Tanguy Viel, Telekiz; Vanessa Springora, Rızası Var Odağında Rıza Kavramına Bir Bakış: Rızamız Yok, Dayanışmamız Var
Yazılar

Tanguy Viel, Telekiz; Vanessa Springora, Rızası Var Odağında Rıza Kavramına Bir Bakış: Rızamız Yok, Dayanışmamız Var

İlay Bilgili

Dedem öldüğünde neredeyse otuz yaşındaydım. Dedemin askerlik fotoğrafı yatak odalarının duvarında asılıydı. Bir ömür bakmıştım o fotoğrafa. Yılların hatırasıydı, kabul edeceğini düşünmesem de babaannemden o fotoğrafı bana vermesini istedim.  Bir an bile tereddüt etmeden, fotoğrafı kendi elleriyle duvardan indirip, al dedi. Çok şaşırmıştım. Cenaze günü dedemin tespihinden tıraş setine, dantelli külahından gümüş yüzüğüne kadar her şeyi hemen dağıttı babaannem. Ömrünün geçtiği yatak odası birkaç saat içerisinde bomboş oluverdi. O zamanlar dedelerine âşık olan biz torunlar bunca hatıranın bir anda dağıtılmasına şaşırıp kalmış hatta içten içe babaanneme de kızmıştık.

 

Şimdi on üç yaşında bir kız çocuğu annesi ve bir eş, en önemlisi bir kadın olarak kenardan bakıyorum da burnumun dibindeki gerçeği görememişim. Dedem, babaannemin dedesi değil neredeyse yarım asırlık kocasıydı. Ölü doğumlar, düşükler, doğup tutunamayanlar ve yaşayanlarla beraber onlarca bebek, onlarca hamilelik. Diğer yandan küçük bir ilçede evinin kadını olmak, yemek yapmak, elde çamaşır yıkamak, bir sese asla ve asla sahip olmamak… Dedem her gece ama her gece babaannemden başına Vicks sürmesini isterdi ve babaannem de bunu yapardı. Bunu yapmak ister miydi, hayatta hiçbir şey talep edebildi mi, hayır diyebildi mi? Hiç bilemeyeceğim çünkü babaannemi de yakın zamanda kaybettim. Yarım asırlık yatak odasını bir canavar soğukkanlılığıyla birkaç saatte tarihten silen bu kadın, etrafındaki hemen her kadın gibi ne evlenirken ne de o evliliği yaşarken söz hakkına sahip olmuştu. Uzun ve yorucu ömründe neredeyse hiçbir şeye rızası olmadan, yaptığı şeyleri rızasıyla yaptığını sanarak yaşamıştı. Daha da önemlisi bir seçeneği, bir sesi olduğunun farkında bile değildi. Uykusunda bize veda etti.

 

Özür dilerim babaanne, bu yazıyı senin için yazıyorum.

 

Tanguy Viel’in Mehmet Emin Özcan çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Telekız[1] kitabı devlet, toplumsal ikiyüzlülük, kadın olmak, aile ilişkileri ve güç dişlileri arasında muğlaklaşan rıza kavramını odağına alıyor. Boksör baba Max’in belediye başkanı Quentin Le Bars’tan kızı Laura’ya kalacak yer için ricada bulunmasıyla yirmili yaşlarındaki Laura, geçmişinde dergilere verdiği iç çamaşırlı hatta çıplak fotoğraflarını da unutabileceği yeni bir yola gireceğini umut ederken tekrar bir ava dönüşüyor. Sistematik olarak belediye başkanı tarafından tacize uğrayan Laura dışarıdan bakıldığında aslında hiç hayır demiyor. İşte burada o can alıcı kavram yüzümüze çarpıyor; rıza. Oysa Viel’in de anlatmak istediği gibi Laura, toplum ve gücün el ele vermesi ile sürekli manipüle ediliyor, rıza gösterdiği hemen her şeyi aslında rızası olduğu için değil mecbur bırakıldığı için yapıyor. Manipülasyon öyle güçlü ki kendisi bile şaşkın olan kadın karakter bir de psikolojik bir çöküş ve bocalamanın içine giriyor. Geçmişin gölgeleri de ensesine binince Laura kapana kısılmış bir fare gibi ona söylenen her şeyi yapan itaatkâr bir köleye dönüşüyor. Rıza kavramı, muğlaklaşıyor.

 

Dünya değişiyor. Artık kadınlar susmuyor. Laura da kalkıp polise gidiyor. Polis ile arasında ilginç diyaloglar var.

 

“Ne sandınız?”

“Böyle olur sandım.”

“Nasıl yani,” dedi polis, “böyle olan şey ne?”

“Bilmiyorum. Bu tür şeyler. Yani eğer oradaysanız, zorunlu olarak bir yatağın üzerindeyseniz onun gibi bir adamla odada işte, işte, siz de uyarsınız, isteneni yaparsınız.”

“Neyi yaparsınız?”

“Evet, yaparsınız, yani elinizi cinsel organına götürmesine izin verir, idareyi ele almak gerektiğini anlarsınız.” Bu sözü söyledi Laura, onu yöneten Laura olmuştu.

“Sizden bir şey istemedi mi?”

“Hayır. Açıkça istemedi.”

“Yani kendi iradenizle mi yaptınız?”

“Hayır, söylemek istediğim, yapmam gereken şey oydu, ama bu benim irademle olduğu anlamına gelmiyor.”[2]

 

Laura, tüm bunları kendi iradesiyle yapmamıştı. Polise şikâyet ettiği de aslında sadece belediye başkanı değil sistem, sistemin kendisini içinde bıraktığı paralize durum ve hatta kendisiydi.

 

Son dönemde dünyada yükselen #metoo hareketi ile de gördük ki kadınlar yıllarca ekmek paraları, yaşam mücadeleleri, kariyerleri, onurları, evlatları, başarıları ve bu gibi unsurlar ile gizil bir tehdit altında bırakılmış, binlercesi ta ki kadın sesi bir diğerine ses olup yükselene kadar bu sistematik tacize maruz kalıp susmak zorunda kalmış. Ve en önemlisi manipüle edilerek aslında ne o zaman ne şimdi rıza gösterecekleri birçok şeye rızaları olduğunu sanarak yaşamaya devam etmişler. Rızaları yoktu, hayır. İşte bugünlerde kendi ülkemizde de çokça şahit olduğumuz şöhretli erkek yönetmenler, oyuncular, şarkıcılar tek tek ifşa oluyor. Kadınları avlayan canavarlar gibi hemen hepsinde aynı narsistik hikâyeyi görmek mümkün. Kaldı ki yapılan ifşa açıklamalarında kadına bunun hissettirildiğini görüyoruz. Kendine hayran etme, onsuz yaşayamayacakmışsın gibi hissettirme, korkutma, manipüle ederek paralize etme ve hatta birçoğunda fiziksel ve cinsel şiddet görmek mümkün. Neyse ki bugünlerde yükselen kadın dayanışması sayesinde daha çok kadın kendini yalnız hissetmiyor ve ses çıkarıyor.

 

Alfa Kitap etiketiyle Türkçe’ye Rızası Var[3] olarak çevrilen Vanessa Springora’nın kendi hayatındaki toksik dönem ve ilişkiyi anlattığı anı kitabı Fransa’da büyük olay yarattı. Consentement kelimesi Fransızca’da da rıza anlamına gelmekte. Vanessa Springora on dört yaşından on dokuz yaşına kadar “kendi rızasıyla” sürdürdüğü ilişkisini ağlamadan, sızlamadan tüm yıkıcılığı, gerçekçiliği ve rahatsız ediciliğiyle anlattığı bu kitapta da rıza nedir, ne değildir sorgulamak mümkün.

 

“İnsan rıza gösterdiğini reddetmezken, istismara uğradığını nasıl kabul eder?”[4] Rızası Var, Vanessa Springora

 

Vanessa Springora, kendisinden neredeyse kırk yaş büyük ve dönemin bolca alkışlanan yazarlarından Gabriel Matzneff ile ortalama beş yıl süren yıkıcı bir ilişki yaşıyor. Gabriel Matzneff’in kadın, erkek demeden genç bedenlere ilgisi olduğunu yazdığı “romantik” kitapları o dönem Fransız edebiyat çevreleri tarafından alkışlanmış da. Ülkemizde çok değil birkaç gün önce piyanist İklim Tamkan kendisine sistematik olarak psikolojik (belki fiziksel) şiddet uyguladığını iddia ettiği Fırat Tanış’ı ifşa ettiği bir metin yayımladı. Fırat Tanış, Türkiye’de oldukça sevilen, entelektüel, muhalif bir oyuncu. Ardından oyuncu Gonca Vuslateri’nin yaptığı açıklama ise olanlara tuz biber ekti. Vuslateri, “Eminim kendisi yüzünden terapist kapılarında uyuyan kadın meslektaşlarım huzur bulmuştur,” açıklamasını yapan Vuslateri’nin cümleleri oldukça çarpıcıydı. İddiaya göre Fırat Tanış bunu uzun zamandır farklı birçok kadına yapmıştı. Peki, burada insan şunu sormak istiyor. Kadınlar, sistematik olarak erkek zorbalığına maruz bırakılıp kimi zaman manipüle edilip kimi zaman yaşam hakkı tehditleriyle susmak zorunda kalmış belli ki. Bu anlaşılabilir. Fakat bunca yapılandan başka erkek oyuncuların hiç mi haberi yoktu? Vuslateri’nin fark ettiği bu zalimlikten hiçbir erkek oyuncunun, yönetmenin vs. haberi olmadı? Onlar neden sustu?

 

“Kafesimde yıllardır dört dönüyorum. Rüyalarım cinayet ve intikam dolu. Nihayet çözümün şuracıkta, hemen gözümün önünde apaçık belirdiği o güne kadar… Acıyı kendi tuzağıyla avlamak, onu bir kitaba hapsetmek.”

 

Yükselen kadın hareketi, dayanışma ve hatta yine Rızası Var kitabında Springora’nın da dediği gibi “Birkaç yıl önce sayısız rakiplerimden herhangi birisi olarak gördüğüm bir kızla kendimi dayanışma içinde görmek, bana gerçekten iyi geliyor,”[5] minvalinde kadın kadının kurdu değil yurdudur dediğimiz feminist dayanışma sayesinde kadınlar artık susmuyorlar. İfşa metnini yayımladıktan sonra piyanist İklim Taman için yüzbinlerce destek mesajı geldi. Evet, hepimiz İklim Taman’ın da, şiddet mağduru her kadının da yanındayız.

 

Vanessa Springora’nın Söz Uçar, Yazı Kalır düsturuyla yazdığı anı kitabı aslında bir pedofili suçlusunun da sonsuza kadar kalacak ifşa metni. Bir çocuğa rızası olduğunu inandırarak yıllarca tecavüz etmiş bir zorbanın yağlı ilmeği. Kendisini bir tanrı gibi gören elli yaşlarında entelektüel ve bolca alkışlanan bir erkek tahakkümünün savunmasız bir çocuk bedenine ve ruhuna yaptığı talan ve aşağılamanın iç acıtan hikâyesi. Döneminde Gabriel Matzneff’i alkışlayan Fransız edebiyat çevreleri şaşkın. Eminim Fırat Tanış da şaşkındır. Ozan Güven, Kaan Boşnak, Ahmet Kural’ın şaşkın oldukları gibi. Ne yazık ki bu insanlar piyasadan silinmeleri gerekirken hâlâ birçok yapımda ya da konserde yer alabiliyorlar. Zamanla ve dayanışma ile bu sorunu da çözeceğimize inanıyorum.

 

Toplumdaki erkek egemen söylem ki devlet babanın da erkek olduğunu hatırlarsak rıza kavramını eğip büken asıl yer. Tanguy Viel’in Laura’sı nasıl geçmişinde çektirdiği birkaç fotoğraf ile avlanıyorsa kadın cinayetine ya da şiddetine kurban giden birçok kadın da eğer geç bir saatte dışarıdaysa ya da üzerindeki kıyafet ile avlanıyor. O da onu giymeseymiş, onun da o saatte orada ne işi varmış denilerek işlenen suç meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Burada bile erkeği koruma amaçlı bir manipülasyon söz konusu. Kadın cinayeti davalarına baktığımızda odak hiçbir zaman işlenen suç yani cinayet olmamış. Davalar ya da haberler, kadının ne oldu da bunu hak ettiğinin konuşulduğu eril bir şova dönüşüyor. Bakılması gereken asıl yere bakmamız hep uzaktan başka yöne tutulan bir ışıkla gölgeleniyor. Cinayet cinayettir, suç suçtur. Kadına o da onu neden giymiş diyen güç otoritelerinin topluma sızmış salyalı ağızları katil bir erkek takım elbise giydiğinde ona şefkatli kollarını açıyor. Biz kadınlar, bize açılmayan kapıları tekmeleyerek açmayı öğrendik artık. Susmuyoruz, korkmuyoruz ve itaat etmiyoruz.

 

İlk kitabımdan beri kadın olmanın türlü hâl ve zorluklarını öykülerime konu etmiş bir yazar olarak kadın yaşamlarını gözlemlemeyi hep çok önemli buldum. Tanıdığım hemen her kadın psikolojik ya da fiziksel erkek şiddetine maruz kalmış, içten içe farkında olsalar bile birçoğu rıza gösterdiğini sandığı şeylerin aslında kendi rızası dışında olduğunun farkında bile değil. Ağır bir toplumsal kod ve mapipülasyona maruz kalarak şu an oldukları “kişiyi” kendileri sanan kadınların arasında dolanıp durdum hep. Ne Telekız ne de Rızası Var henüz yayımlanmıştı o zaman. İlk kitabım Talan’da kocası tarafından “ev içi tecavüz”’e ve psikolojik şiddete maruz kalan kadın karakterin evi terk ettiği günü anlatan bir öykümde şöyle bir cümle var…

 

“Sessizliği rıza sanıyorlar, ne garip.” Talan[6]

 

Sessizlik rıza değil. Sessizliğin bizi boğduğunu anladığımızdan beri de zincirlerimizi kırıp kadın kadına yaslanarak dev bir ses dağı olmaya çabalıyoruz.

Tanıdığım yüzlerce kadından da gördüklerimden süzerek…

*Evliliklerde ya da ilişkilerde istek dışı cinsel ilişkiye zorlamak şiddettir.

*Tam tersi kadını yatağında ve evinde yıllarca yapayalnız bırakarak onu kadınlığından utandırmak, eksik ve yetersiz hissettirmek şiddettir.

*Korkutmak, şiddettir.

*Tehdit etmek, şiddettir.

*Manipüle ederek kendine muhtaç hissettirmek ve gitmek istediği anda kadına gizil ya da görünür bir tahakkümle saldırmak şiddettir.

*Seçim ve söz hakkı tanımamak şiddettir.

*Kişisel seçimlere saygı duyulmaması, aşağılamak ve küçümsemek şiddettir.

*Eşit şatlarda çalıştırıp adil ücret vermemek şiddettir.

*Bedenin “güzelliği” ya da “çirkinliği” üzerinde eril bir dil üretip kadını yaratılan bu sahte terimler üzerinden yüceltmek de aşağılamak da şiddettir.

*Kızları çocuk yaşta evlendirmek, buna susmak şiddettir.

*Rıza kavramını muğlaklaştırarak kadına yaptığı şeyleri sanki rızası ile yapıyormuş gibi hissettirip sonra bu duygunun üzerine sırça bir korku ve sessizlik kalesi inşa etmek şiddettir.

 

Laura’nın rızası yoktu. Vanessa’nın da. Bence babaannemin de yaptığı birçok şeye rızası yoktu. Ona söylenen her şeyi kadınlık ve kutsanmış annelik kodları ile yapıp durduğu bir hayatı oldu. O zamanlar şu an bir çığlığa dönüşen ses de yoktu, ne yazık.

 

Ama Laura polise kendi rızası ile gitti, Vanessa, o kitabı kendi rızası ile yazdı. Babaannem yarım asırlık yatak odasını birkaç saatte kendi rızası ile yok etti, bir an bile duraksamadı.

 

Biz kadınlar artık neye rızamız olduğunu neye olmadığını çok daha net görebiliyoruz. Sadece geçen hafta Türkiye’de sekiz kadın eşleri ya da eski eşleri tarafından katledildi. Kadın cinayetlerine, kadına şiddete, eril egemen dünyaya rızamız yok. Dayanışmaya var.

 

Dayanışma yaşatır. Yaşasın kadın dayanışması!

 

[1] Tanguy Viel, Telekız, Çev.Mehmet Emin Özcan. (İstanbul: İletişim Yayınları, 2023)

[2] A.g.e., 58.

[3] Vanessa Springora, Rızası Var, çev.Nilgün Tutal Cheviron,(İstanbul ,Alfa Kitap, 2021)

[4] A.g.e.,119

[5] A.g.e.,144

[6] İlay Bilgili, Talan, Monokl Yayınları (İstanbul, 2019),42.