama ortalık karanlıktı. Sarsıntı sırasında ya da sonrasında elektrik kesilmişti herhalde. Sarsıntı biter bitmez cep telefonumu bulup aşağıya inmiştim oğlumla eşime bakmak için. Onlar da şaşkındılar, ürpermişlerdi benim gibi. Durdukları yer çok tehlikeliydi. Gardırop üzerlerine devrilebilirdi, ama devrilmemişti. Buna sevinmiştim.

 

“Üzerinize bir şeyler giyin, aşağıya inelim.” dedim. Alelacele üzerlerine mont, kaban gibi bir şeyler bulup giydiler. Eşim çantasını da almıştı. Kimlik vb. şeyleri çantasındaydı herhalde. Aşağıdaki giriş kapısına bakmıştık ama oradan çıkış zordu. Kapının önüne portmanto devrilmişti. Evimiz küçük bir dubleks katı olduğu için iki çıkış kapısı vardı. Cep telefonunun ışığı yardımıyla merdivenlerden yukarıdaki çıkış kapısının önüne hızla yürümüştük. Ayağımıza ne uyduysa giymeye çalışırken ilkine benzer bir sarsıntı daha olmuştu. Neyse ki burada üzerimize devrilebilecek herhangi bir şey yoktu. Yaşam üçgeni yapıp kendimizi korumaya çalıştık. Bu sarsıntı da geçmişti. Benim aklıma hemen arabanın anahtarı ve kendi kimlik ve bankamatik kartlarım geldi. “Bir dakika bekleyin, arabanın anahtarını alıp geleyim.” demiştim. Hızla anahtarı, kimlik, bankamatik kartlarımı alıp gelmişim. Üç beş kuruş para da vardı aldıklarım arasında. Yukarıdaki çıkış kapısının yanında plastik ayakkabılığa dayanmış iki şemsiye de orada duruyordu. Onları da aldık. Çünkü yağmur da yağıyordu.

 

Cep fenerinin ışığıyla apartman merdivenini indik. Neyse ki apartmanımız dört katlıydı. Bu aşağıya inmemizi kolaylaştırdı.

 

Bizim gibi evinden hemen çıkabilen insanlar vardı dışarıda. Kalabalıklaşmaya da devam ediyordu. Arabaya baktım; üzerine herhangi bir şey olmamıştı. Bazı arabaları üzerinde su depoları, güneş enerjileri devrilmişti. Hemen eşimi ve çocuklarımı evimizin bitişiğindeki tarlanın çevre duvarına doğru yönlendirdim. Arabayı çalıştırıp oraya yanaştırdım. Gecenin körüydü. Her yer karanlıktı. Oğluma araba geçmesini söyledim. Eşime “Annengile bakalım.” dedim. Kayınvalidem ve kayınpederim yaşlıydı. İki oğlu vardı yanlarında. Bize yakın oturuyorlardı. Evleri bizimkinden eski ve daha yüksekti. Üstüne üstlük beşinci katta oturuyorlardı. Merdiven koridorları daha uzundu. Evlerine yaklaşmak üzere olduğumuzda oğulları onları aşağıya indirmiş, bize doğru geliyorlardı. Şemsiyeleri uzatıp onları arabaya götürdük. Kayınbiraderimin biri yalınayaktı. Onları arabaya bindirip eşimle evimizin çevresini kolaçan etmeye başladık. Bizim evin önündeki sokakta tek katlı bahçeli bir ev vardı, yıkılmamıştı. Birçok kişi evin önünde ateş yakmışlardı. Ateşin başına toplanmış, ısınmaya çalışıyorlardı. Bizim evin çevresinde devrilen pek bina olmadığı için yıkımın farkında değildik. Yalınayak çıkan kayınbiraderim direksiyonun başına oturmuş; klimayla arabayı ısıtmaya çalışıyordu. Yaşlılar, oğlum üşüyebilirlerdi. Ara ara eşim de arabaya biniyordu. Ben dışarda yağmurun altında şemsiyeyle dolanıp duruyordum.

 

Ortalık ağardı. Yağmur dindi. Bakkal Sabri Amca eşi Hatice Teyzeyle bir yandan devrilen rafları toplamaya çalışıyor bir yandan da bir şeyler isteyen müşterileri dışarıda tutarak isteklerini yerine getirmeye çalışıyordu. İki dükkân ötesindeki ayakkabıcı dükkânı yağmalanmıştı. Ucuza ayakkabı tamiri de yapardı. Arabanın yanına döndüm. Bizim arabanın arkasındaki kamyonetin kasasına bir branda geren ve onun altında toplanmış bir aile vardı Belki de birkaç alile… Kasanın arkasında ateş yakmışlardı. Üzerine bir battaniye örtüp havanın soğuğundan korumaya çalışıyorlardı aralarındaki bir yaşlı amcayı. Biraz ilerisinde de başka bir arabanın içinde başka birileri daha vardı. Arabanın üzeri su deposu düştüğünden mi nedir delinmişti. Onlar da o delik yerin üzerine battaniye ya da halı gibi bir şeyler sermişlerdi yağmur suyunun içeriye girmemesi için.

 

Arabanın yakıtına baktım, azdı. Bitebilirdi. Bagajdan beş litrelik bir su bidonunu alıp evimize yakın benzinliğe gittim etrafa baka baka. Birçok bina yıkılmıştı. Bazı binalar da yan yatmıştı. Uzaktaki kimi binalardan toz mu duman mı ne olduğu anlaşılmaz bir şeyler yükseliyordu. Benzinliğe ulaştığımda pek az sağlam binanın kaldığını gördüm. Orada da birçok insan toplanmıştı. Görevlilerden birine mazot alıp alamayacağımızı sordum. “Ağabey elektrikler kesik olduğu için mazot veremiyoruz.” dedi. Yolu ortalayarak gene etrafa baka baka boş bidonla arabaya döndüm.

 

Elektrik olmadığı için yakıt veremiyorlar dedim arabadakilere.

 

Ne almak için gitmiştim anımsamıyorum şimdi. Evden bir şeyler alacaktım işte. Apartmanın giriş kapısının merdivenlerinin birkaçını çıkmıştım ki akşamkine benzer daha derinden gelen bir sesle apartmanın sallandığını gördüm. Hepi topu on basamak bile olmayan basamakları koşarak indim. Sonradan anlattılar; depremden sağ kurtulduğu halde evine tıpkı benim gibi bir şeyler almak için tekrar evine girenlerin yakalandığı artçı sarsıntıda yıkılan duvar ya da kolonların altında kalarak can verdiklerini…

 

Bir ara evimizin önündeki sokağın bir altından geçen caddede dolaştım. 500 metre ileride küçük bir park vardı. Oraya kadar yürüdüm cadde ortasından sakına sakına. Her gün köpeği gezdirmek için adımlardım bu yolları. Şimdi de yıkımın boyutunu görebilmek için… Bazı binaların yan yattığını, bazılarının bir iki kat alttan çöktüğünü, bazılarının da yanındaki binaya yaslanarak yanlamasına sağa sola eğrildiğini gördüm. Parka yaklaştığımda batı yönünde park, kuzey yönünde boş bir arsa olan, güneyinde ve batısında diğer yönlerinde de iki ayrı sokağın birbirini kestiği yerde bağımsız bir bina olarak yükselen biraz eskice binanın kiriş, kolon vb. herhangi bir şeyin sağlam kalmadığını, olduğu yere yığıldığını…

 

İçindekiler ölmüş müydüler, canlarını kurtarmış mıydılar, anlaşılmıyordu. Herhangi bir canlı sesi de duyulmuyordu. Yıkılan evin batısındaki küçük parkta da birçok insan toplanmıştı.

 

Aynı yoldan sakına sakına arabanın yanına döndüm.

 

Köye gidilecekti. Telefonlar çekerken eşim kuzenini aramıştı. Kuzeni oğlunun ziyaretine gitmişti il dışına. Evi boştu. Anahtarı da bir başka kuzeninin çocuğuna bırakmışlardı. Anahtar ondan alınacaktı. Bir iki yıllık tek katlı küçük bir evdi. Mazotun yetmeyebileceğini biliyorduk zaten. Bu kez bir başka benzinliği deneyelim dedik. Sıkış tepiş arabaya doluştuk. Ancak az önce anlattığım caddenin ters yönüne ilerlemeye çalıştık. Ancak 200-300 metre gidebildik. O cadde üzerinde de birçok ev yıkıldığı için yol kısmen kapalıydı. Arabayı yalınayak inen kayınbiraderim kullanıyordu. Aşağı yukarı yirmi kilometre gideceğimiz yol vardı. Zorbela yola girebildik. Yol, köylerine gitmek isteyenlerin araçlarıyla dolmuştu.  Araç kalabalığından gıdım gıdım ilerliyordu. Kimi yerlerde asfalt çatlamıştı.  Yolun üçte birini gitmiştik. Bir benzinlik gördük. Kayınbiraderime sağa çekmesini söyledim. Benzinlik bizim gittiğimiz yolun ters hattındaydı. Önünde birçok araba sıraya girmişti. Kendimi kollayarak karşıya geçtim. Çalışana yakıt satıp satmadıklarını sordum. Çok az kaldığını, sıradaki arabalara bile yetmeyebileceğini söyledi. Yol bölünmüş olduğu için bu benzinliğe hemen ulaşmamız zordu. Üç-dört kilometre ilerideki kavşaktan ters yöne dönmemiz gerekiyordu. Biz de dönmedik. İlerlemeye devam ettik.

 

Yolun çoğunu gitmiştik. Gene bir benzinliğe rastladık. Bu sefer ters yönde değildi. Önünde birçok araba sırasını bekliyordu. Biz de sıraya girdik. Ne kadar yakıt aldığımızı unuttum, ama depoyu doldurmuyorlardı. Verdikleri kadar alıp köye doğru yollandık.

 

Etrafa baka baka köye vardık. Köylerde yıkım az görünüyordu.

 

Anahtarı bulup eve girdik. Kaldığımız evin karkasında bir aile dostumuzun evi de vardı.

 

Onların evi de yeni ve tek katlıydı. Bizim kalacağımız ev gibi hasar almamıştı.

 

Herkes sağlam olan evlere sığınmıştı. Bazen bir evde iki-üç aile kalıyordu.

 

Bizim kaldığımız eve eşimin ağabeyiyle arkadaşının ailesi de geldi. Artçılar sürdüğü için genelde yatmadan oturduğumuz yerde uyuyorduk. Uyuduğumuz da şüpheli ya, neyse…

 

Köye yardımlar geliyordu kamyonlarla yiyecek, battaniye, su vb. şeyler… Sıraya geçmeden karmaşa içinde tutan kaptığını götürüyordu. Depremde köy şebekesinin su yatakları tıkanmıştı. Evlere su gelmiyordu. Ancak su kaynağına gidip oradan kaplara dolduruyorduk suları. İçilemese de bulaşık çamaşır yıkama işlerinde kullanılabiliyordu.

 

Elektrikler de kesikti. Telefonlar zaten çekmiyordu. Şarjı biten telefonları arabalarda şarj ediyorduk. Depremin dördüncü ya da beşinci günü hem telefonlar çekmeye başladı hem de internet geldi. Ama internetin kesilmesi uzun sürmedi. Birçok arama, birçok mesaj vardı bana gönderilen. Sadece ‘iyiyim’ diyebildim. Herkese diyebildim mi onu anımsamıyorum.

 

Facebooktan da iyi olduğumu, elektrik kesik olduğu için şarj sorunu yaşadığımızı, telefonlarda ayrıntılı mesaj yazmamalarını, ayrıntılı mesaj beklememelerini yazdım.

 

Zaten sonra internet kesildi. Elektrik olmadığı için dünyadan haberimiz yoktu. Dışarıdakiler bizden daha çok biliyorlardı bizi. Biz ne TV izleyebiliyor ne de radyo dinleyebiliyorduk.

 

On gün kaldık mı köyde bilmiyorum. Aile dostumuzun ağabeyi Mersin’den kardeşinin durumunu öğrenmek için gelmişti. Başka bir kardeşinin de oğlu ve ailesi şehirde enkaz altındaydı. Onlar için gelmişti. Kurtulanlara da yardımcı olmak için.  Mersin’e dönerken arabalarında bize de yer açtılar. Bizi Mersin’e kadar bıraktılar. Orada bir öğretmen arkadaşımızın ablası avukattı. Bir aile apartmanı kurmuştu kardeşleriyle. Otel gibi kullanıyordu depremzedelere yardımcı olmak için. Oraya gittik. Bizim gibi oraya gelen 100 civarı insan vardı. Her aileye birer oda açmışlardı. Bir gün orada kaldık. Ne büyük bir şeydi bunları ihtiyacı olanlara kalacak yer, yiyecek yemek verebilmek…

 

Ertesi günü Antalya’ya doğru yola koyulduk. Orada da dostlarımız bize evlerini açmışlardı.

 

Yolda gelirken ücretsiz yiyecek ikram eden yerlerde durduk. Ne güzeldi insanlarımız…

 

Sonraki günlerde evler, dükkânlar da yağmalanmıştı. Aynı insanlar değildi. Güzel pişen ama bir tarafı da yanan… Aynı tenceredeydik. Bir yanımız yanık bir yanımız lezzetli… Aynı çuvaldaydık, kimimiz pirinç kimimiz taş! Neyse ki yanık da azdı, taş da…

 

Antalya’ya ulaştık. Yardım için arayanlar oldu, yardım edenler de…

 

Antalya yeni yurdumuz…