Kaçak Yazarlar
- 12 Eylül 2024
Yarıyıl tatilinin son akşamı olduğu için çocuklar erken odalarına çıktılar, çantalar hazırlandı. Her zamanki gibi çocukları kontrol edip uyumaya geçtim. Sabaha doğru sarsıntıyla uyandım, hemen çocukların yanına konuştum, oğlumu kucakladığım gibi yataktan çıkardım. Koridorda kolonun yanında bekledik hep birlikte. Çocuklara, sakin olun geçecek, diyordum. Evden çıkmak aklıma gelmedi, sadece bir merdiven inip bahçeye koşabilirdik. Evin yapım aşamasında bulunduğum için sağlamlığına güveniyordum. Sarsıntı gittikçe hızlanmaya başladı. Çocuklara sımsıkı sarıldım. Daha önce yaşadığım depremlere benzemiyordu. Oldukça uzun sürdü. Son anlarda eşimle göz göze geldiğimizde ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk ev yıkılabilirdi. Derken sarsıntı durdu. Artçının geleceği bilinciyle hemen üzerimize bir şeyler alıp bahçeye fırladık. Bahçeye çıkar çıkmaz artçı sarsıntı başladı. İlk sarsıntı kadar şiddetliydi. Kızım kucağımdaydı, yer kaynıyor gibiydi. Ayakta durmakta zorlanıyordum, derken durdu. Ben Adana’da bunları yaşarken Antakya’nın yerle bir olduğunu nereden bilebilirdim ki…
Yarım saat sonra kardeşimi aradım, ölümden döndük ama iyiyiz, dedi. O an bizim yaşadığımız korku panik uçtu gitti, yüreğim Antakya için atmaya başladı. Aradığım kimseye ulaşamıyordum. Ulaştıklarım panik içindeydi. Kuzenim Semiha, annemlere gidemiyorum yollar kapalı, dediğinde felaketin tahmin edilenden daha büyük olduğunu anladım. Kuzenlerim çocuklarıyla beraber enkaz altındaydı. Teyide muhtaç ölüm haberleri gelmeye başladı. Annemle görüşebildiğimde çıkın Adana’ya gelin dedim ancak cevap “Asla, ben burada öleceğim!” oldu.
Annemin cevabı, biz Antakyalıların kente bağlılıklarının da sevdalarının da özetiydi aslında. Biz kentimize sevdalıydık ve kentimizin ölümüne tanık olduk.
Depremin birinci yılında bu röportajı hazırlarken cehennemi yaşayan akrabalarımdan Nihal Turunç, Yıldız Çil ve Cemil Çil’le görüüştüm.
MİNİK HAYATLARIN UNUTAMAYACAĞI SABAHA UYANIŞ
Sadık ÇİL: Nihal merhaba, seninle başlayalım. Anlatması çok zor biliyorum ama tanıklıklar çok önemli. 5 Şubat Pazar akşamına gelelim istersen. Hangi duygularla uyuyup cehenneme nasıl uyandınız?
Nihal Turunç: Merhaba Sadık, ne zaman o günü anlatmaya başlasam boğazım düğümleniyor. Tahmin edebileceğin gibi kolay değil bunları hatırlamak, konuşmak. Elimden geldiğince sorularına cevap vermeye çalışacağım. İzin verirsen kendi konuşacağım bölüm için bir başlık atmak istiyorum.
Çil: Elbette, buyurun lütfen
Nihal Turunç: Minik hayatların unutamayacağı sabaha uyanış:
Senin de bildiğin gibi kuzenler ve kardeşlerin yaşadığı bir aile apartmanında yaşıyoruz. Klasik bir pazar akşamıydı aslında, erkekler maç izlerken, biz kadınlar kendi aramızda sohbet ediyorduk. Bir sonraki gün okul olduğundan erkenden herkes kendi evine çekildi. Çocukların çantalarını, kıyafetlerini hazırlayıp uyuttuktan sonra Sedat’la ortalığı topladık falan derken geç uyuduk. Evimizde kedi ve köpek besliyorduk. Köpeğimizin panik halde havlamasına uyandık. Apartmana birinin girdiğini düşünmeye kalmadan birkaç saniye içinde hayatımın sonuna kadar unutamayacağım o uğultuyu duyduk, ardından ev sallanmaya başladı. Sedat’la birbirimize seslendik sesimize ve sarsıntıya çocuklar da uyandı. Birbirimize doğru koşup, çocuk odasının önünde sarıldık. Çok şiddetli sallanıyorduk, ayakta zor duruyorduk. Sarsıntının durmasını beklerken bu sefer çok daha şiddetli bir şekilde alttan vurdu. Sedat’la çocukların üzerine kapaklandık. Elektrikler kesilmişti ancak şarjlı lambalar sayesinde etrafımızı görebiliyorduk, Sedat, Nihal ev yıkılacak dedi. Başımı kaldırıp tavana baktığımda tavanın üzerime doğru geldiğini gördüm. Büyük bir gürültü koptu ve savrulduk.
Kendimize ne zaman geldiğimizi hatırlamıyorum. Karanlıktı birbirimize seslendiğimizde aynı yerde olduğumuzu fark ettik. Bu yüzden şanslıydık. Ama panik halde ve nefes nefeseydik. Sesimizi duyurmaya çalıştım, ses çıkarmaya. Sedat, kendini yorma dedi.
Devrilen kapının altında çocuklarla alt alta olduğumuzu fark ettik. Birimiz hareket etse diğerinin canı yanıyordu. Çocuklar doğal olarak ağlamaya başladı. Sorular sormaya başladılar.
– Bizi bulacaklar mı?
– Buradan kurtulabilecek miyiz?
– Ölecek miyiz?
Oğlum Toprak ayaklarım üşüyor dedi. O an sakinleşmemiz gerektiğine karar verdik. Bizim paniğimiz çocukları daha da çok panikletmişti. Çocuklarla sohbet etmeye başladık. Merak etmeyin bizi kurtaracaklar. Televizyondan izlediğimiz AKUT ekiplerinin arama kurtarma filmlerini hatırlattık. Bizi de aynı şekilde kurtaracaklarını anlatmaya başladık. Ancak o an çocuklara yardım edemiyor olmak bir anne ve bir baba için en büyük yıkım olsa gerek.
Bu arada artçı depremler devam ediyordu ve enkazda çökmeye… Sedat’ı göremiyordum, göğsüne doğru bir tahta parçası olduğunu söyledi ve her sallantıda biraz daha göğsüne baskı yapıyordu. Sedat bana durumunu anlattı ve panik yapma her an her şey olabilir. Bana bir şey olursa güçlü olmanı istiyorum. Unutma çocuklar sana emanet, dedi
Hareket etmekte zorlanıyorduk. Küçük oğlum benim üzerimdeydi, sırtım Sedat’a dönüktü. Büyük oğlumun kafası kalçamın altında vücudu ise babasının üzerindeydi. Hareket alanı çok dardı. Yavaş yavaş Sedat göğsüne baskı yapan tahtanın bir kısmını tek eliyle kırmayı başarınca biraz olsun rahat nefes alabildik.
Yavaşça bedenlerimizi yoklamaya başladık, ortalıkta kan kokusu var, ortalık vıcık vıcık yaralanmışız. Küçük oğlum sürekli uyumak istiyor, ancak başına darbe almıştır diye uyumasına izin vermedik. Birden dışarıdan sesler duymaya başladık. Kuzenlerimiz bizi kurtarmaya gelmişti. Umutlanmıştık. Ancak ağlama seslerini de duymaya başladık. Konuşulanlardan bütün binanın yıkıldığını anladık. Amcam, oğlu ve torunu için ağıt yakıyordu. Oğlum bizim için ağladıklarını düşünüp tekrar, anne ölecek miyiz, diye sordu.
Kuzenler ellerindeki kısıtlı olanaklarla önce yerimizi buldu, sonra üzerimizden enkaz kaldırmaya başladılar. Birden içeri ışık girdi o ana kadar metanetli duran büyük oğlum hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kuzenimize seslendi ağlayarak, Yılmaz enişte ne olur bizi burada bırakma.
Yılmaz’ın sesini çok net duyduk, hiç merak etme seni oradan çıkaracağız. Yılmaz bizi görmüştü. Çıkabileceğimiz bir yol açmak için ne varsa elleriyle kazıdı, taşıdı, attı. Ortam biraz daha aydınlanınca onların bizi alamayacağını bizim hareket etmemiz gerektiğini anladık. Önce büyük oğlum Toprak hareketlendi sürünerek, önüne çıkan eşyaların üzerinden yanından geçerek. Yılmaz çekti onu yukarı doğru. Bir buçuk metrelik bir yerden çıkmamız gerekiyordu, oraya varmak için de biraz sürünmemiz. Sedat’ın kaburgası zedelenmişti, zorlana zorlana çıkmayı başardı. Ardından benim çıkmam lazımdı ama annelik işte ne yapıp edip küçük oğlumu önüme katıp arka arkaya çıktık o cehennemden. Artçılar devam ediyordu ve onu arkamda bırakamazdım…
Çocuklar dedelerine sarılıp ağlıyordu, eşimle enkaza dönüp bakınca birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Biz kurtulmuştuk ancak karşı komşumuz, kuzenimiz ve oğlu hala oradaydı ve ses gelmiyordu. O anı hayatımız boyunca unutamayacağız.
BİTMEYEN GECE
Sadık Çil: Hala senin depremden önceki akşam ve sonrası için yaşadıkların neler?
Yıldız Çil: Merhaba. Öncelikle şunu söylemek zorundayım, o geceyi konuşmak, anlatmak gerçekten çok zor. Bugüne kadar herkes yaşadıklarını anlatırken ben hiç anlatamadım. Güçlü durmak adına hep içime attım Normal şartlar altında zaten erken uyumazdım ancak o gün içimde hep bir sıkıntı vardı. Zor bela uyumuşken, evdeki eşyaların devrildiğini duymamla, evin sarsıldığını fark ettim. Elektrik kesildi, hemen korkunç yağmur ve gök gürültüsü eşliğinde diğer odada yatan anneme doğru düşe kalka ulaştım. Annem, çocuklarım, diye bağırıyordu. Zor da olsa, zifiri karanlıkta eşyalara çarpa çarpa kendimizi dışarı attığımızda, sarsıntı ve yerin gürültüsüne yağmur ve gök gürültüsü eşlik ediyordu. Dışarıda her yerden çığlıklar yükseliyordu. Abilerim yeğenlerim dışarıdaydı. Ancak kardeşlerim ve çocuklarını göremedim. Derken büyük bir gürültü koptu. Kardeşlerimin oturduğu üç katlı bina çökmüştü (ilk katın duvarları tuzla buz olmuştu). Komşular ilk katta oturan kızlarını kurtarmaya geldiklerinde binanın çöktüğünü görmüşlerdi. Onların da yardımıyla kardeşlerim ve yeğenlerim merdiven dairesinden çıkmayı başardı. Abimin oğlu Kenan, hepimizi küçük kardeşi Serkan’ın çelik konstrüksiyondan yapılmış evinde topladı. Herkes korkuyordu, ağlamak dışında bir şey yapamıyorduk. Abilerimin gözünde ilk defa umutsuzluğu gördüm. Herkes çocuğuna son kezmiş gibi sarılıyordu. Artçı sarsıntılar durmak bilmiyordu. Annem, ağıt yakıyordu, ulaşamadığımız kız kardeşim ve ablalarımı istiyordu. Sakinleştirmek için söz verdim merak etme çocuklarını toplayacağım dedim. Gün doğmak, yağmur durmak bilmiyordu. Bir başlık kullanmam gerekirse bitmeyen gece diyebilirim.
Saat yedi sekiz gibi Kenan mahalleyi ve Antakya’yı dolaşıp geldi. Bize dönüp durum çok kötü, her yer yıkılmış köyde ve her yerde ölümler var dedi. Ablamı aramaya çalıştım ama ulaşamadım. Bütün komşularını tanıyordum ama hiçbirine ulaşamadım. Arabaya atlayıp ona ulaşmaya çalıştık ancak bütün yollar kapalıydı. Cesetler yollardaydı, Antakya merkeze ulaştığımızda kıyameti gördük, nergis kokulu kent yok olmuştu. Pazartesi günü Süheyla ablama ulaşamadık, ancak salı günü ulaşabildik. Kurtarma ekipleri oradan ayrılacakken tesadüfen ablamın sesini duyduk. Kurtarma ekipleri hemen geri döndü titiz bir çalışmayla ablam kurtarıldı ancak sevincimiz yarım kaldı. Eniştemi bulamadılar. Her yer can pazarıydı, hastaneye kendi olanaklarımızla ulaştık ancak hastane çok büyük zarar görmüştü. Manzara korkunçtu, binlerce insan siyah torbalarla istiflenmişti zorla bulduğumuz ambulansla Mersin Şehir hastanesine doğru yola çıktık.
ARABAMDA DEPREM ÇANTASI HAZIRDI
Sadık Çil: Cemil merhaba, senin deprem günü yaşadıklarını öğrenebilir miyiz? Tabi önce kendini tanıtmanı rica edeceğim. Çünkü sana mesleğinle ilgili soru sormak istiyorum?
Cemil Çil: Merhaba Sadık. Bildiğin gibi Antakya Küçükdalyan doğumluyum. Evliyim üç çocuk babasıyım. İnşaat mühendisiyim, aynı zamanda müteahhitlik yapıyorum. İstediğin sorulara zor da olsa cevap vermeye çalışacağım. 5 Şubat Pazar günü çocuklarım için çok güzel bir gündü. Çocuklar kar görsün diye Serinyol’un üst taraflarında Kömürçukur denen yere, karla oynamak için gitmiştik, biliyorsun Antakya’ya kar on yılda bir yağar. Mutlu bir şekilde eve döndük. Üç çocuğum da okulda olduğu için, okul hazırlığı yapıldı ve mutlu, huzurlu bir şekilde uyuduk. Eşimin sesine uyandım, deprem diye bağırıyordu. Hemen çocukların yanına gittik, çocukları toparladık ve depremin bitmesini bekledik. Sarsıntı herkesin bildiği gibi çok uzun sürdü.
Sadık Çil: Cemil Antakya’da hemen hemen herkesin deprem anına dair farklı bir anlatısı var sen mesleki bilginle birleştirerek deprem anını nasıl anlatırsın?
Cemil Çil: Deprem üç yollu sarstı bizi iki yollu yatay ve sonradan dikey olarak sarsmaya başladı. Evin camları kırılmaya, mobilyalar savrulmaya başladı. Meslekten dolayı hem de dördüncü katta yaşadığımızdan dolayı deprem için hazırlıklıydık. Daha önce de ufak çaplı sarsıntılar yaşanmıştı. Çocuk odasında deprem çantası ve yaşam üçgeni olabilecek bir alan hazırlamıştık. Hatta arabamda da deprem çantası hazırdı. İlk saatlerde aşağı indik, gün ışımamıştı ve sadece insanların çığlıkları duyuluyordu. Aslında gün ışıdığında olayın vahametinin farkında değildik. Benim evimin olduğu mahallede yıkılan apartman yoktu. Dolayısıyla olayın büyüklüğünü kavramak mümkün değildi henüz.
Sadık Çil: Cemil sen Antakya’dan ilk ayrılanlardansın. 6 Şubat Pazartesi deprem oldu ve sen o gün kentten ayrıldın. Çok hızlı ve bence doğru bir karardı. Nasıl hızlı karar alıp uygulamaya koyabildin?
Cemil Çil: Çocuklarla aşağı inince arabalarda beklemeye başladık. Çünkü hem hava çok soğuktu hem de yağmur bütün şiddetiyle devam ediyordu. Gün ışıdıktan sonra çocukların korkusunu yatıştırmak ve etrafta neler yaşanmış görmek için arabayla dolaşmaya karar verdim. Etrafta olup bitenlerden haberim yoktu, çünkü telefonlar evde kalmıştı. Antakya merkeze doğru gitmeye çalışırken yıkılan binaları görmeye başladım. Ama en büyük acı, Atatürk Caddesi’ndeki Asi Nehrine bakan bütün apartmanların yıkıldığını görmek oldu. Suriye’de Irak’ta yok olmuş kent görüntülerinden daha kötü bir tabloyla karşılaşınca eve döndük. Tabii eşim çocuklarım ve ben ağlıyorduk. Kent merkezinin silüeti yok olmuştu.
Mahalleye dönünce komşularla beraber korku dolu bekleyiş devam ederken, ikinci büyük depreme açık alanda yakalandık, ayakta durmakta zorlanırken, binaların nasıl sağa sola yalpaladığını gözlerimizle gördük. Komşular sebze seralarını yaşam alanlarına dönüştürmeye başladı, biz de eşimle durum değerlendirmesine. Çocuklar arabada ısınıyordu ancak yakıt bitecekti. Yakıt alacak istasyon yoktu çünkü hepsi zarar görmüştü. Ben cesaretimi toplayıp eve çıktım, artık telefonlara ulaşmak lazımdı. Telefonlara ulaşınca gelen haberler çok kötüydü, hastaneler bile yıkılmıştı. Yakıtın ve hastanenin olmadığı bir yerde sorunların büyüyeceğini düşünüp eşimle beraber kentten çıkmaya karar verdik. Orada bulunan aile yakınlarıma ve komşularıma gözlemlerimi aktardım bugün veya yarın kentten çıkmak zorunda olduklarını söyledim ve oradan ayrılıp arkadaşlarımın davetiyle Aksaray’a doğru yola koyuldum.
Sadık Çil: Hiçbirimiz için bu röportajı gerçekleştirmek kolay olmadı. Yok olan kent umarım unutulan kent olmaz. Katılımınız için sizlere teşekkür ediyorum.