Yaşamak Yanımız Ah!
Öykü

Yaşamak Yanımız Ah!

Nedime Köşgeroglu

Evet, bir ağaç dikin iyi olur, şöyle mahzunluğu üstüne giymiş söğüt olsun, annem gibi eğilsin üstüme, rüzgârda şarkı söylesin bana… Yağmura söyleyin haber getirsin sevdiklerimden.

 

Tuvalin arkasını göremediğimiz gibi, siz de beni göremezsiniz şimdi komşularım: Aynur, Halime… Size göre felç geçirmiş biriyim, yani kocasının ölümüne dayanamamış da kendini boşluğa bırakıvermiş mahzun Feride… 45 yılın getirdiği birliktelikten sonra karanlığa gark olmuş, suya düşmüş Feride…Ya da sudan çıkmış balık… Kayınpederi tarafından kafasının az daha ortadan ikiye yarılmasına ramak kalmış iken komşusu Hatice Hanım tarafından kurtarılmış Feride…Ne günler geçti değil mi? Acı tatlı aşımıza katık ettik yasımızı.  Şimdi kayınpederin biri çıkıp gelinini dövse, paçavraya çıkartırlar. Hem de çıkartsınlar, hiç acımasınlar. Dayak da neymiş hiçbir canlı dayağı hak etmez. Vuran eller kırılsın!

– Aaa… Ellerini oynattı ablam…

 

Annem niye şimdi sen, ellerime vuruyorsun benim?  Suçum ne şimdi? Emek hakkım değil mi?  Ben de abim gibi okumak istiyorum…  Sana söz veriyorum annecim yazları da kuran kursuna gideceğim.  N’olur anne bana destek ol.    Kıyma bana…

Dua et sen belki duaların kabul olur, köye okul açılır. Sahi biz Türkçe konuşuyoruz da niye dualarımız Arapça.

 

Şu koskoca dünyada, Türkçe konuşup Türkçe dua edemeyen bir bizim ülke midir, diye sorması okumasının önünde kapı gibi duruvermişti. Boyundan büyük söz eden yarın aslını inkara kalkar, okursa bizi beğenmez demişlerdi.

 

Aslında sadece zekiydi. Bunu da biliyorlardı ya neyse. Feride okusaydı tarih öğretmeni olurdu. Yanlış, eksik anlatılan tarihimize sahip çıkardı.  Neydi? Kaç ülke vardı Müslüman?  Aslında biliyordu, araştırmıştı da ama şimdi uçup gitmişti aklından. Uçup giden fikirleri yakalamak istercesine ellerini kaldırdı Feride. Sonra derin bir iç geçirdi.

 

Feride, derin nefes alışlarıyla sanki denizin dibine dalıyor orada saklı kalmış bir anıyı bulup çıkarıyordu.  Bunlardan biri Arif’in yeni evlendikleri zamanlarda anlattığıyla ilgiliydi. Ne demişti Arif; “Babam nedensiz evde huzursuzluk çıkartır, önce annemi hırpalar, hızına alamazsa bizi de sıra dayağından geçirirdi.” demişti ve sesi titreyerek devam etmişti: “Ne çok darbe aldım başımdan ne çok burnum kanadı. Ben anneme vurma! Hayır dediğim için “Hayır ha! Hayır ha!” diye diye hırslanarak daha bir saldırganlaşırdı.  Ne çok canım yandı. O nedenle ben kimseye hayır diyemem Feride. Tutukluğum bundan, ama bu tutukluğum beni çok yordu. Çok yorgunum… Sende yordun Feride.  Sende çok yordun. Sen neden hep çok akıllıydın sahi? Senin bu akıllılığın da beni yordu. Hep haklı olmandan da yoruldum be Feride, hep sen dürüstsün, hep sen cesursun, hep sen bilirsin be Feride!

 

*

 

– Feride abla ellerini mi oynatıyor?

-Ben fark edemedim.

 

Ah! komşularım dilim çözülse de bir anlatabilsem size, başımıza gelenleri. Ah! Arif, ölümü değil de beni kahreden asıl Arif’in, bunca zaman dişimizle, tırnağımızla bir araya getirip aldığımız evi; yok pahasına, kendi eliyle ayağıyla, bir yalana kurban etmesi ya. Haberiniz yok değil mi? Arif, o masum, sessiz, gözü yerde Arif. Eşine düşkün Arif. Düşkünlüğün batsın emi!  Annem hastalandığında bakmak için köye gittiğim günlerdeydi herhalde. Biraz uzun sürdü annemin yatalak kalışı, rahmete kavuşması, neylersin vakit saat gelmeden de can teslim olmuyor işte.

 

Bu sırada Cemal’e rakı aldıran Arif. Sanki kırk yıllık tiryaki gibi içip içip kendinden geçen Arif… Sonra biz mal paylaşımı için birkaç gün daha köyde kalınca Cemal’in karısını hamile bıraktığına inanan Arif.  Cemal’den değil de bu söylentinin beni üzmesinden korkan ve de susan Arif… Madem bu kadar becerikliydin de sen; ben niye evlatsız kaldım sersem? Sersemin dik alası Arif! Madem bir halt karıştırdın neden bana söylemedin?  Senden hamile olduğunu söyleyen kapıcı Cemal’in karısının üzerine canım evimizin tapusunu geçirmen oldu mu ya?

 

Bak! Şimdi daha çok üzülmedik mi?  İkimizde hayatlarımızdan olmadık mı? Ah! Arif, saf Arif. Kan testi var bunun, her halükârda ispatı var bunun. Ah! Ahmak sen üzülmeyesin diye ben sustum. Ablan dediydi, on iki yaşında kabakulak geçirmişsin sen. Senin o naif, ince yüreğin burkulmasın diye, sana söylemedik biz.  Ah! Keşke üzülseydin. Ah! Keşke kırılıp un ufak olsaydın. Yine el ele verir, toparlanırdık. Şimdi sen kara toprakta, ben hasta yatağında… Beni evsiz, beni sensiz bıraktın ya Arif boyun devrilsin emi!…

 

***

 

-Aaaa Halime Hanım, bak! Feride abla kaşlarını oynattı.

-Ben de elleri oynuyor diye sana söylemiştim ya.

– Ay! Hadi inşallah toparlanır Feride Ablamız aramıza döner yine.

Yorgun bir ses duyuldu: “Ziyaret saati bitmiştir. Odaları boşaltalım lütfen.”