Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında
Rüştü Onur
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında
Rüştü Onur
Yazar, bilgisayarının ekranına baktı, yazdığı tümceyi okudu: “Kadın ‘şapkasının altında’ yaşayıp gitmek istiyor. Şapkasını bulamıyor.”
Ardından “Şapka,” dedi kendi kendine, “şapka… şapkanın üzerinde durmalıyım,
kadının değil. Bu öykünün kahramanı şapka.”
Yazarın gözü bilgisayarın yanında duran dergiye takıldı. Derginin kapağındaki kadın alaycı bir gülümsemeyle baktı ona. Yazar, kırk dakikadır bilgisayarının başında oturuyordu ve kadın, onu izlemekten artık sıkılmıştı. Oturduğu sandalyenin üzerinden mini, sarı elbisesinin açıkta bıraktığı bacaklarını yazarın çalışma odasına doğru uzattı. Odaya adım attığında geldiği deniz kıyısının sıcak güneşinden sonra, yazarın odasının loşluğu ve kışın soğuğu içini titretti genç kadının.
Yazar hiç oralı olmadı. Genç kadın kitaplığın önündeki sallanan sandalyeye doğru ilerledi. “Odan soğuk” dedi.
Yazar, “Çünkü param yok” diye karşılık verdi bu davetsiz konuğuna. Ardından yeniden yazdığı tümcelere baktı. Ekledi: “İnsan niçin bir şapka ister?”
Kitaplığın bir rafında, dosyaların üzerinde duran hasır şapka daha fazla kalamadı yerinde. Uçup sallanan sandalyede oturan genç kadının kucağına kondu: “Mutlu olmak istiyorsunuz,” dedi.
Yazar işine karışılmasından hoşlanmadıysa da sesini çıkarmadı.
Genç kadın şapkayı kucağından alıp uzun, sarı saçlarının üzerine koydu. Şapka küçük geldi, başına oturmadı. Yakındı: “Bu şapka küçük. Düşer başımdan.”
Şapka karşılık verdi ona: “Ben senin şapkan değilim çünkü.”
Yazar, bilgisayarın başından kalktı. Perdesi açık pencerenin önünde durarak bir sigara yaktı. Pencere apartmanın boşluğuna bakıyordu ve gecenin karanlığında yazarın oradan görebileceği hiçbir şey yoktu. Arkasını döndüğü genç ve güzel kadını düşündü, sallanan sandalyede oturan, bir derginin kapağından çıkarak odasına konuk olan, sarı elbiseli kadını. Gülümsedi, “Benim öykümdeki kadın, sen değilsin,” dedi.
Genç kadın, oturduğu sandalyeden kalkarak yazarın karşısında durdu. Genç adamdan bir sigara istemeyi düşündü, vazgeçti. Pencerenin kıyısındaki sigara paketine uzandı.
Yazar sigarasını yakmaya çalışan kadına alaycı gözlerle baktı: “Ben kaba bir adamım,” dedi. “Sense çok hoş bir kadın. İyi bir ikili değiliz yani.”
Sarı elbiseli kadın sigarasından ilk nefesi çekti. “Öykündeki kadınla iyi bir ikili misiniz?” diye sordu.
Yazar, gözlerini gecenin karanlığına dikti ve sustu.
Kadını ve yazarı dikkatle izleyen Şapka bırakıldığı sandalyeden seslendi: “Senin öykündeki şapka da mı ben değilim?”
Yazar “Olabilirsin,” diye yanıt verdi ona. “Hasır bir şapka olabilir.” Bir an sözlerini nasıl sürdürmesi gerektiğini bilemiyormuş gibi durakladı, ardından ekledi: “Bu öyküde, dünyayla kadın arasına girmeli şapka. Kadın, şapkasının altındaki dünyasında mutlu olmalı.”
Sarı elbiseli kadın sordu: “Nasıl bir kadın bu?”
“Bilmiyorum.”
Şapka anlayamadı. “Onu tanımıyor musun?”
Sarı elbiseli kadın sürdürdü sözü. “Düş kırıklıklarına uğramış bir kadın belki.”
Yazar kül tablasına bastırıp söndürmeden önce, sigarasından son bir nefes çekti. “Gerçekleşmeyeceğini bildiği düşler kuran bir kadın…” diye mırıldandı.
Şapka sordu: “Düş kırıklıklarının arkasında ne yattığını öğrenecek mi okur?”
Yazar kararlıydı. “Hayır. Geçmiş yok. Kadının zaten anımsamak istediği bir geçmişi de yok.”
Sarı elbiseli kadın yeniden söze karıştı: “Unutuyorsun, geçmişiyle barışık olmayan insan, şapkasının altında yaşayıp gidemez.”
Yazar, konuşmanın aldığı yoldan hoşlanmadı. Yine canı yanacaktı.
Karşısındaki kadına ilk kez görüyormuş gibi baktı. Ancak yok sayarak baş edebileceği bir çekiciliği vardı kadının. Birden kadının bedeninde yitmek için dayanılmaz bir istek duydu.
Şapka öfkelendi. “Hani bu öykünün kahramanı şapka olacaktı?”
Yazar, “Ben de öyle istiyorum.” dedi.
Sarı elbiseli kadın yazara dudak büktü. “Bence sen yazmaktan vazgeçmelisin. Ortada işte, başaramıyorsun.”
Yazar kadını kendine doğru çekti, kulağına “Kaba bir yazar olacağıma nazik bir adam olayım,” diye fısıldadı “hepimiz şapkamızın altında yaşayıp gidelim… ”
Kadın, yazarın sigara kokan soluğundan rahatsız oldu.
Yazar, beline sarıldığı kadını dans eder gibi ileri geri yürümeye zorladı. “Ancak görüyorsun güzel kadın, odam soğuk, param yok, sigara kokuyorum ve yazdıklarıma da kimse aldırmıyor.”
Sarı elbiseli kadın öfkelendi. “Bırak beni!”
Yazar onu birden bırakınca kadın, sallanan sandalyeye çarptı. Sandalyenin öne arkaya sert hareketiyle şapka yere, ikisinin ayaklarının dibine düştü.
Yazar, hasır şapkayı yerden alarak başına koydu. Yirmi yedi yaşına bastığında eşine armağan etmişti bu şapkayı. Bugün eşinin otuz birinci doğum günüydü.
Eşi, şapkasının altında yaşayıp gidemediği için dört yıl önce bir kutu hap içerek sessiz sedasız yaşamına son vermişti.
Sessiz sedasız…
Oysa birbirlerini sevmişlerdi. Güzel günleri olmuştu. Ancak eşi yazara hiçbir zaman inanmadı. Yazdıklarına inanmadı. Onun bir yazar olarak başarılı olup olmamasına aldırmadı. Derken yazar, eşine dünyasında yer bulamaz oldu. Dünyasına aldığı ilk “başka” kadın, genç bir şairdi. Son da olmadı.
Yazar ve eşi, genç kadın bir kutu hap içmeden dört saat önce, toplasan bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıdaki tartışmalarından sonuncusunu yaptı.
Eşi kararlıydı. “Bana dokunmanı istemiyorum.”
Genç adam anlamadı. “Ne demek bu?”
Yataktaydılar. Kent uykuya varmıştı.
Kadın yineledi. “Bana dokunma.”
Adam aldırmadı, eşinin yorganın topladığı geceliğinin açıkta bıraktığı bacaklarını okşamaya çalıştı. Kadın itti onu. “Dokunma bana.”
Adam öfkelendi. Yorganı tekmeleyerek attı üzerinden. Kalktı yataktan. “Ne işe yarıyorsun ki zaten!”
Mutfağa giderek dolaptan bir şişe bira çıkardı. Şişeyi açarak kafasına dikti, büyük bir yudum aldı biradan. Bira şişesi elinde, salona geçti. Eşinin sallanan sandalyede oturduğunu gördü. Genç kadın önüne bakıyordu, onu görmemiş gibiydi. Yazar, pencerenin önünde durdu, apartmanın boşluğuna dikti gözlerini. İlk kez o an artık eşiyle yaşamayı sürdürmek istemediğini düşündü.
Eşinin sesini duydu. “Ben soğuk bir kadın değilim.”
Yazar birasından son yudumu aldı.
Kadın sürdürdü sözlerini. “Bir erkek nasıl arzulanır, biliyorum. Ancak seni istemiyorum.”
Genç adam düş gördüğünü sandı bir an. Başını çevirdiğinde eşini sallanan sandalyede göremeyeceğini düşündü. Genç kadın oradaydı ve ağlıyordu.
Ne demekti seni istemiyorum?
Bira şişesini öfkeyle yere çarptı.
Çıkıp gitmeliydi bu evden!
Yazar, o gece çıkıp gitti evden.
Eşi sallanan sandalyede oturuyordu. Ona üç saat önce armağan ettiği şapka ise kırılan şişenin parçaları arasında yerde duruyordu.
Onun öykü kahramanı şapkasının altında yaşayıp gidecekti.
Yazar, yeniden bilgisayarının başına geçti.
Hasır şapka kitap rafında dosyaların üzerindeydi.
Sarı elbiseli kadın ise derginin kapağında