Roman Kahramanları’ndan Çağrı
- 06 Eylül 2024
Sabahattin Ali 1938’de Devlet Konservatuvarı’na atandıktan sonra konservatuvarda hem öğretmen hem dramaturg hem de 1936’da Türkiye’ye gelen ve Devlet Konservatuvarı opera ve tiyatro bölümü hocası olan Carl Ebert’in çevirmeni olarak çalışmaya başlar.
Konservatuvar ilk temsillerini 1940 yılında verir. 1941’de Carlo Goldoni’nin Otelci Kadın isimli üç perdelik komedisi sahneye konulur. Sabahattin Ali oyunun temsili münasebetiyle Ulus gazetesinin 19 Nisan 1941 tarihli sayısında Otelci Kadın başlığıyla oyunu, özellikle oyuncuların doğallığı ve oyun dilinin sadeliği ve güncel konuşma diline yakınlığı yönlerinden beğendiğini belirten bir tanıtma yazısı yayınlar.
Bu yazı YKY tarafından yayınlanan Markopaşa Yazıları ve Ötekiler’e Sabahattin Ali’nin gazete ve dergilerde kalan ve tespit edilebilen diğer yazılarıyla birlikte alınmış.
Maarif Vekaleti tarafından üç ayda bir yayınlanmak üzere çıkarılan ancak çeşitli sebeplerle on yıla yayılan bir zaman diliminde ancak altı sayı çıkarılabilen Güzel Sanatlar dergisinin 1941’te yayınlanan üçüncü sayısında Sabahattin Ali’nin Otelci Kadın temsiline ilişkin bir yazısı daha bulunduğunu tespit ettim. Markopaşa Yazıları ve Ötekiler’de bulunmayan bu yazıda Sabahattin Ali Ulus’taki yazıdan farklı olarak bu yazıda bizde yapılan temsilden ziyade öncelikle oyunun yazarı Goldoni’nin hayatı ve eserlerinden bahsettikten sonra Otelci Kadın oyununu tanıtmaktadır. Aynı yazı Ankara’da 1946’da yayımlanan Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi Tiyatro Kolu İstanbul Temsilleri başlıklı tanıtım kitapçığında da mevcut. Kitapçıkta yazar adı belirtilmemiş. Ancak bu yazıyla birlikte kitapçıktaki diğer yazıların da Sabahattin Ali’ye ait olması ihtimal dahilinde.
Sabahattin Ali’nin hayatı ve eserleriyle sanat tarihine dair çalışmalara bir katkı olabilmesi amacıyla bu makaleyi yeniden yayınlamanın uygun olacağını düşündüm.
Otelci Kadın ve Carlo Goldoni
İtalya’da 1750-1850 seneleri arasına rastlayan edebî kalkınma (Risorgimento) devri, bu memleketin dışında pek büyük akisler bırakmış olmakla beraber, bizzat İtalya’nın manevi hayatında mühim bir merhaledir. Rönesanstaki büyük hamleden sonra, iki asra yakın bir zaman, ehemmiyetini kaybeden, kendi kendini tekrarlayan İtalyan edebiyatı, bir zamanki üstatların gayretli mukallitlerinden başka kimseyi yetiştirmemiştir. Bu devirde yaşayan Giordano Bruno, Galileo Galilei, Campanella gibi büyük adamlar, daha ziyade ilim ve metafizik sahasında kalmışlar ve edebiyata bir şey ilâve etmemişlerdi. Martelli ve Conti, Fransız klâsiklerini, Maffei ise Yunan trajedilerini taklit etmekle kalmışlar, yeni ve kuvvetli eserler meydana getirememişlerdi.
Risorgimento devri ise, Avrupa umumî kültürüne ilâve ettiği şeyler bakımından, Rönesans ile mukayese edilemeyecek kadar dar ve İtalya’ya münhasır kalmış olmakla beraber, yeni bir hamle, bir hareket yarattığı, sönmeye yüz tutan büyük an’aneyi yeniden canlandırdığı için kıymetli ve şerefli bir merhaledir.
Rönesansta esas unsur sanat idi. Bu yeni kalkınma da her şeyden evvel bir sanat hareketi idi, fakat daha ziyade pratik gayeler, memleketin umumî hayatında, ahlâk ve siyasette yenilikleri istihdaf ediyordu. Bu seferki hocaları Rönesans büyükleri değil, şimalde, Fransa ve İngiltere’deki edebi cereyanlar idi. Ve bu cereyanlar pek tabiî olarak evvelâ şimalî İtalya’da kendilerini hissettiriyorlardı. Pek çok eser yazmış olmakla meşhur olan Venedikli Gaspare Gozzi (1713-86)nin 1761’de neşre başladığı (Osservatore-Müşahit) mecmuası, Addison’un İngiltere’de çıkardığı Spectator’un muvaffak olmuş bir taklidi idi ve naşirin bizzat yazdığı veya muhtelif membalardan iktibas ettiği makaleler büyük bir kâri kütlesine hitap ediyordu. Bir köylü çocuğu olan şair Parini şekil itibariyle lâtin şairlerini kendine örnek alıyor, fakat eserlerindeki sosyal ve etik iddialar ile onlardan oldukça ayrılıyordu.
Fakat bu kalkınma devri, en kabiliyetli, en güler yüzlü mümessilini, komedi muharriri Carlo Goldoni’de bulmuştu. 1707 senesinde Venedik’te dünyaya gelen Goldoni memleketinde hukuk tahsili yaptıktan sonra uzun seneler, hiçbir muayyen gaye takip etmeden İtalya’yı dolaşmış, birçok yerlerde hâkimlik, avukatlık etmiş fakat bu mesleğe bir türlü ısınamamıştı. Yalnız, sanatkâra pek sıkıcı gelen bu dolaşmalar ona muhtelif hükûmetlere ayrılmış bulunan memleketinin insanlarını, tabiatını tanımayı, onların acı ve tatlı taraflarını görmeyi öğretmiş, eserlerinde kendini gösteren optimist ve neşeli hayat felsefesini vermişti. Nihayet hukukçulukla alâkasını keserek 1748’de asıl mesleğini buldu: piyes muharriri olarak Venedik’teki bir tiyatro heyetinin hizmetine girdi. Hayatının yaratıcı devri olan bu müddet zarfında Goldoni birçok mücadelelerde bulunmaya mecbur kaldı. İtalyan tiyatrosu henüz tulûattan kurtulamamıştı. Oynanacak piyeslerde devamlı bir kıymet, sanat eseri için lüzumlu olan bir kalite aranmıyor, gündelik muvaffakiyetler ve bol kazanç temin edecek hafif ve sathî eserler arzu ediliyordu. Goldoni bu cerayanlı mücadeleye başladı. Hem halkın hoşuna gidecek, hem de onun ruhen yükselmesini temin edecek piyesler yazarak gündelikçi rakiplerini susturmaya, sahne hakimiyetini onlardan almaya çalıştı. Kalemine ve gayelerinin doğruluğuna güveniyordu. Eninde sonunda hakikî tiyatronun ne demek olduğunu tiyatro müdürlerine ve halka öğreteceğinden emindi. Hiç yorulmadan piyes üstüne piyes yazdı, oynattı, kâh alkışlandı, kâh ıslıkla karşılandı. Fakat devrinden ileri olan her adam gibi nihayet o da yerini rakiplerine terke mecbur oldu. Halk, tiyatroda sadece katıla katıla gülmek, hoşça vakit geçirmek istiyordu. Goldoni’nin hiçbir zaman maskaralığa tenezzül etmeyen sanatı halkı tatmin etmedi. Yaşlanan ve mücadeleden yorulan sanatkâr, 1763’te tiyatroyu ve vatanı olan Venediği terk ederek Paris’e gitti. Ölümüne kadar, yani tam 30 sene burada kaldı. Gayet fakir ve sıkıntılı bir hayat sürüyordu, buna rağmen bir daha Venediğe dönmedi. Kendi yurdu onu anlamamış, kıymetini takdir edememişti. Uzun mücadele senelerinin ve acı mağlubiyetin hatıralarını taşıyan bu güzel şehri ruhunda yaşatarak gurbetin acılarına katlandı. İnce nükteli ve selis bir Fransızca ile Paris’te yazdığı hatıraları, onun temiz ve derin iç alemini gösteren bir vesikadır.
Goldoni’nin pek çok olan eserleri, kısmen Venedik lehçesiyle kısmen de yazı İtalyancasıyla kaleme alınmış komedilerdir. Bunların ekserisinin mevzuları Venedik hayatının muhtelif safhalarından alınmıştır. Kalabalık, canlı, hareketli bir şehir olan Venedik her çeşit insanlarla dolu idi ve bu insanlar refah içinde, keyifli, kaygısız bir hayat sürüyorlardı. Goldoni’nin eserlerinde bu coşkun ve bol renkli hayatın akislerini görmek mümkündür. Onun komedilerini eski entrika komedisinden ayıran vak’anın sadeliği, tabiîliği ve hafifliğidir. Piyes, hayret verici bir sürate ve maharetle neticeyi hazırlar ve hiçbir fevkalâde hadiseye, gürültülü sahneye dayanmadan vaka’nın düğümü çözülür. Karakterler gayet sarih, aydınlık olarak çizilmiştir. Mahallî renk emsalsiz bir muvaffakiyetle kendini gösterir. Mükâlemeler ustalıklı tertip edilmiş, sırf güldürmek için uydurulan garabetlerden mümkün olduğu kadar kaçınılmıştır. Buna rağmen bu komedilere tam manasıyla klâsik sahne eserleri demek mümkün değildir. Halkın tiyatro zevkinin, daha doğrusu zevksizliğinin tesiri, tiyatro kumpanyalarının ısrarları, birçok kereler kısa bir zaman zarfında, adeta irticalen piyes yazmak mecburiyeti, Goldoni’yi eserlerine istediği mükemmelliği vermekten alıkoymuştur. Yer yer lüzumsuz gevezeliklere tesadüf etmek, vak’anın ana hattıyla alâkası olmayan ekleme sahnelerle karşılaşmak mümkündür. Muharririn neşeli ve oynak mizacı, yarattığı karakterler üzerinde fazla durmasına, bunları, meselâ Molière’de olduğu gibi, derinleştirmesine imkân vermemiştir. Bunun için Goldoni’nin şahısları aramızda yaşayan gündelik insanlardır; onda muayyen “tip”ler: bir hasis, bir müraî, bir kibarlık budalası, bir hastalık delisi bulmak güçtür. Eserlerinde telkin ettiği ahlâk dürüst, nikbin ve devrin telâkkilerine uygundur. Zamanın tenkidi işine kalkışmamış, yeni telâkkilerin müdafiliğini yapmamıştır. Her şeyi olduğu gibi kabul etmekte, her şeyin iyi olacağına, inanmaktadır. Eserlerindeki komik unsur hafif, tabiî, sıcak ve her türlü acı istihzalardan uzaktır.
Bir çoğu hâlâ sahne üzerinde yaşama kabiliyetini muhafaza eden eserleri arasında, bilhassa, “İki Efendinin Uşağı” ve “Otelci Kadın” komedileri İtalya hudutlarını aşmış bulunuyor. Otelci kadın basit bir mevzuun usta bir elde işlenmesinden doğmuş ince, sevimli bir komedidir. Eserde İtalya tabiatının parlak ve güneşli havası baştan sona kadar kendini hissettirir. İnsanın asla için karartmayan bu aydınlık ve sıcak muhit içinde, hiç eksilmeyen neşesi, sıhhatli vücudu, daima muhafaza ettiği aklıselimi ile Otelci kadın Mirandolina vardır. Onda kadın zekâsının ve en doğruyu bulmaya yardım eden kuvvetli bir sezişin timsalini görürüz. Hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadan ve hiç kimsenin kalbini kırmadan sevdalılarını idare eder, otelinin ve şahsının istifadesini unutmadığı halde, hasis ve menfaatperest olmaz; hislerinde ölçülüdür, fakat arzularını boğmaz. Kendisine verilen hediyeleri kabul eder ve bunların bedelini tatlı bir gülüş veya bir sözle –fakat sadece bunlarla- öder. Nihayet kendisine hayat arkadaşı olarak öyle birini seçer ki, hem kalbini tatmin etmiş, hem babasının ölmeden evvel izhar ettiği bir arzuyu yerine getirerek hayırlı bir evlât ve akıllı bir patron olduğunu ispat etmiş olur.
Diğer şahıslar da tatlı ve sıcak hatlarla çizilmiştir. Kadınlara düşman olmakla iftihar ettiği halde pek çabuk Mirandolina’nın ağlarına düşen Kavaliere, asaleti ile öğünen ve başka bir şeyi olmadığı için genç kadına sadece himayesini arzeden Marki, satın aldığı kontluk unvanına pek kulak asmayan, fakat saçtığı paralar ve kıymetli hediyelerle Mirandolina’yı avlayacağını zanneden kont, bütün saf ve komik taraflarına rağmen sempatik, iyi kalpli insanlardır. Ve nihayet, rakiplerinin bütün unvanlarına ve servetlerine ve kendisinin bütün şüphelerine rağmen Mirandolina’ya malik olan genç, ağırbaşlı ve kıskanç otel garsonu Fabrizio.
Komedi, Goldoni’de daima görüldüğü üzere, sade ve tabiî bir netice ile sona erer, kimsenin kalbi kırılmaz, herkes hâdiseleri olduğu gibi kabul eder ve Otelci kadın, kendine mahsus tatlı dili ile, “âşık-müşteri”lerini başka otellere gönderir ve kocasıyla beraber, bu sefer kendisine âşık olmayacak müşteri bekler.
Piyes, aramızdan genç denilebilecek yaşta ayrılan kıymetli muharrir Nüzhet Haşim Sinanoğlu tarafından İtalyanca aslından muvaffakiyetle dilimize çevrilmiştir.