Üç Hayvan Hikayesi
Öykü

Üç Hayvan Hikayesi

Zeynep Yenen

KİRPİ İLE ÇİLLİ

Soğuk metali parmaklarında hissetti. Pazar sabahının erken saatleriydi, vitrindeki elbiseyi göstererek arkadaşını dürtükledi.

 

“Kan rengi gibi, di mi la?” Anlamsızca güldü arkadaşı. Kızıl saçları vardı ve çilliydi. Öylesine sevimliydi ki. Diğerinin siyah saçları tepesinde kirpi gibiydi. Çakısını çıkardı cebinden. Çilli’nin gözleri parladı.

 

“Sustalıı” dedi. Tepesinde kirpi olan çakısının sapındaki düğmeye basınca zınk diye çıkan bıçağın ucu burnunu sıyırdı Çilli’nin. Kızmadı arkadaşına, güldüler. Kendisinin sustalısı olmadığı için biraz ezik hissetti. Onun da olsaydı, şrak diye bıçağın ucunu o da dayardı Kirpi’nin burnuna. Bir köpek geldi arkalarından, kuyruğunu sallayarak. Korktu bacağına sürünen köpekten kirpi saçlı.

 

“Uşş, uşş” diye üç adım geri hoplamasına güldü Çilli. Çok güldü.

“Oğlum sustalı taşımak marifet değil, adam korkak olduktan sonra. Marifet onu kullanabilmekte!” dedi. Cebindeki pet şişeyi çıkardı kokladı.

“Benim onu koklamaya ihtiyacım yok bunu kullanmak için”, dedi Kirpi. Sustalısı parlıyordu sabah güneşinin ışığıyla.

“Anamı deşerken babam bunu koklamadı cesaret için”, diye ekledi. Bir omzunu daha yukarı kaldırdı burnuyla havayı koklarmış gibi yaparken. Çilli arkadaşına baktı üzülüyor mu diye. Köpek üzüntülü bir şeyler hissetmişti, bir daha süründü çocuğun bacaklarına. Elini yalamaya kalktı.

“Uşş, uşş” diye geriye attı yine kendini Kirpi. Tekrar güldü Çilli. Hem de daha çok.

 

“Bak ne yapacağım, dedi arkadaşına. Mağazanın yan tarafına atılmış çöpleri karıştırmaya başladı. Yüzü güldü yine. Gözlerini kırpıştırdı. Sevinçten yanakları kızarıp saçıyla aynı renk oldu. Bir şey buldu boş kutuların arasında. Bir ipti, kirli, yağlı ve yer yer lifleri açılmış. Gösterdi arkadaşına. Kement yaptı, attı köpeğin üstüne. Iska. Öbürü de denedi, ıska. Köpek oyunu sevdi. Daha bir yaklaştı yanlarına. Neredeyse kendi girdi kemendin altına. İkisi de sevimli çocuklardı. Kirpi saçlı başardı kemendi köpeğin boynuna geçirmeyi. Üç adım gerideydi hala. Yaklaşamıyordu ama titremesi biraz azalmıştı. Köpek boynunda kementle gelip bir daha süründü bacağına Kirpi’nin. Elindeki kemendi hızlıca çekti çocuk. Bir tekme savurdu. Köpek kaçmaya yeltendi. Çilli’den yardım istedi.

 

Birlikte tuttular ipi. Çektiler iyice gerdirerek. Köpeğin gözleri kocaman oldu. Çilli kahkaha attı, Kirpi de.

 

“Kim sustalıyı kullanamazmış göreceğiz” diyerek kulağına bir çizik attı köpeğin. Köpek boynundaki ipten dolayı uluyamıyor, başını oynatamıyor ayaklarıyla debeleniyordu. Başını kaldırdı, vitrindeki kırmızı elbiseyi gördü, sustalıyı bir daha savurdu.

“Telefona çek lan” dedi Çilli’ye. “Herkes görsün nasıl erkek olduğumu. Babam face’te görsün”. Elindeki kulağı sallayarak poz verdi.

“Sonra da sen beni çek” dedi diğeri. Köpeğin kesilmemiş kulağına doğru seğirtirken.

17 Ocak 2017 Gazete manşetlerinden esinlenilmiştir.

 

 

EKİP ÜYELERİNDEN BİRİ

Ekibin beş üyesi ve her üyenin ayrı görevleri var. Biri kazı işini yapıyor, diğeri makinaları kullanıyor, biri aşağıyla iletişim kuruyor, diğeri ufak yapılı olduğu için aşağı ilk inme görevini üstlenmiş. Çoğu kez depremzedeye ilk ulaşan da o oluyor. Gün boyu aldıkları haberlerin hepsine hızla yetişmeye çalışıyorlar.

 

-Çocuk var aşağıda diyorlar, bu sefer de. Atlıyor herkesten önce enkazın başına. Daha çocuğa ulaşmadan fark ediyor canlı olduğunu. Haber veriyor ekiptekilere. Enkaz alanının başında çocuğun yakınları da heyecanla bekliyorlar.

 

Dehlizlerden geçip üç yaşındaki çocuğa su götürüyor önce. O dehlizdeyken artçı bir deprem oluyor. Moloz parçalarını hissediyor kafasında, sırtında. Gözlerine toz kaçıyor, görmesini engelliyor bu biraz ama o kararlı bir şekilde hedefine doğru gitmeye devam ediyor. Tek amacı var; kurtarmak. Ekiptekilerin kendisine seslendiğini duyuyor. Sağ olduğunu anlatmak ve onları rahatlatmak için ses veriyor. Arkada kalanlar dehlizleri genişletip çocuğa ulaşacaklar. Çocuk kendisine elini uzatıyor. O da ona uzanıyor. Ağzını kıpırdatıyor çocuk, bir şeyler söylemeye çalışıyor.

 

-Elimi bırakma, demek istediğini anlıyor. Kurtarıcısından farklı bir dilde konuşuyor çünkü çocuk. Şimdi yukarı çıkıp kendisine verilenleri aşağı geri getirmesi gerek. Dehlizlerden geçip gün ışığına, yukarıdakilere ulaşıyor. Kendisini sevinçle karşılayanların verdiklerini alıp aynı dehlizlerden geçerek çocuğa ulaştırıyor. Seksen iki saatlik enkaz altında geçen sürenin son saatlerinde defalarca bir aşağı bir yukarı giderek çocuğa yiyecek içecek taşıyarak onun direncinin artmasını, hayatta kalmasını sağlıyor. Sonunda kurtarma ekibi enkazda bir koridor açarak çıkarıyor çocuğu enkazdan.

 

Herkes seviniyor, alkışlıyorlar kendisini. Hiç kimsenin başaramayacağı şeyleri başarıyor o çünkü. Enkazdan çıkardığı çocuğa bakıyor, seviniyor. Çocuğun babası gelip ona sarılıyor. Daha önce duymadığı sözcükler kullanan adamın hareketlerinden bunun teşekkür olduğunu anlıyor.

 

-Nasıl bildi enkaz altındaki yavrumun canlı olduğunu. Bunu size nasıl haber verdi, diye ekiptekilere soruyor, baba.

Ekiptekilerden biri kendine

– Sizin çocuğun yorganını koklattığımız gibi aradığımız kişinin bir eşyasını koklatıyoruz kendisine. Eğer enkazın altından gelen koku canlıya aitse ayağa kalkıp sevinçle kuyruğunu sallamaya ve havlamaya başlıyor. Ulaşmaya çalıştığımız kişi hayatını kaybetmişse ölmüş gibi yere uzanıyor. Özellikle enkaz altında kalan canları kurtarmak için eğitildi diye açıklama yapıyor.

 

Not: 17 Ağustos 1999 tarihinde olan Gölcük depreminde İzmit’in Bekir Paşa Beldesi’ndeki arama çalışmalarında üç yaşındaki bir kız çocuğunu kurtaran Alman Çoban köpeğinin kurtarmış olduğu 100’den fazla can için heykeli dikildi.

 

 

 

HAYVAN!

Camın önünden onu izliyordum. Hızlıca yürüyüp eve geldi. Kavga etti telefonda. Değişik kokulu bir şeyler içti dışarıdan gelen arkadaşlarıyla. Bütün gece duman altı kaldım.

 

Her zamanki günlerden bir farkı yoktu ertesi sabahın. Uyandım ve yatağına sıçradım. Battaniyesinin altına girdim. Başımı okşayacağını sandım, alıştığım gibi. Olmadı. Farklı bir koku aldım ondan. Değişik bir insandı, bilmediğim bir ruh hali içindeydi. Kalktı. Giyinmedi; don gömlek mutfağa geçti. Her zaman yüzünü yıkar, çaydanlığın altını yakar, mama kabına kedi yemi dökerdi. Kafası karışık gibiydi. Bana bakışlarını gördüm. Bir daha bakmak istemedim. Koltuğun altına gizlendim. Onu izlemeyi tercih ettim. Mutfağın girişinde sigarasını içtiğini görebiliyordum. Oldukça sıkıntılıydı. Kedilik bende kalsın deyip ortaya çıktım. Terliklerini yerde sürüyerek yürürdü. Üstlerine atlayarak oyun başlatırdım çoğu kez. Ensemden tuttu. Sevindim. Her zamanki gibi benimle oynayacaktı.

 

Mutfağın dip kısmında duran, her sabah kullandığı kutuyu açtı. Beni içine koydu. İçeriden onu görebiliyordum. Bir düğmeye bastı. Işık yandı, dönmeye başladı. Camdan bana bakıyordu. Yüzünde ilginç bir gülümseme vardı. Her taraf çok sıcak olmuştu. Tıpkı güneşin en tepede olduğu zamanlar gibi. Tüylerim koyu, sevimsiz bir renk aldı. Çıkmak için cama saldırdım. Bana bakıp gülüyordu. Karnımda, belediyenin köpekler için koyduğu zehiri yediğimde olan ağrılar vardı. O zaman beni kurtarmıştı. Benim için ağlamıştı. Evine almıştı. Şimdi gülüyordu. Galiba ölüyordum. Hiç tüyüm bıyığım kalmamıştı.

 

Üniversite arkadaşı “Bu ne koku?” diyerek içeri girdi. Beni sevmezdi. Hiçbir kurtuluş ümidim yoktu. Burnunun üstüne bir yumruk attı.

 

“Hayvan” dedi. “Hayvan, hayvan. Allah belanı versin.” Camlı kutuyu açtı dışarı fırladım. Havada mangal kokusu vardı.