Şahide Çömez’den “Matilda’yı Anarken”
Kitap İncelemeleri

Şahide Çömez’den “Matilda’yı Anarken”

Meliha Yıldırım

“Dış cephesi nakış işlemeli, yüksek tavanlı tarihi meyhanenin en kalabalık günlerinden biriydi. Neredeyse tüm masalar doluydu. Sohbetler, kahkahalar… Çevresinde olup bitenleri izlerken soldaki fotoğrafta takılı kaldı Yorgo’nun gözleri. Şimdiki gibi Eylül’ün ilk günleri. O korkunç olaylardan hemen birkaç gün önce. Matilda ile kadeh tokuşturmuşlar objektife bakarak.” s.8

 

Şahide Çömez’in ilk öykü kitabı Matilda’yı Anarken [1]Parma Kitap’tan Mart 2024’te okuyucularıyla buluştu. Edebiyat öğretmeni olan yazarın öykü, inceleme, söyleşileri basılı ve internet ortamındaki edebiyat dergilerinde yayımlanmaktadır. On bir öyküden oluşan kitapta yazar, farklı insan profillerini anlatıyor. Okurun yabancılaşmadan konuya dahil olacağı, onları keşfetmenin merakıyla severek okuyacağı içimizden öyküler.

 

Yazarın kitaba adını veren ilk öyküsü “Matilda’yı Anarken” 1955’lerde iki gencin yaşadığı dramatik bir aşk hikâyesini konu ediyor. O yılın seçilme nedeni tesadüf değil. Öykü, İstanbul’da azınlıkların yaşadığı semtlerde yaşanan olaylarda orada oturan insanların payına düşen acının hikâyesi.

 

Matilda’nın hazin sonunu sevgilisi Yorgo’nun ağzından günümüzden geriye dönük dinlerken aslında 6-7 Eylül olaylarının da içinde buluyoruz kendimizi. Anlatıcı, bu olayların, bazılarının hayatlarının nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Aslında bu topraklarda hiç de yabancısı olmadığımız acılardır bu ve benzeri olaylar. Hatta bu evrende yaşanan kaosun bir parçasıdır. İnsan sanki varlığını birbirini yok etmek üzerine sürdürüyor bu dünyada.

 

Matilda ve Yorgo’nun birbirlerine olan aşkı, bağlılıkları onların engelleri aşmalarını sağlasa da sosyal olayların gücüne direnemez. Yorgo’dan öğreniyor okuyucu, bir dönemin acılarını, yaşanan kargaşaları, üzüntüleri. Yorgo, unutmadığı o günü ilk günkü gibi yaşıyor anlatırken. Vatanı bildiği yerde yok edilmeye çalışılmanın acısını. İstanbul’da yerleşik azınlığın bireylerinden biri olan Matilda’nın uğradığı saldırı öykünün ana izleğini oluşturuyor.

 

Hayal edilen güzel yuvanın bu korkunç çatışmalara yenik düşmesi, buna rağmen hayatın gündelik işlerle bir şey yokmuş gibi devam etmesi, inanç farklılıkları o mahallelere uğramadığı halde bu acıların yaşanması, insanların aynı topraklarda koparılamayan bağlarla birbirlerine bağlanmaları… Bütün bunlar, bizim de sıkça tanık olduğumuz bu dostlukları, öyküde farklı bir pencereden okuyoruz.

 

Kitaptaki bir diğer öykü, “Üçüncü Kişi.” Bir kasabanın gecekondu yatağına dönüşmüş yıkık dökük evlerle dolu mahallesinde geçiyor. Bu yerin Birecik olduğunu ilerleyen satırlarda öğreniyoruz. Türkiye’nin birçok yerinde alışkın olduğumuz bir kahvehane klasiği bu mahallede de yaşanmaktadır. Akşamüstü işten çıkanlar soluğu önce orada alırlar. Anlatıcı kahvehane penceresinin önüne oturmuş üç adama dikkat çeker. Kadir’in acıklı hayat hikâyesi öyküde farklı bir katman oluştururken, Nusret’in hamallıkla geçindiğini, onun da kendine göre sıkıntıları olsa da buna alışkın olduğunu Nusret’in ağzından dinleriz. “Dert bitmez Kadir Abi. Soğuk toprağın karnına yatırır, üzerine de topraktan yorganı çekerler anca o zaman dert biter.”[2]

 

Üçüncü kişinin kim olduğu belli olsa da adı yoktur. O öylesine yer doldurmak için masanın bir köşesine büzüşmüş oturmaktadır. Üçüncü kişi, Kadir’in intihar eden kızı Zehra’ya âşıktır fakat söyleyememiştir kimselere. O her zaman silik, yok sayılan biridir. Yazar hiçlik duygusunu küçük bir ilçenin kırsalında yaşayan kişiler üzerinden başarıyla anlatıyor bu öyküde.

 

Kitaptaki toplumcu gerçekçi öykülerden bir diğeri de “Yılanın Başı” öyküsü. Beton mikserin gürültüyle dönmesiyle başlıyor öykü. Büyük bir inşaatın şantiyesinde çalışan işçiler ve onlardan sorumlu Muharrem vardır. İşverenden yanadır Muharrem. Gözü hep inşaatta çalışanların üzerinde dolaşırken onların çalışmalarını değil, onların aralarındaki konuşmaları, her hareketlerini mühendise ispiyonlar. İşçiler şantiyede yatılı kalmaktadır bu nedenle de ailelerinden uzaktadırlar. İçlerinden bir tek Cafer’in emekliliğine dört ay kalmıştır. Arkadaşlarını çok seven Cafer, emekliliğini tehlikeye atacak bir işe de bulaşmamaya gayret eder. Fakat mühendisin şüpheliler listesindedir adı. Bir gün mühendis onu yanına çağırır. Sendikal faaliyetlerini sorar Cafer’e. Ne dese ikna edemez mühendisi. Arkadaşlarını ele vermemek için gösterdiği çabadan sonunda kendisi işinden olur. Fakat öyküde gammaz Muharrem’i başka bir son beklemektedir. Kimsenin ekmeğiyle oynanmaması gerektiğini anlatan farklı bir öykü “Yılanın Başı.”

 

Matilda’yı Anarken’de aşağı mahallelerden çıkagelmiş bir başka öykü “Bisiklet”tir. Mardin’de, bir kız çocuğuna yüklenilen sorumluluğu samimi bir duyarlılıkla okura anlatıyor. Yazar, özellikle mekân ve insan tasvirlerinde oldukça başarılı. Bir sokağı bazen uzaktan izliyor, bazen iyice yaklaşıyoruz. “Beyaz tülbentleri çenelerindeki ve alınlarındaki mavi yeşil dövmeleriyle Kürt kadınlar kaldırıma çul atmış, üstünde sigaralarını tüttürüp sohbet ediyorlar. Karşı kaldırımda oturan Fellahlar, …”[3]  diye devam eden anlatı da, ülkeye sonradan gelmiş göçmen krizine gönderme var.

 

“Bisiklet” öyküsünün kahramanı ufak tefek bir kız çocuğu. Fakat onun bu yaşından küçük haline bakıp aldanmamak gerekir. Annesinin iki yıl önceki ölümünden sonra bütün evin mesuliyeti, minik kardeşlerinin bakımı Zeliş’e kalmıştır. Bir Ünzile de bu Mardinli Zeliş’tir. Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı Sezen Aksu şarkısında geçen Ünzile, çocuk yaşta evlendirilir. Öyküdeki Zeliş’se, keçe gibi saçları, sayılan kemikleriyle evin bütün yükünü omuzlarına almıştır. O ne çocuk ne de genç kızdır. Kimse ergenliği onun bu haline bakıp yakıştıramaz. Zayıf sıska vücudu ile kardeşlerine bakmaktan hayalleri de yok olmuştur. İşlerini biran evvel bitirip arkadaşı Emoş’la sohbet etmek en büyük zevkidir. Gittiği en uzak yer, sokağın bir kenarında bulunan Emoş’ların evidir. O evin arkasında başka bir dünya yoktur Zeliş için. Orası sınır, dünyanın bittiği yerdir. Sonra tekrar eve dönüş, kardeşler, yemek, temizlik. Bazı bölgelerde kız çocuğu doğmanın, vaktinden önce olgunlaşmayı da zorunlu kıldığını, bu toprakların böyle bir derdi olduğu gerçeğini bu kez farklı bir açıdan vurguluyor yazar “Bisiklet” öyküsünde.

 

Şahide Çömez’in ilk öykü kitabı olmasına rağmen etnik köken, coğrafya, insan suretlerinin hal ve davranışlarını okura başarıyla gösteriyor. Yazar Türkiye’nin farklı şehirlerini, kasabalarını, köylerini mekân olarak kullanarak okura yeni pencereler açıyor. Bu öykülerde kıyıda köşede fark etmediğimiz kimi insanlar birer öykü karakteri olarak canlanıyor. Tıpkı Zeliş gibi bazıları gözümüzde birer kahraman oluyor.

 

Yazar kitabını 6 Şubat 2023 depreminde Adıyaman İsias Otel’de turnuva için gelip enkaz altında kalan Kuzey Kıbrıslı voleybol takımı öğrencileri için yazdığı bir öyküyle tamamlıyor.

 

Öykünün adı “Bana Bir Masal Anlat Baba” Kupayı kazanıp gururla yurduna dönmek için Adıyaman’a gelen Selin’in öyküsü bu.

 

Öyküde bir babanın dinmeyen acısını yazar aynı üzüntüyle anlatıyor. “Alıştım mı dersin? Belki… Belki alışmışımdır evin kulakları sağır edici sessizliğine, dostların evlatları ile can yakan mutluluklarına ya da ne bileyim yaşıtlarının her yıl doğum günü pastalarında artan mum sayılarına. Ama bir şeyden çok eminim ki prensesim sana masal anlatmadan uyuduğum gecelere ben hiç alışamadım…”[4]

 

 

Onlar voleybolcu melekler olarak hep kalbimizde yaşayacaklar.

Şahide Çömez, Matilda’yı Anarken, (İstanbul, Parma Kitap, 2024)

[1] Şahide Çömez, Matilda’yı Anarken, (İstanbul, Parma Kitap, 2024)

[2] A.g.e., Sayfa 20.

[3] A.g.e. Sayfa 65

[4] A.g.e. Sayfa 77.