Şair ve  Okur Arasında “Sırat Köprüsü”…
Şiir Üzerine

Şair ve Okur Arasında “Sırat Köprüsü”…

Celal Soycan

Modern aklın toplumsalla ilişkisi , klasikte olmayan kimi tanımlara, ayrımlara ve kavramlara dayanır. Sosyo-politik ve estetik düzeyde çok bilinen örnekleri vardır:  Bireysel anlatım dilinden çok usta-çırak ilişkisine dayalı bir kolektif beğeniyi gözeten klasik resim sanatında yapıtın imzasız olması, rengin öz değeri yerine temsili değeriyle tuvale yerleşmesi, ikonik göstergelerin hakim olması gibi sayısız olgu modernitede dönüşür.

 

Sosyal hayatta ise, bugün modern bireyin doğal bir olgu olarak içselleştirdiği, kişisel ve toplumsal inşada veri saydığı adlandırmalar, bölünmeler,süreçler ve olgular kurgudur ve seküler  aklın dizgeselliği içinden bir zihne karşılık gelir. Örneğin Foucault’dan beri biliyoruz ki Delilik, modernitenin kurguladığı bir kavramdır ve iktidar ilişkileri içinden işler. Daha da ötesi; çocukluk, ilkgençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık gibi dönemler, özellikle büyük ailenin çözülme süreciyle tetiklenen ve kapitalist pazarın tüketici kodlarıyla işaretlenen kurgusal ayrımlardır.Geniş ailenin ve geleneksel dayanışmanın köklü olduğu Doğu toplumlarında çok daha geç zamanlara denk gelmekle birlikte, örneğin 17. Yüzyıl sonlarına kadar İngiltere’de “Çocukluk “ diye özel bir kategori yoktur. Çocuk vardır; genç ve yaşlı vardır ama bunlar birbiri içinde sürüp giden olağan bir ömrün görünüşleridir ve tecrit edilmiş bir anlamı yoktur.Giyim kuşamdan günlük davranışlara, yaşa bağlı durumlar akışkan bir anlama sahiptir ve küçükler az sonranın büyükleri olarak özel bir sosyal ilgi konusudurlar; büyüklerin dünyası içinde dolanırlar; cinsellikle ilgili tüm kavramlaştırmalar, başarı/ yenilgi işaretleri, toplumsal ve kişisel hayatı bölen tüm ikilikler söz konusu bile değildir ve kendi olağan sosyal seyrinde olgunlaşırlar.

 

Kısaca, modernite düşünsel temelde bir kapitalist ilişkiler ağı kurarak bütün bir hayatı pazarın gerekleri ve ahlâkı içinden kurar, kodlar, anlamlandırır ve içselleştirir. Bütün konumlandırmalar, adlandırmalar, kavram kurguları ve anlamlandırma süreçleri tüketim odaklıdır ve oraya gönderir.Geç romantizmin bu sürece dair dramatik bir tepki olduğunu da hatırlayalım.

 

Öte yandan Modernite, özellikle sanatsal bildirişimde ekspresyona dayalı bir anlamlandırma sancısıyla doludur ve malzemesini  özellikle modernizme dönük bir eleştirel muhalefet yüküyle dönüştürür. Resimde boyayı, çizgiyi, ışığı, rengi ve espası; müzikte sesi, sessizliği, tonaliteyi ve melodik ilişkileri;heykelde ve mimaride doluluğu ve boşluğu ; şiirde dili maddileştirir, sorunlaştırır ve onun klasik algı şemasını aşmaya çalışır.Plastik sanatlardafigür dış dünyayı temsille ( mimesis ) yükümlü değildir artık; bilindik biçimi sorunlaştıran bir bozma öne çıkmış, boya temsilî değil, öz değeriyle tuvale yerleşmiştir. Fotoğraf bir yansıtıcı yüzey, sorunsuz bir görsel temsil olmaktan kurtularak, “ görme/ gösterme olgusunu yapı-söküme alan, bütün bir Batı zihinselliğini yüklenmiş Görüntü Estetiği’ni ve ideolojisini parçalamakla yükümlü bir estetik dile varmıştır. Çünkü ve özetle, “ sanatçı “ kimliğiyle tarihe giren birey ,toplumsalla ve onunla biçimlenen var-oluşla sürtüşmekte, verili anlamlandırma süreçlerinden taşmaktadır. En başta da uzlaşıya dayalı gündelik dildeki tıkanmayı her adımda deneyimlemektedir.Bütün bu dönüşümün ve estetik kırılmanın dip yüzeyinde ise Etik bir kaygı vardır ve bu biralımlama/ bildirişim sorunu olarak ayrıca konuşulmaya değer. Dışardaki gerçeklik (real ) , psikiyatri diliyle dış-algısal ego, içerdeki hakikatle ( true ) çatışmakta ve iç-algısal ego bütünlüğünü yitirmektedir. Sanatçı, malzemenin imkânlarını sınıra sürerek bunu aşmaya çalışır. Meseleyi şiir üzerinden sürdürelim:

 

2/Şiirsel söylemin kamusal “ Söz” e ilişkin ne varsa soğurduğu; epik, didaktik ve lirik olanın sözel dilin imkânlarıyla harmanlandığı klâsik şiir, dinleyenin de anında içselleştirdiği , anlamın işitsel duyuya teslim edildiği bir edebî türdür. Dolayısıyla, bu şiirin okurundan değil de dinleyicisinden söz etmek daha doğrudur. Dilin gündelik içinden saydamlaştığı, öyleyse maddileşmediği, sözün de ifade/ dışavurum olarak değil bildirme( tebliğ ), duyurma, öğretme amaçlı biçimlendiği eklenmelidir.Moderniteyle klasik dönemin kopuşmasınısöz/ yazıodağında yoğunlaştırırız. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçişin hem yapısal, hem de anlamsal sonuçları bakımından  en sorunlu alan şiirdir.Sözel dönemin şiir dinleyicisinin şiir okuru “ olarak dönüşebilmesi aslî bir şiir sorunu halinde varlığını hep sürdürecektir, sürdürmektedir. Şöyle özetlemeye çalışalım:

 

Yazın’da“ yazı “ öne çıkmıştır ve “ sözlü “ anlatımın uzlaşımsal dizgesi çökmüştür : Özellikle şiirde sözcükler hikaye yüklerinden arınmak üzere bakir hallerine geri çekilmiştir; her sözcük hem kendisi olarak hem de öteki sözcüklerle ilişkisinde tikelleşmiştir  ve ilk kez o anlamsal bağıntı ve çağrışım düzeneği içinden işlemektedir; yani gidimsizleşmiştir, matlaşmıştır. Görsel / işitsel imge örgüsü içinde maddîleşmiştir. Sezgi, çağrışım, anıştırma ve bulutsu değini öne çıkmıştır; şair dilin indirgeyen bariyerini yarmakta zorlanırken anlam kimi kez şairin de denetimini kırarak kastını aşmaktadır. Susku kesikleri, ritmik düğümler, çağrışım çökeltileri anlamlandırmanın kilit öğesidir. Dize kurgusu, noktalama işaretleri, harf biçimlemesi ve sözcük kayışları gibi görsele dayalı düzenlemeler doğrudan  anlam arayışının hizmetindedir.

 

3/ “ Şiir Okurluğu”nun bir modernist kategori olduğunu söyledik. Bu tanım, yani okurluk edimi daha baştan sözel dilin imkânlarını kastre eder, ezbere dayalı biçimlemeleri durdurur, salt işitselden koparak duyusal bireşimi hareketlendirir. Öyleyse şiir okurluğu kendi içinde özel bir donanımı ön gerektirir; bu okur tüketici değildir, tam tersine yaratıcı sürece katılan etkin bir öznedir.Alımlama estetiği bağlamında bu konu, öteki sanat disiplinleri üzerinden daha somut anlaşılabilir; çünkü  şiirdeki malzemenin gündelik iletişimde kullanılan dil olarak kabulü, modern şiirde anlamlandırma sürecini içinden çıkılmaz tartışmalara konu etmiştir; oysa aynı sorun öteki sanat disiplinlerinde daha makul, daha anlaşılır bir olgu halindedir: Örneğin müzikte, plastik sanatlarda dinleyici / izleyici ilgili sanatın temel argümanlarına vakıf olmadıkça eserle iletişim kuramaz. Kulak ve göz eğitiminin berisinde, ilgili sanatsal etkinliğe alımlayıcı kimliğiyle dahil olmak, epistemik ( bilgibilimsel ) ve ontolojik ( varlıkbilimsel ) bir donanımı, açıklığı ve katkıyı gerektirir; bu noktada yerleşik bir kabul vardır. Oysa şiirin özel olarak yüklendiği sorunun, malzeme özelliğine bağlı olduğuna yukarda işaret ettim: Gündelik uzlaşıma dayalı/ gidimli dili kullanan geleneksel şiir sever, bu kez gündelik dilin kodlarının dışında gidimsiz bir dille karşı karşıyadır. Dil kendini sorunlaştırmakta, maddileşmekte, kapanmaktadır. Şiirin biçimsel yapısı  ( ritim, uyak,sessel göndermeler, dize kurgusu, vezin, somut çağrışım, sabit göstergeler, imge kurgusundaki görsel ağırlık vb. ) teknik bir konu halinde ele gelirken, modern şiirde ya bütünüyle ortadan kalkmıştır, ya da doğrudan anlamlandırma düzeneğinin hizmetinde duyusal bireşime ilmeklenmiştir. Sözcük hacmi genişlemiş, disiplinler arası dolayım  ve bütün bir kültürel alan şiire açılmıştır. Umberto Eco’nun tanımıyla bir Açık Yapıt’tır modern şiir ;  okurun kendi dilsel kapasitesi, bilinç içeriği ve hikayesi içinden ayrı bir kapı aralar; her katmanda farklı seyreden zengin bir anlamlandırma kapasitesine haizdir.Sözcükler şairin kastı dışında okurun kastına da açıktır ve bu bireşim metnin de  kendi kastını oluşturur.Öyleyse, okur da şiirin yaratım sürecine dahil olmuştur ve kimi zaman şairi de aşan /  şaşırtan isabetli  anlamlandırmalar yapar.

 

4/Genel olarak modern sanatta alımlayıcı, modern şiirde ise “ Okur “ artık tüketici değildir; yapıtla iletişime geçebilecek asgari bir donanıma sahiptir ve zaten malzemenin imkânları açısından iyice yoğunlaşarak içe doğru büzülen yapıta temas edebilmek üzere kendini önceden hazırlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, geleneksel şiir çevresini daraltmıştır; çünkü modern şiir okurun yaratım sürecine dahil olmasını talep eder, bu nedenle de okurluk özel  bir çaba ve bilgi gerektirir. Sözel dönem şiirinin tüketicisi, modern şiirde üretici konumundadır; bunun gerekleri sağlanmadıkça da şiir kendini teslim etmez. Modern şiirin bu konumu, özellikle modern imge kuruluşuna dayalı dilsel kırılma geleneksel şiir çevresini daraltmıştır.Bu nesnel/ zorunlu ologuyu masaya koyduğumuzda, ısrarla altı çizilen modern şiirde  “ okur kaybı “  sorununda tartışma ve çözüm zemini aydınlanıyor.

 

Kosaca: Geleneksel alımlamadüzeylerini , kodlarını,yapısal özelliklerini ve uzlaşıma dayalı dilini popüler olana terk ederek kendi asal hacmine büzülen modern sanat, bilinçli/ yaratıcı alımlayıcıya büyük armağanlar vaat eder.Şiir özelinde ise, iyi şiir okuru dil özeni,algı kapasitesi ve kendini şiire açma kapasitesiyle okuduğu şiirden zengin bir deneyim edinerek çıkar. Başka bir yol ve yöntemle vakıf olamıyacağı erince, anlama, duyumsamaya ve içgörüye sahip olur; seküler zihnin ve aklın dışta bıraktığı metafizik katmanlara sarkar; dikotomik bir korseyle sıkıştırılmış dilin sınırlarında ötekine dair, kendiliğe dair, varlığa ve hiçleşmeye dair bir imlâ kurar. Çağrışımlarla, sezgilerle ilerleyen bir anlamlandırma düzeneğine ve dilsel hazza dayalı bir estetiğe varır.

 

5/Çağdaş şiir bir anlam krizi ve  dilsel düğümlenme  eşiğinde belirir. Retorik, iç ses, dize kurgusu, sözcük ilintileri, çağrışım ve imge örgüsü bütünüyle bir anlamlandırma sancısı içinden kurgulanır; bu bir ekspresyon sürecidir ve duyusal bireşim, susku eşikleri, kırık ve bulanık söyleyişler, barok anlam öbekleri okurun da şiire dahil olabileceği, olması gereken yarıklar oluşturur. Bu şiirin kendi hakikatini dışarda değil, yine şiirin içinden işaret ettiği bunun için söylenir: Maddileşen ve kendi tikel kodları içinden örgütlenen dil özel bir yakınlğı, çabayı ve donanımı ön gerektirir.

 

Öyleyse, söylemek bile fazla : Böyle bir okura yazan  şair, daha işin başında zarını atarken mağluptur, daralarak dalabileceği bir derinliğe taliptir; ötekileşerek kendine ve  kendindeki ötekiye dilin sınırlarında rastlama umuduyla sözcüklere saldırır. Dil, yenilginin zarafeti içinden bir beyaz bayrak gibi kımıldarken, şair elbette sesine ses arar; bir dramatik bildirişim susuzluğu içinde ötelere, ta içindeki ötelere yazar; üç- beş okur nezdinde karşılık bulursa  mesele yoktur ve fazlası elbette şairin üşümesini azaltır; ama talip olunan okur profili not edilirse, şiirin okur kaybettiği saptaması mânâsızlaşır. Kimse bir şey “ yitirmemiş”tir; şairin iletişim/ bildirişim için aradığı, seslendiği muhatabı kuyuya inmiştir; oradadır ve o da kim bilir, kendi şairini aramaktadır. Şiir kalabalığa değil,ama anlamlı bir yalnızlığa ; zaten dışarda olana değil, içerde çökelene dairdir. Anlam el uzatıp  teslim alınmak üzere işaret edilemiyor; keşif, algı, sezgi ve iç görü bekliyor; sabitlenmiş bir gösterge sistemi yerini kaygan, çoğul, bulanık ve sezgiye/ çağrışıma dayalı bir gösterge sistemine bırakmıştır. Modern şiirin yapısal sağlamlığı, anlamlandırma düzeneği, nesnel bağlılaşığı, yüzey yapı/ derin yapı geçişimi ışık tutsa da, okur yalnızdır ve “ kendi “ okumasını yine kendisi yapmakla yükümlüdür; değilse dışarda kalır.

 

Hakçası, yeni bir buluşmadan bahsediyoruz. Bütün insâni süreçlerin, doğanın ve dilin kapitalist pazar mantığına ve ahlâkına göre düzenlendiği ; aşkın ve ölümün, yenilginin ve iç görünün gündelik dilden ıskat edildiği; sessizliğe değil sese, gölgeye değil çiğ ışığa,serinboşluğa değil tıkış tıkış doluluğa, sarmal olana değil çizgisel olana, saklılığa değil vitrine müşteri aranan zamanlarda genel olarak sanat, özel olarak da şiir bir talep meselesidir ve talip bekler. “ Şiir Okuru “ olmak bu maliyetin peşin imzalandığı bir ilişkinin adıdır ve  modern şair daha en baştan bunun bilincindedir. Öyle ya; kimse şiir yazalım diye kafamıza silah dayamıyor ya da yeni  şiirimiz için kitapçı önlerinde kuyruğa girmiyor !

 

Öyleyse, kendini göze alamayan kalabalığa karışsın.