Elindeki bir avuç sigarayı uzatıyor Ayşe Abla. Bunlar senin, kadınlar günüymüş bugün diyor. Sen sigara içmiyorsun, bunları nereden buldun? diyorum gülümseyerek. Tahliye olanların dağıttığı sigaraları biriktirdim diyor. İçmeyenlere de veriyorlar mı sigara diye soruyorum. Verirler, burada ayrım olmaz diyor. Ne güzel, dışarda eşitlenemedik ama burada eşitiz. Biraz şaşkın bakıyor yüzüme, elimi uzatıp sigaraları alıyorum. Teşekkür ederim Ayşe Abla, çok incesin. Buradaki en kıymetli hediye sigaradır herhalde. Başka bir şey yok ki diyor. Sonra da bu kadınlar günü varya, evet der gibi başımı sallıyorum. Bize o günden yok, şehirli kadınlara var diyor.
8 mart herkesin Ayşe Abla. Köylüsü şehirlisi fark etmiyor. Üreten, yaratan, çalışan tüm emekçi kadınların günü.
Ben çalışmıyorum ki, eskiden çalışırdım ama. Evdeki bütün işleri yapardım, hayvanlara bakardım, tarlaya giderdim, yorulurdum da hiç şikayet etmezdim. Ne güzel günlermiş. Yüzü güneşin bulutlara girdiği anı anımsatıyor bana, hüzünlü ve gri görünüyor. Ayşe Abla ağırlaştırılmış mühebbet almış, yirmi üç yıldır Türkiye’nin neredeyse tüm cezaevlerini dolaşmış. Gittiği cezaevleri için tayinim oraya çıktı diye anlatıyor. Sanırsın memur. İnsanın bu kadar uzun zaman cezaevinde tutsak olmasını aklım almıyor, daha doğrusu kabullenemiyorum. İki sene önce getirmişler Merkez Kapalı Cezaevi’ne. Meme kanserinin üçüncü evresinde fark edilmiş. Sol mememi aldılar benim. Yirmi üç sene önce de sol memenin altındaki kalbi aldılar. Anlayacağınız başıma gelen her şey soldan diyor. Bu söze gülüyoruz hep beraber ama içimizde bir sızı var. Saçları kemoterapi nedeniyle döküldüğü için, dışardan peruk aldırmak istemiş. Sarı olsun demiş gardiyana, şehirli kadınlar gibi görüneyim. Başında oyalı yazması olmadığı zamanlar sarı peruğunu takıyor,peruklu hali o kadar komik duruyor ki, esmer tenine ve kara gözlerine inat açık bir sarı…
Sevgi dolu bakıyor hepimize. Beni ayrıca sevmesini, yaşasa benim yaşımda bir kızı olacağına yoruyor arkadaşlar. Kızından ve buraya gelişinden hiç söz etmiyor ama ben biliyorum. Kızı üç yaşındayken çok ağladığı bir akşam, babası tarafından darp edilmiş. Duvara kafası çarpınca kanlar içinde yığılmış yavrucak. Orada can vermiş. Ayşe Abla kızını kanlar içinde cansız görünce deliye dönmüş, mutfağa koşmuş, tezgahtan kaptığı bıçağı kocasının tam kalbinin üzerine saplamış. Sen benim kalbimi aldın, ben de senin kalbini demiş.
Ayşe Abla kadınlar günü neden var biliyor musun diye soruyorum. Nereden bileyim ilkokul üçe kadar okudum diyor. Ardından o güzel kahkahasını atıyor. Öyle güzel gülüyor ki, her şey güllük gülüstanlıkmış gibi.
Ablacım Amerika’da tekstil işçisi kadınlar haklarını almak için grev yapıyorlar. Fabrikanın içindeler. Kapıları kapatıyorlar üzerlerine. Sonra fabrikada yangın çıkıyor. Kapılar kapalı olduğu için çıkamıyor kadınlar. Yüzyirmi kadın yanarak can veriyor. Bu gün, onlardan sonra çıkıyor ortaya.
Nasıl yani diyor, gözleri faltaşı gibi açılmış. Kadınları cayır cayır yakmışlar mı?
Evet abla yakmışlar. İkimizin de gözleri doluyor, karşılıklı susuyoruz, dünya susuyor. Sessizlik çığlık gibi büyüyor. Sessizliği bozuyor Ayşe Abla, onlar ta Amerika’da yanmışlar, biz de burda yanıyoruz diyor. Kader aynı kader, hiç mi değişmez…