Remil: Bir Döngünün Romanı
Tehlikeli Metinler

Remil: Bir Döngünün Romanı

Bayram Sarı

Meliha Yıldırım’ın “Remil” romanı, mutlak bir değer, “zaman-dışı” yetenekler âlemine konmuş zihinsel bir eylem ve yazarın tarihsel bilinç akışını kurgulaması çerçevesinde okunabilir. Yıldırım’ın, divan edebiyatını kurgusal bağlamda yorumlamasının geniş çapta bir edim olduğu, fakat gerçekte unutulan bir geçmişi gözden geçirerek sığlaşan günümüz edebiyatını özgünleştirme ve aşkın bir değer yüklenmesine Remil’i aracı kılar; bu bağlamda, okur açısından Meliha Yıldırım’ın metni, klasik edebiyatı anlamanın modern bir şeklidir. Remil’in bu modern anlamdaki “Klasik Edebiyat” yorumu, okurun unuttuğu edebi duyularını eski haline getirmektedir. Metnin bu bağlamda okura söylediği sözün sırrı ise: Daha fazla şey görmesi, daha fazla şey işitmesi ve daha fazla şey hissetmesidir.

 

Kadim Fars edebiyatının ikinci plana düştüğü XVI. yüzyıl, Osmanlı Divan Edebiyatının klasikleşip, yetkinleştiği dönemdir. Meliha Yıldırım, “Remil” romanında, Divan şairi Zâtî’nin, Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânını merkeze alarak bir geçmiş zaman öyküsü kurgular. Bayezid Cami avlusundaki Zâti’nin küçük dükkânı, aynı zamanda dönemin ünlü şairleri Bâkî,  Emrî, Âşık Çelebi ve Nevî’nin de uğrak yeridir. Romanın tek kurgu karakteri, talihsiz bir evlilikle Edirne’den İstanbul’a gelen ve güzelliğiyle Bâkî ve Zâtî’yi büyüleyen Nesime’dir. Onun düş kırıklıklarından kurtulma umudu Zâtî’nin Remil’indeki inançta; ama ruhundaki ve kalbindeki boşluğu doldurmaksa Bâkî’nin dizelerindeki düşüncededir.

 

İspanyol filozof Ortega y Gasset, düşünce ve inanç konusunda: “İnsanoğlu her devirde dünyayı ve kendi kendisini irdelerken hangi ilkelere dayanacağını bilmeye büyük önem vermiştir. Herhangi bir konuda hangi ilkelere dayanacağını bilir durumda olduğunda, oturup düşünmek aklına gelmez, o şey üstüne sahip olduğu düşünce ya da fikre takılıp kalır. İçinde bulunduğumuz fikir inanç dediğim şeydir. Ama o inanç eksik olduğunda, o inancın içinde bulunmaktan çıkınca, duracak yeri kalmaz, bu konuda hangi ilkeye dayanacağını yeniden bilebilmek için bir şeyler yapmak zorunda hisseder kendini. İşte o yapmaya koyulduğu şey düşünmektir,” der; gerçekte düşünmek, insanoğlunun verili olarak yaptığı, bunu yaparken de sürekli “ne için düşündüğü”  sorusuna yanıt bulmaya çalıştığı bir arayıştır. Bu arayış, Meliha Yıldırım’ın metninde, Nesime’nin düşünme ediminden önceki durumunda, yani Zâtî’nin attığı Remil’e olan inancında gerçekleşmektedir. Nesime’nin Remil’e olan inancı bittiğindeyse eril dünyaya karşı kadınca düşünme eylemine geçer.

 

Meliha Yıldırım, Remil’deki simgeleri “Tasavvuf” çerçevesinde sevgiliye, talihe, hayata, beklentilerine dair yeni çağrışımlar ve okuyucunun zihninde yer edinen tarihteki kodları metninde kullanarak farklı anlamlar yükler ve günümüz edebiyatındaki sığ alanlara derinlik katar. Metinde, sevgiliye ait ben, hat, ağız, saç gibi unsurlar Remil’in kum taneleriyle ve terimleriyle ifade edilir: “Âşığın sıkıntı çekmesi, ağlayıp inlemesi onun tabiatında vardır. Her ayrılıkta, sevgilinin kaşını, gözünü, yanağındaki gamzesini, zülfünün bir telinin kokusunu bile özler, ona bir an önce dokunmaya adar kendini. Kavuştuğu vakitte bile içini bir ayrılık korkusu sarar. Bu çaresiz ikilemle her âşığın içindeki mecnun ruh, filizin topraktan çıkışı gibi kendiliğinden çıkıverir.” (Remil, s:76)

 

Metnin başkarakteri Zâtî, salt remil bakmakla kalmaz, ilmini şiirde yeni anlam ve çağrışımlarla ilişkilendirir ve birçok beytinde bu ilme göndermelerde bulunur: “Gönülde şevk ile mihr-i ruhun tutdum didi remmâl / Zamîrün ey gözüm nûrı güneş gibi ‘ayân ancak.” Zâtî şiirlerinde, “Güzelliğinin güneşi, ruhunun güneşi” ifadeleriyle sevgilisini görebilmek için, “gönlünde remil attığını” ifade ederek farklı bir imge kurar. Ayrıca şair, “yine düşte gördüm saçını remmâle vardım” ifadesiyle de kendisi remmâl olduğu hâlde başka bir remmâle gittim demektedir: “Mihr-i hüsnün dilde tutdum reml atdurdum sabâh/ Gün gibi rûşen zamîrün didiler remmâller.”

 

Meliha Yıldırım’ın derinlik ve yüzey kavramları arasında yaptığı ayrım, düşünce ve gerçeklik arasındaki bağlantının okur tarafından görülmesini kolaylaştırır. Karakterlerin görüp dokunduğu maddi nesneler, onların iç dünyalarını oluşturan bir derinliğe sahiptir. Bâkî’nin düşüncelerinde ve eylemlerinde görüleceği üzere yüzey, derinliğe dair bir algı yaratır ama içerdeki şey hiçbir zaman dışarı çıkmaz; bundan dolayıdır ki Nesime’ye duygularını salt dizelerinde gösterebilir; oysa maddeyi yüzeysel katmanlara ayırmak, derinliğe ulaşmayı sağlamamaktadır. Ne kadar ince olursa olsun, yine görülen yüzeydir: Remil’de kuma çizilen semboller bu yüzeyi işaret etmektedir. Nesibe karakteri nesne olarak Zâtî tarafından daha da saydamlaştırılacak olursa, öte yanı görülen nesnenin ne yüzeyi ne de derinliği kalacaktır. Burada Zâtî’nin yorumu derinliği gözden kaçırmadan yüzeyi duyumsayan, dile getirilen gerçekliğin simgesidir. Nesibe’de oluşan düşünceyse yüzeyin ötesindeki derinliği kabul eden bilincidir. Bu derinlik Bâkî’nin dizelerindedir. Dolayısıyla derinlik, duyumsanmasa da bakan için ve bakılan için bir gerçektir. Yüzeyde kalansa Zâtî’nin Remil attığı kum taneleridir: “Topraktan yapılma derince bir kâsenin içindeki kum tanelerini karıştırdı, çizgiler çizdi, tekrar karıştırdı, tekrar çizdi, son kez karıştırdı, çıkan şekillere baktı: -Bu üç gün, evinde dikkatli ol. Huzursuzluğa yardım etme. Söyleyeceklerini üç gün bekle, öyle söyle; yoksa ateşi körüklersin, diyerek sıraladı gördüklerini. Kum tanelerinden gözünü ayırmadan sanki onlara sesleniyordu: – Tatlı dilli olacağım diye uğraşma. Çekil kenara, yok ol! Hayatın sırlı harflerine karşılık gelen sayıları çözemezsen aynı hatayı yapar durursun. Bizlerin ipi bu harflere karşılık gelen sayılarda. Onların ne zaman hangi ipi çekeceğini tecrübe edersen kazanırsın.” (Remil, s: 15.)

 

Hayatın sırlı harflerine karşılık gelen bu sayılar döngüyü oluşturur ve Meliha Yıldırım metninde Remil’in yüzeydeki sırlı harfleri alttaki derinlikle eşleştirir. Buddhaghosa, “Saflık Yolu” metninde döngüsel zamanı ve dünyanın oluşumunu dört evrede adlandırır: Göğün bulutlarla kaplı olduğu yıkım dönemi, yıkımın bittiği düzen dönemi, yağmurların dinerek güneş ve ayın gökyüzünde görüldüğü yenileştirme dönemi ve yenileştirmenin bitimi; dünyanın döngüsünü betimleyen bu alt döngüler durmaksızın devam eder. Evreninin dönüşünü betimleyen bu kozmik devrelere “büyük yıl” denmektedir.

 

Meliha Yıldırım’ın metnine bakıldığında, Göğün bulutlarla kaplı olduğu “Yıkım” evresi, ilk olarak zorunlu bir evliliği sürdürmeye çalışan Nesime’nin mutsuzluğunda hissedilir; Zâtî ise, gözden düşmüş bir şairdir; geçimini Remil bakarak sağlamakta, yazdığı şiirleri tamamlayamamaktadır; Bâki ise Osmanlı Sarayı’nın gözüne girmek isteyen genç bir medrese öğrencisidir, fakat şiirleri kendisinin yazdığına ustalarını inandıramamaktadır ve Nesibe’ye olan aşkını dile getirecek cesaretten yoksundur. “Düzen” döneminde Nesime, ayyaş eşine başkaldırır, evliliğinin yürüyemeyeceğini fark eder, Bâkî’ye âşık olmasına rağmen mantığı onu Zâtî’ye sürükler; “Yenileştirme” evresinde, Nesime hayırsız kocasından boşanmış, Zâtî’nin evine taşınmıştır, Zâtî şiirlerini yeni aşkının etkisiyle yazmaya başlamıştır, Bâkî medresedeki hocalarından takdir görmeye başlamıştır; Yenileştirmenin bittiği döneme gelindiğinde, her üç karakter de kuşandıkları personaları içinde mutsuzdur.

 

Meliha Yıldırım, Remil’de kurguladığı bu döngüyü hayat karşısında yenilen şair Emrî’nin ölümüyle kapatır. Doğanın canlanıp solması, huzur ve yıkım, denge ve kaos, ölüm ve yaşam, varlık ve yokluk, başlangıç ve bitiş metnin deviniminin parçalarıdır; bu zıtlıklar arasında süregelen oluş, daimi döngüdür!  Remil’in kurgusundaki evren sonsuz bir akıştır ve zaman, tümü yaratan teke aittir, yani sonsuz döngünün parçasıdır ki kendini süreğen bir şekilde tekrar ederek Meliha Yıldırım’ın metnindeki başlangıç noktasına döner.

 

 

Kaynak:

Remil: Meliha Yıldırım, Alakarga Sanat Yayınları, 2. Baskı, 2024

Zâtî Divanı Gazaller Kısmı: Mehmet Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri; İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları,1987

İnsan ve Herkes: Ortega y. Gasset; Çev. Neyyire Gül Işık; Metis Yayınları, 2011.