20. yüzyılın, romanlarında Müslüman dünyanın klasik doğu edebiyatının geleneksel özelliklerinin Avrupa edebiyatının geleneksel kanonlarıyla kaynaşmasını gördüğünüz birçok Türk yazarının fikirleri, çağdaş Türkiye’nin, yani Doğuyla Batı arasında gidip gelen, hızla yönünü değiştirebilen bu ülkenin çehresini belirlemiştir. Daha yakın bir zamanda AB’nin resmi adayı olan Türkiye, baş köşeye Avrupa kültür değerlerini koymuştur. Avrupa değerleri belli ölçüde XX. yüzyıl Türk edebiyatının ana temalarına da hâkim olmuştur. XX.yüzyılın ilk ve ikinci yarısında önemli yazarlardan olan Sabahattin Ali ve Orhan Pamuk’un eserlerinde de bütün bu sorular önemli bir yer tutmaktadır.
Sabahattin Ali (1907-1948) liberal ve komünistti, evrensel aydınlanmayı, eşitliği ve kardeşliği hayal eden ve bu fikirleri eserleriyle işlemiş olan Nazım Hikmet’in arkadaşıydı. Yazar sosyalist görüşleri destekledi, Nazım Hikmet’in yakın arkadaşı olarak Rus kültürüne ve SSCB politikasına yakınlık duydu. Fakat tam da Kürk Mantolu Madonna adlı romanının kahramanı Raif Efendi gibi Avrupa’da (Almanya’da) bir süre okudu ve yaşadı [1:3]. Erken ölümü bizim S. Ali’nin görüşlerinin evrimine ve bu görüşlerin eserlerinin kahramanlarında nasıl yankı bulduğuna tanık olma fırsatı veriyor.
Dünyanın en genç Nobel ödülü sahiplerinden biri ve en ünlü Türk yazarı olan, liberal ve Avrupa merkezcilik savunucusu olan, ilk eserlerinde modernizmi, Avrupalılaşmayı ve Avrupa’yla bütünleşmeyi savunan Orhan Pamuk, yazarlığının başında aslında farklı politik görüşte olsalar bile, hepsi de gözlerini Batıya ve onun kültürüne dikmiş olan Türk yazarların izinden gitti. O. Pamuk’un daha sonraki döneme ait eserlerinin analizi yazarın Avrupa değerlerinden hayal kırıklığına uğradığını ve geleneksel Doğuya nostalji duyduğunu gösteriyor (örnek olarak Masumiyet Müzesi, Kafamda Bir Tuhaflık, Kırmızı Saçlı Kadın verilebilir). Bu romanların kahramanları hayatlarının sonunda ve anlatının finalinde, kural olarak, modernizmden, hayatın çağdaş temposundan ve onun değerlerinden yorulmakta, geleneksel değerlere dönmektedir, en önemlisi de muhtemelen güçlü bir şekilde geçmişe nostalji duymaktadır.
2016 yazında Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın adlı romanının çevirisi üzerinde çalışırken, bu incelemenin yazarı, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı, 1999-2002 yılları arasında çevirdiği romanıyla bazı metinlerarası bağlantılar olduğunu saptadı.
Bir süre Almanya’da yaşamış olan S.Ali, inanılmaz bir şekilde bir “Remarque” romanı yazdı, Remarque’ın kendisinden on yıl önce, şaşırtıcı bir şekilde iki dünya savaşı arasındaki dönemin Almanya’sının atmosferini yarattı. Romanın baş kahramanı Raif, nüfuzlu ve iyi bir aileden gelmektedir, ama Cumhuriyet’in kuruluş döneminde ailesi yoksul düşmüştür; babasının desteği ve annesinin maddi durumu sayesinde Almanya’ya sabun imalatı işini öğrenmek üzere gönderilir. Hayalperest ve idealist Raif ya ressam ya yazar olmayı hayal eder, Berlin’e gelince Avrupa’nın kültür ve edebiyatını keşfeder. Sabun fabrikasındaki çalışmaları ciddi olarak takip etmek yerine, galeri açılışlarına gider, bunlardan birinde de güzel bir kadının portresine hayran kalır. Bir süre sonra bu portrenin, daha doğrusu otoportrenin ressamıyla tanışır. Kadının adı Mariya’dır, Yahudi kökenli bir Alman ressam ve kemancıdır, özgürlük düşkünü, parlak ve yaratıcı bir kişiliği vardır, Raif’ten yaşça biraz büyüktür. Raif tutkusu ve bu aşk karşısındaki açık güçsüzlüğü nedeniyle 19. yüzyıl Rus klasik edebiyatının tipik kahramanlarına benzer. Zaten, roman boyunca kahraman mutlulukla Turgenyev ve Çehov’un romanlarını Almanca çevirilerden okur. Kahramanların ilişkisi gelişir, ama birdenbire Berlin’e Raif’in babasının ölüm haberi gelir. Kısa süre sonra kadını Türkiye’ye çağırma ve onunla evlenme sözü veren kahraman, Mariya’yla bir daha asla karşılaşmamak üzere yola çıkar. Önceleri mektuplaşırlar, ama sonra Avrupa’da yeni savaş başlar ve ilişkileri kopar. Ancak yıllarca sonra Raif Efendi tesadüfen Mariya’nın onu sevmekten vazgeçmediğini, ikisinin kızını dünyaya getirirken öldüğünü öğrenir.
Kompozisyon açısından Kürk Mantolu Madonna adlı roman, daha doğrusu novella, kahramanın, tesadüfen meslektaşının eline geçen ve baş kahramanın ölümünden sonra yayınlanan günlük ve hatıralarıdır.
O.Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın adlı yeni romanı da yazarın önceki eserlerinden hacim olarak ayrılır – bu da romandan çok novelladır. Kompozisyon olarak uydurma bir tarih, “roman içinde roman” biçimindedir, babasını öldürdüğü için bir süre hapis yatan baş kahraman Enver’in oğlu tarafından yazılmıştır.
Olay başkahraman Cem’in ağzından anlatılır ve başlangıçta okur onun günlüğünü, hatıralarını biliyormuş gibi bir izlenim yaratılır. Okurun karşısında baş kahramanın çocukluğundan bölümler canlandırılır, onun çok sevilen ama ailesini terk eden babasıyla olan karmaşık ilişkileri verilir. Kahraman yazar olmayı hayal eder, ama zor yaşam koşulları onu jeolog olmaya, inşaatçılığa zorlar. Aynı zor maddi koşullar onu yazın, üniversiteye girmeden önce, para kazanmak için İstanbul’un Öngören adlı kasabasına, Mahmut Usta adlı bir ustanın kuyu işlerine çıraklık etmeye zorlar. Karşılarına kimsenin su çıkaramadığı çok zor bir yer çıkmıştır ve Öngören’de başlangıçta planladıklarından biraz daha fazla çalışmak zorunda kalırlar. İlk günlerde Mahmut Usta’nın yardımcısı Cem o yakınlardaki bir gezgin tiyatro topluluğunun, ondan biraz daha yaşlı kırmızı saçlı aktrisine âşık olur.
Sonunda Cem kadının durumundan yararlanmayı ve onunla bir gece geçirmeyi başarır, sabah da, dikkatsizlikle, derin kuyunun dibinde çalışan ustasını öldürür. Korkuyla kasabadan kaçar. Daha sonraki hayatı çok iyi geçmez. Kariyeri çok iyi gider, ama kendisini hoşnutsuz hisseder – çünkü hep yazar olmak isterken mühendis olmuştur; uzak bir akrabasıyla mutlu bir evlilik yapar, ama çocukları olmaz. Romanın sonunda, baş kahramanın anlatı boyunca Kırmızı Saçlı Kadın dediği kişinin babasının uzun yıllardır sakladığı sevgilisi olduğu, bir gece ortak oğulları Enver’i doğurduktan sonra kadının ortadan kaybolduğu anlaşılır. Kürk Mantolu Madonna romanındaki gibi bu eserde de babayla oğulun çatışması teması vardır, ama Kürk Mantolu Madonna‘da ana tema romanın kahramanlarının trajik aşkıyken, Kırmızı Saçlı Kadın‘da kesin olarak baba oğul çatışmasıdır. Bu çatışma yazar tarafından sadece çok yönlü bir şekilde, psikanaliz öğeleriyle ele alınmaz, ayrıca ailenin Doğuda ve Batıdaki yapısıyla da bağlantılıdır. Kürk Mantolu Madonna‘da despotik Türk babası, başarılı oğlunu çok sevmeyen, ama içtenlikle onun hayatını kendi fikirlerine göre inşa etmeye çalışan, Doğulu fikirlere uygun bir babadır. “Annemin ve bilhassa babamın bana sık sık: ‘Yahu, sen kız olacakmışsın ama yanlış doğmuşsun!’ dediklerini hatırlıyorum. En büyük zevkim evin bahçesinde veya derenin kenarında yalnız başıma oturup hülyalara dalmaktı.” [1: 45-46] Kırmızı Saçlı Kadın‘da hem baba oğlunun kaderiyle hiç ilgilenmez, hem de baş kahraman Cem oğlu Enver’in kaderinde hiçbir rol oynamaz, böylece ideal bir batılı, Avrupalı baba olur. Cam ile Enver arasında yaşanan finaldeki baba katli sahnesinde şöyle bir diyalog yaşanır:
“Nedir senin için baba?”
“Annenin karnına düşürdükten sonra oğlunu hayatının sonuna kadar koruyup sahiplenen, güçlü, şefkatli kişidir baba. Dünyanın başlangıcı ve merkezidir o. Bir baban olduğuna inanıyorsan, onu görmesen bile kendini iyi hisseder, onun orada olduğunu, gelip seni şefkatle koruyacağını bilirsin. Benim öyle bir babam olmadı.”
“Benim de öyle bir babam olmadı ne yazık ki” dedim soğukkanlılıkla. “Ama olsaydı o da benden ona itaat etmemi bekler, gücü ve şefkatiyle benim bireyliğimi ezerdi!”
Babasının bu konuları önceden düşünmüş olduğunu anlayan Enver gözlerini açtı. Şimdi beni saygıyla, ilgiyle dinlediğini görüp sevindim.
“Acaba babama itaat etseydim mutlu biri olur muydum?” diye yüksek sesle düşünmeye devam ettim. “Belki, iyi bir oğul olurdum, ama iyi bir birey olamazdım.”.
Düşüncelerimi kabaca kesti. “Bu birey olma merakı ve telaşı yüzünden Avrupai zenginlerimiz değil birey, kendileri bile olamadılar” dedi. “Avrupai Türk zenginleri Allah’a inanmazlar, çünkü kendilerini bir şey sanırlar. Onların bireyliği çok önemlidir. Çoğu, herkes gibi olmadığını kanıtlamak için Allah’a inanmaz. Üstelik bunu söyleyemezler bile. Oysa inanç herkes gibi olmak işidir. Din alçakgönüllülerin cenneti ve tesellisidir.” [2:168-169].
İki romanın başka bazı benzer öğelerinin de altını çizmek isterim.
Birincisi, iki romanın Türkçe isimlerinin yapısına da dikkat edilebilir:
(1) Kırmızı Saçlı Kadın başlığı, Kürk Mantolu Madonna‘yı çağrıştırmaktadır.
(2) İki ana karakter soylu, eskiden zengin ya da refah sahibi, ama yoksullaşmış ailelerden çıkmıştır
(3) ve yabancı bir yere gitmeleri gerekir,
(4) ve ya onların sosyal konumlarına ya da hayattaki eğilimlerine uymayan kaba bir zanaat öğrenmeleri gerekir.
(5) Yabancı bir yerde baş kahraman kendi öz ailesinin, hiç anlamadığı ailesinin yerini alan insanlarla karşılaşır.
(6) Zanaat/iş önemsiz kalır, kahraman yan sorunlarla ve/veya aşk hikayesiyle ilgilenir.
(7) İki kahraman da kısa süre görür/bir yerde tesadüfen karşılaşır,
(8) ama sonra aşık olurlar; bohem kadına, aktris/ressam/şarkıcıya,
(9) ve o kişi çok bağımsız, arkadaşları arasında öne çıkan bir karaktere sahiptir.
(10) İki baş kahraman da gerçek bir kadına, hayali ya da ideal bir güzel yabancı imgesine oldukları kadar âşık olmazlar
(11) ve iki örnekte de iki gencin aşkı saplantı sınırındadır.
(12) İki genç de uzun süre hayranlık nesnelerini inceler, uzaktan gözler,
(13) buna rağmen sonunda onun konumuna erişemezler.
(14) İki örnekte de dünya dışı yüceliğe sahip, ama ilk aşkı yaşarlar,
(15) iki kahraman da kendi isteklerinden bağımsız olarak, kaderin iradesiyle
(16) sevdiklerini sonsuza dek terk etmek zorunda kalır,
(17) anlatıcıya göre çok uzağa giderler;
(18) iki kahraman da sevdiğiyle sonsuza dek kalıp aile kurmak isterdi,
(19) ama ikisi de onu yaşlanıncaya dek ömür boyu hatırlamak zorundadır,
(20) onu bulmak için ciddi bir çaba harcamazlar,
(21) yıllar sonra tesadüfen, aslında, bir çocukları olduğunu öğrenirler.
(22) İki romanda da anlatıda önemli yeri, bir yandan baş kadın kahramanı hatırlatan, diğer yandan yaşananların soyut kişileşmesi olan ve elbette, romanın ismiyle bağlantılı olan bir tablo alır. Kürk Mantolu Madonna‘da bu Madonna delle arpie adlı, XV-XVI. yüzyılın ressamı Andrea del Carto’nun tablosudur, Kırmızı Saçlı Kadın‘daysa bu tablo XIX. yüzyıl İtalyan ressamı Dante Rossetti’nin Beata Beatrix adlı tablosudur.
Sabahattin Ali’nin eserinin finalinde Doğudaki önemli geleneksel yasalardan birine, aile kurallarına boyun eğen baş kahraman, babasının ölümünü öğrenince sevgilisini bırakır ve ailesine döner.
Orhan Pamuk’un eserinde, birkaç “baba ve oğul” çifti görürüz ve olay akışı içinde aile ilişkilerinin gelişmesinde birkaç senaryo yaşanır:
1-Baba, kararıyla uzakta bulunan ailesine ya da çocuğunun ailesine döner, sevgiliyi terk eder, ama sonra yine de aileden uzaklaşır;
2-Baba oğlunu kendi isteğine bırakır, bilinçli olarak onun kaderine ortak olmak istemez (bu sırada Rousseau’nun çocuklarıyla bir benzerlik vardır, onlar, söylenene göre, baba tarafından bağımsız ve liberal yurttaşlar olarak yetişmek üzere terk edilmiştir), bu arada oğul babanın davranışına hak verir, ona karşı düşmanlık beslemek ve kısmen minnettar kalır;
3-Baba oğlunu, onun varlığını bilmeden bırakır, sonra ısrarla ona dönmeye, onun kaderine katılmaya çalışır – ama artık kesinlikle oğluna lazım değildir;
4-Oğul ona dönen sevdiği babayı, artık ihtiyacı olmayan babayı öldürür.
5-Oğul babayı bulur, ama ona kendi hayatı, iradesi ve aklı üzerinde kontrol vermez, onu öldürür.
Buradan bu listelenen aile ilişkileri modellerinin kuşakların karşılıklı ilişkisiyle ilgili Avrupalı fikirlere karşılık geldiği sonucu çıkıyor. Doğuda bu tür bir karşılıklı ilişki imkansızdır, ya da tesadüfler zinciri sonucunda ortaya çıkabilir – bütün anlatı boyunca kahraman kuşakların Doğudaki (Rüstem ile Sührab hikayesi) ve Batıdaki (prens Ödip hikayesi) ilişkilerini simgeleyen iki hikâye arasında gidip gelmektedir.
Sonuç
Ele alınan iki roman çok miktarda iç ilişki, doğrudan ya da örtülü alıntı sergiliyor. Fakat metinlerarası ilişkileri edebi olmanın da ötesine uzanıyor.
S.Ali’nin romanının baş kahramanı Raif, Avrupa’daki mutluluğunu koruyamadı, çünkü geleneksel doğulu değerlere aşırı bağlıydı.
O.Pamuk’un romanının baş kahramanı Cem, hayatı boyunca batı geleneğini, Ödip hikayesi biçiminde şekillenen geleneği yüzeysel olarak izledi ve bu Ödip hikayesinin çerçevesinde tesadüfen gençliğinde, kendi babası saymaya başladığı Mahmud ustayı öldürdü. Aslında baş kahraman ruhunda babayla oğul ilişkisinin Avrupa modeline duyulan coşkudan ondan hayal kırıklığı duymaya doğru yol almaktadır, hayatının ikinci kısmında da Rüstem ile Sührab’ın geleneksel hikayesine yaklaşır (biricik çocuğuyla karısı – inşaat firması – çocuksuz eşlere Sührab der, Ödip değil). Dahası, gençlik yıllarında Cem geleneksel oğul olmaya yönelir, daha sonra da, geleneksel babalık mutluluğunu yakalar.
Ama Cem’in Avrupalı değerlere ilgi duymaktan olan pişmanlığı çok geç olur: sertçe cezalandırılır – ölür, böylece kendini yaratıcı-yazar olarak da, yaratıcı kişilik – baba olarak da gerçekleştiremez. Tek oğlu, geleneksel Müslüman bakışın savunucusu Enver onu öldürür, cinayetten önce de onu tanrısız olmak ve kendini kaybetmekle suçlar.
Cinayet işleyen Enver, anlatının sonunda, hapiste de olsa, aslında cezalandırılmaz, kendini ve yazarlığa olan eski tutkusunu, babasının gerçekleştiremediği tutkuyu gerçekleştirir. Geleneksel değerleri yaşarken Enver, hayatı boyunca kendine ihanet eden, ruhunda geleneksel görüşlerin sağlamlığına inanan ama dışarıdan Avrupalı görünen bir insanı öldürdüğü için ciddi bir ceza almaz. Enver için hapis yeni bir hayata başlamanın mükemmel fırsatı olur.
O.Pamuk’un yeni romanı çağdaş Müslüman dünyasını sarsan olaylarda ve ifadesini şimdi Yakındoğu’da yaşanan olaylarda gördüğümüz ruh hallerinin, yansımaların evrimini sergiliyor.
S.Ali’nin Almanya’da, Hitler’in iktidara gelmesinden önce, II.Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’da yaşayan, Yahudi kökenli bir ressamı seven baş kahramanı, asla onun çevresinde olan ciddi tarihsel sarsıntılara, kendi iç dünyası üzerinde düşünerek tepki veremiyor. O.Pamuk’un romanlarında, doğulu tutkunun gelişmesi ölçüsünde yansımasını bulan benzer tarihsel koşullarda, sadece (Kar romanında gösterilen) İslam köktenciliğinin yükselişini görmüyoruz, (Masumiyet Müzesi romanının kahramanlarının kaderlerinde gösterilen) mutsuz bir hayat yaşamış kahramanların geleneksel değerlerinden gelen kasıtlı olumsuzlamasını da görüyoruz; (Kafamda Bir Tuhaflık romanında tasvir edilen) geri gelmeyecek şekilde geçmiş olan geleneksel geçmişe duyulan hafif hüznü gördüğümüz kadar, Kırmızı Saçlı Kadın romanında veciz şekilde tasvir edilen Doğu için önemli aile değerlerinden vazgeçmenin bedelini hayatıyla ödeyen leri haklı olarak cezalandırmaya yönelik saldırgan eğilimi de görüyoruz.
* St. Petersburg Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi
Kaynakça
- Ali S. Kürk Mantolu Madonna. İst.: Yapı Kredi Yayınları 1997.
- Pamuk O. Kırmızı Saçlı Kadın. İst.: Yapı Kredi Yayınları. 2016.