Selim İleri: Mazi Kalbimde Bir Yara
Dosya

Selim İleri: Mazi Kalbimde Bir Yara

Bayram Sarı

Fotoğraflar: Sebati Karakurt

 

“Eski tanışlar, eski dostlar bir bir geldi, bir bir gitti…”

 

Yapıtlarında uzam ve zamanın sınırlarını zorlayan Selim İleri Boğaz’da kaderine terk edilmiş yalıdır; Ahmet Hamdi Tanpınar’dır; Cahide Sonku’dur; Ayten Alpman’dır ve onun metinlerinde hissedilen “Mazi Kalbimde Bir Yara”dır. Selim İleri’nin tüm metinlerinde mazinin şiirini yazdığı, kaybolan güzelliklere, unutulmuş ve değerleri bilinmeyen sanatçılara ağıtlar yaktığı, değişen dünyaya duyduğu tepkiyi anlattığı görülür.

 

Selim İleri, 1970 ve 1980’lerdeki metinlerinde yalnızlığı anlattıkça bireyci bir yazar olmakla, küçük bir burjuva kesimi temsil eden belli roman karakterlerine odaklanmakla ve toplum sorunlarını görmemekle eleştirildi. Daha sonraki süreçte cinselliğin yazarı olduğu eleştirilerine uğradı. Oysa Selim İleri hep duygu ve sezgiye dayalı bir yazar tavrına sahipti. O, yaşamı tüm gerçekliğiyle sanata dönüştürme ve bu bakış açısıyla ele aldığı bireyi bütün yönleriyle anlatma çabasındaydı. Metinlerinin odağında, bunalan küçük kentli insanın kendisi ve dış gerçeklikle çatışmaları yer aldı. Romanların kurgu dünyası bu karakterlerin kendini bulma ve inşa edilmeleriyle şekillendi.

 

Selim İleri, yazarlık yaşamında bireye ait olanı anlatmayı benimsemesine karşın, toplumsal sorunların tamamen uzağında olmadı. İçsel yaşantılar ya da bireyin bilinci onu etkilemekle birlikte, dış gerçeklikte insanların yaşadıkları sorunlara karşı her zaman duyarlı ve bu duyarlıkla bireyin acılarını, çatışmalarını, iletişimsizliklerini ya da yaşamdan vazgeçişlerini anlatılarına yansıttı. Yazarlığını, bir “geçmiş” anlatımı üzerine kurdu. Bu “geçmiş”, bazen yazarın kendisine aitken bazen de yirminci yüzyılın başlarındaki “toplumsal mazi”ye aitti. İleri, kendi geçmişini anlatırken aslında eski İstanbul’un mekânlarını, kişilerini, sanat ve cinsel yönelimlerini, kültürünü, yaşamlarını, geleneklerini de anlattı.

 

Selim İleri’nin metinlerinde mekân olarak kentleşme ve karakterlerindeki değişim-dönüşüm ile bu değişim-dönüşüme karşı direnme başat konudur. Kentleşmenin yanlış seyri, şehrin tahrip edilişi metinlerinde altı çizilen en önemli bir noktadır; İstanbul’un eski mimarisi, doğası ve geleneksel mekân anlayışının terk edilişiyle beraber yerine yeni diye adlandırılan geçiş noktasındaki tutarsızlıklar, niteliksiz bir mekân anlayışının var olan yapıyı da bozarak tahrip edilişi vardır. Çarpık kentleşme İstanbul’un özünün kaybedilişi ve yitirilişidir. Selim İleri, İstanbul’un yaşadığı bu olumsuz değişime muhaliftir. İstanbul’un kentleşme bağlamında yaşadığı değişimin yanında eski İstanbul’a özlem vardır. Modernden, şimdiki zamandan ve modernle şimdide yaşanılan hayattan kopuk, şimdiye kapalı ve muhalif kahramanlar geçmiş zamanın izindedir. Eski İstanbul, mimarisiyle, doğasıyla ve insan ilişkileriyle uygarlığın özünü ifade etmektedir. Modern zamanın mekânı kentteki toplumsal çözülme ve yozlaşma bir açmazdır. Geleneksel hayat ve geleneksel hayatı oluşturan değişkenlerin haricinde gelişen şimdiki zamanda insanlar, olumsuz bir değişim geçirmektedir. Bu değişim kentlinin yabancılaşmasına, yozlaşmasına neden olur. Çözülme ve yozlaşma toplumun bütüncül anlamda şu veya bu şekilde yaşadığı bir sorundur. Sevgisizlik, dışlama, ötekileştirme, ahlâksızlık, hırsızlık gibi olumsuz durumların toplumdaki görünümleri İleri’nin metinlerinde kent yaşamı bağlamında ortaya konulur.

 

İleri’nin karakterleri insanlarla iletişime geçebilecek bir özgüvene, cesarete sahip olmadıklarından hep yalnızlıktan yakınırlar. Karşılarındaki ile bağlantı kurup ona kendini kabul ettirme yeteneğinden yoksundurlar. Dış dünyanın insanlarca oyuna çağrılmamak, kabul görmemek, beğenilmemek, onaylanmamak onlara acı verir; diğer insanların dünyasında bir yere sahip olmak, çarkın dişlilerinden biri olmak en büyük hayalleriyken, dışarıda tutulmak yıkımlarıdır.

 

Bu yıkımlar daha çok bireysel yalnızlıklarından doğar. İleri’nin kendi yaşamında da sevdiği yalnızlık halleri, onun edebi yaşamındaki yazar tavrını biçimlendiren en önemli ögelerden biridir. Metinlerindeki yalnızlığın ana nedenleri ise, bireyler arasındaki iletişimsizlik ya da toplumun yalnızlaştırıcı etkileridir. “Bodrum Dörtlemesi”ni oluşturan metinlerinde, neredeyse bütün kişiler “geçerli tek yaşama biçimi” olan yalnızlık duygusunun içindedirler. Herkes farkında olmadığı, öncesiz ve sonrasız, “ıssız ve yağmurlu” yalnızlıkları yaşar. Dünyada ve yaşadığı ülkede insanların büyük yalnızlık çektiğini bilen Selim İleri, yalnızlığın bütün hallerini en somut biçimde ve en can acıtıcı boyutuyla anlatır. Yalnızlık ise yabancılaşmayı doğurur. Karakterleri, kimi zaman algıladığı ve sürekli sorguladığı dış gerçeklikle kendi iç gerçekliği arasında uyum sağlamamaya başlar ve bir süre sonra, toplumsal yaşam içindeki konumuyla çatışarak psikolojik bir uyumsuzluk ve yabancılaşma yaşar. Bu yabancılaşma roman karakterini kimi zaman intihara kadar götürür. Yazarın metinlerinde intihar,  varoluşsal başkaldırıyı simgeleyen bir edim olarak görülür.

 

İleri’nin metinlerinde aşk, duygusal ya da tensel boyutuyla çıkar okurun karşısına. Bazen, cinselliği tamamen dışarıda tutarak aşkı duygusal boyutuyla ele alırken, bazen de iç içedir. Kimi metinlerinde “Kazanova” karakterler yaratmak endişesiyle, cinselliğe indirgenmiş “aşklar” söz konusu edilir. Metinlerinde genellikle aşklar “Kırık”tır. Herhangi bir şekilde sevginin bir kişiden öbür kişiye ulaşamaması söz konusudur. Selim İleri, bireyin cinsel açıdan baskıcı ve mutsuz bir toplum içinde yaşadığı düşüncesinden hareketle, cinselliğin yazılması gereğini vurgular ve cinselliği çoğu zaman bir özgürlük sorunu olarak ele alır. Metinlerinde resmi ahlakın, toplumsal cinsiyet rollerinin dayatmacılığına karşılık eşcinselliği ya da aykırı bir cinselliği işlemesindeki ısrarcı tavrının dayandığı özgürlükçü anlayışını, toplumun “faşizanca” tavrına karşı başkaldırısını vurgulamak amacıyla tekrarlanır. Yazar aşkı anlatırken tabuları yıkar: cinsellik gibi aşkın işlenişinde de, törel baskıya karşı çıkış ya da toplumun kimi kesimlerine eleştiri söz konusudur. Başka bir ifadeyle romanlarında toplumca aykırı sayılan eşcinsel aşkları ya da yasak aşkı anlatırken, salt kadın erkek cinselliğini kabul gören, toplumun onayladığı yaklaşımları “cinsel faşizm” olarak nitelendirerek, aykırı cinsellikleri ya da aşkları romanlarında cesurca konu edinir.

 

Selim İleri’nin metinlerinde siyasal tavır alış çok farklı düzlemlerde okurun karşısına çıkar: Sosyalizmi, Sovyetler pratiği üzerinden ve ideoloji itibariyle de kendini yakın hissettiği devrimci-solcu çevreleri eleştirmekten kaçınmaz. Onların ideolojik bakışlarının, hayatı gerçek yüzüyle görmelerini engellediğini düşünür. İleri, özellikle ilk üç öykü kitabında, yoksullarla zenginleri karşılaştırır ve yoksullardan yana tavır koyar. Buna paralel olarak, işçilerin hayatlarından sahneler sunarak, onlara yapılan haksızlıkları örnekler. İleri’nin metinlerindeki siyasal tavır alışın bir başka örneği de, “Pastırma Yazı” öyküsünde olduğu gibi, zengin insanların hayatlarının eleştirel bir gözle yazıya dökülmesidir. “Pastırma Yazı”ndaki Atıf Bey ve çevresindeki varlıklı insanlar, büyük bir ahlaki sefalet dünyasında yaşarlar. Bu çizgi, yazar tarafından kasıtlı olarak abartılır. İleri, bazı öykülerinde ise, ideallerinden uzaklaşan “eski tüfek” karakterler yaratarak, onların yozlaşmaları üzerinden siyasal bir bakış geliştirmeye çalışır.

 

Sonuç olarak Selim İleri, okuduğu metinlerden edindiği birikimlerle yazdığı romanlarında, geçip giden zamanı ve o zamanlardaki insanların anılarını, kendi yaşantısı üzerinden kurgulayarak uzam ve zamana toplumsal bellek inşasıyla beraber sanatsal bir anlam yükler.