Yıldız Gezgini
Yazılar

Yıldız Gezgini

İbrahim Berksoy

Kişisel bir okuma deneyimi

 

Sevgili mesai arkadaşım, değerli dostum Prof. Dr. Mehmet Ali Kökpınar’ın aziz hatırasına saygıyla…

1.Kişisel bir okuma deneyimi

Bu yazımı kendisine adadığım aziz dostum Mehmet Ali Bey kelimenin tam anlamıyla bir Jack London hayranıydı. Yazdıklarının neredeyse tümünü, yazarın biyografisini büyük bir heyecanla, yutarcasına okumuştu. Buluşmalarımızda söz öyle ya da böyle mutlaka Jack London’a gelir; laf arasında ya sahaflardan eline geçen bir Jack London kitabından ya da kitabevinden yeni aldığı yazarın yeni basılmış bir kitabından söz etmeye başlardı. Aziz dostum Mehmet Ali Beyin Jack London ile ilk tanışması sanırım yazarın ünlü romanı Martin Eden ile olmuştu. O zamanlar işyerinden arkadaşlarla zaman zaman bir araya gelip yerli ya da yabancı bir roman odağında edebiyat sohbetleri yapardık. Sohbetlerimizin birinde çoğumuzun mezunu olduğu ODTÜ’nün içindeki Eymir Gölü’nde,  Bağevi’nin göle bakan geniş masalarının birinin etrafında Martin Eden’ı konuşmuştuk. Keyifli bir edebiyat söyleşisiydi. Ardından yeşille mavinin buluştuğu gölün etrafında topluca güzel bir yürüyüş yapmıştık. O güzel Eymir gününün tadı hâlâ damağımda; hep aklımda, hiç unutmam…

 

Mehmet Ali Beyin edebiyata olan ilgisi derin ve çok yönlüydü. Buluşmalarımızın birinde konumuz Sabahattin Ali ve onun ünlü eseri Kürk Mantolu Madonna’ydı. O toplantıda roman ve karakterleri hakkında yaptığı yorumlar benzersizdi. Konuşurken sanki romanın sayfalarında, satır aralarında geziniyor gibiydi. Kitaptan seçtiği alıntılar o anda hepimize yeni okuma perspektifleri sunuyordu. Cebeci’de Mehmet Ali Hocamın öteden beri mekân tuttuğu Figen Pastane’sindeki buluşmalarımızın birinde “Kürk Mantolu Madonna’yı okurken Raif Efendi’yi tanıdıkça onun bir ömür boyu kendi içinde sabırla bir koza gibi ördüğü kaderine oturup ağladım” demişti.

 

Sonra hayatına Ahmet Hamdi Tanpınar  girdi. Onun benzersiz eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü Konya’nın Meram bağlarında asırlık bir çınarın altında bizlere Mehmet Ali Bey sunmuştu. Bu sunuma akademik bir titizlikle hazırlanmış olduğunu görünce edebiyat dünyası adına o kadar çok  sevindim ki anlatamam. Keşke onun o gün o ulu çınar altındaki sunumunu kaydetseymişim de günü geldiğinde Ankara’daki edebiyat dergilerinden birinde yayımlayabilseymişim.  Mehmet Ali Bey Cebeciliydi, mahallesini ve mahalleden arkadaşlarını çok severdi. O nedenle Ankara dergisi olsun isterdim. Ne yazık ki akıl edemedim böyle bir kaydı. Öte yandan da sonra şöyle düşündüm: Eğer sözlerinin kayda alınacağını bilseydi belki de hepimizi mest eden o tılsımlı konuşmayı yapmayacak, onun yerine “formal” bir bilgilendirme yapacak, biz de birbirinden ilginç zengin bir karakter ordusunun adeta resmigeçit yaptığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün hayal ile gerçek arasındaki çok katmanlı dünyasının farkına yeterince varamayacaktık. Tıpkı Kürk Mantolu Madonna’daki Raif Efendi gibi Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki saat ustası Nuri Efendi ile Hayri İrdal da onu derinden etkilemişti. Konya’daki o güzel edebiyat buluşmamızdan bugüne kalan en somut hatıra Mehmet Ali Hocamın bir gün önce akşam vakti bizleri Konya’nın Alaattin Tepesi’ne bakan en işlek meydanlarından Zafer Meydanı’ndaki saatçilerden birine götürüp Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne atfen günün anısına hepimize birer kol saati hediye etmesiydi. Mehmet Ali Hocamdan yadigar o saati ömrüm boyunca saklayacağım.

 

2.Bir yıldız gezgini olarak Prof. Dr. Mehmet Ali Kökpınar

Mehmet Ali Beyin  Yıldız Gezgini’ni okuduğunu biliyorum. Bir başka buluşmamızda bu kitabı alıp okumakta olduğundan söz etmişti bana. O zamanlar ben henüz okumamıştım Yıldız Gezgini’ni. Sonra Mehmet Ali Beyi en verimli çağında ansızın kalp krizinden kaybettik. Mehmet Ali Beyle aynı yaştaydık. İkimiz de 65 doğumluyduk. Birlikte mesai arkadaşlığı yaptığım DSİ’den kendi isteğiyle erken emekli olduktan sonra TED Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği bölümünde profesör olarak öğrencilere ders vermeye başladı. Hidrolik üzerine kendisini yetiştirmiş çok donanımlı bir İnşaat Mühendisiydi. Bu yönüne atfen bir yaş gününde  kendisine Oğuz Atay’ın İTÜ’nün efsanevi hocalarından İnşaat Mühendisi Prof. Dr. Mustafa İnan’ın özyaşamöyküsünü anlattığı Bir Bilim Adamının Romanı kitabını armağan etmiştim. Biyografinin yazarı  değerli romancımız Oğuz Atay, İnşaat Fakültesi’nde Mustafa İnan’ın öğrencisi olmuş bir İnşaat Mühendisidir. Mehmet Ali Hocamın zamansız kaybından sonra TED Üniversitesi onun anısına bir anma toplantısı düzenledi. O toplantıda Mehmet Ali Hocamın üniversiteden arkadaşlarından biri son derece üzgün, hüzünlü bir sesle onun Jack London’ın eserlerini çok sevdiğini, tıpkı Jack London gibi onun da gerçek bir “yıldız gezgini” olduğunu, bir “yıldız gezgini” gibi bu dünyadan kayan bir yıldız gibi kayıp gittiğini, geride hoş bir seda, parlak bir hâle bıraktığından söz etti. Bu sözlerden anladım ki Mehmet Ali Hocam okuyup etkilendiği Yıldız Gezgini’nden üniversitedeki arkadaşlarına da söz etmiş. Mehmet Ali Hocamın zamansız kaybının derin hüznü içimdeyken üniversiteden arkadaşlarının bu konuşmalarını dinledikten sonra Yıldız Gezgini’ni o âna dek henüz okumamış olmama çok hayıflandım. Romanı en kısa sürede okuyacaktım…

 

Geçen yaz cenaze namazının ardından 7 Temmuzda (2024) arkadaşlarıyla birlikte aileye yaptığımız taziye ziyaretinden müsaade isteyip ayrılırken son bir defa Mehmet Ali Hocamın odasına bakmak istedim. Mehmet Ali Hocamın odası onun hem yatak odası hem de çalışma odasıydı. Neredeyse tüm dünyası kendine ait bu odaydı…
Cebeci’nin eski evlerinde şimdiki evlere göre oturma ve yatak odaları oldukça küçük sayılır. Salon da öyle. Mehmet Ali Hocamın odası evin yatak odalarından birisi. Kapıdan girişte küçük bir çalışma masası var. Masa sandalyesinin arkasına güzel, desenli, el dokuması bir kilim serilmiş. Mehmet Ali Hocamın mütevazı çalışma masasının üzerinde ilk göze çarpan şey masaüstü bilgisayar ve geniş ekranı. Bilgisayar klavyesinin yanında bir hesap makinesi. Yanında da kurşun kalem, kalemtıraş, silgi, fosforlu sarı kalem, birkaç tükenmez kalem ve küçük not kâğıtları. Masaüstü bilgisayarın geniş ekranının kapladığı alandan arta kalan yerde, masanın solunda Mehmet Ali Hocamın elinin altındaki defterler, makale çıktıları, kitap ve dergiler var. Hepsi de tertipli, düzenli. Masanın gerisinde duran bu çalışma dokümanlarının önünde küçük seramik bir kâse içerisinde birkaç meyve var. Kırmızı elma, erik, şeftali, portakal. Mehmet Ali Hocamın çalışma masasının gerisinde Arçelik marka bir televizyon ve önünde de iki hoparlör var. Çalışma masasının hemen solunda, çaprazda, göz hizasında ikisi birbirinin aynı, diğeri biraz onlardan farklı üç kitaplık var. Her bir kitaplıkta üç yüksek raf ve altta bir kapalı bölme var. Her üç kitaplığın rafları da son derece tertipli ve düzenli. Sıra sıra ciltli kitaplar, çoğu baraj hidroliği ile ilgili yerli yabancı yayınlar, klasörler…En soldaki kitaplık hem masa hem kitaplık. Orada da yine klasörler, dosyalar, defterler, ajandalar var. Ortadaki rafta daha çok edebi kitaplar yer alıyor. Kitapların önünde de güzel bir nazar boncuğu, saatli masa kalemi takımı, yanında kırmızı bir kupa ve içinde boy boy kalemler var. Bu üç kitaplık rafının hemen önünde Mehmet Ali Hocamın tek kişilik bazalı yatağı var.  Bir de yatağının hemen yanında, başucunda camekanlı bir dolabı var Mehmet Ali Hocamın. İçinde yine ciltli kitaplar, ansiklopediler, romanlar, Atatürk posteri, kullandığı ilaçlar, kol saati, kolonya, biblolar…
Kendine ait bir odada saklı 59 yıllık bir hayat…
Üzgünüz hepiniz, çok üzgünüz…
Mehmet Ali Hocamı hepimiz çok özleyeceğiz…

 

3.Yıldız Gezgini: Hayatla kurulan zaman ve mekân ötesi sıkı bağlar

Edebiyat okumaları her şeyden önce hayatla daha sıkı bir bağ kurmamızı sağlar. Hayatla kurduğumuz bağ, çoğu zaman, adına “gündelik hayat pratikleri” denilen ve özünde gündelik hayatta yapıp ettiklerimizden oluşan  eylemlerimizle sınırlıdır. Günümüzde gündelik hayatların giderek sürekli yinelenen bir “rutin”e dönüştüğü göz önüne alınacak olursa insanın bu “cendere”den kurtulup hayatla daha sıkı ve derin bağlar kurma isteği kendiliğinden ortaya çıkar. Edebiyat, duygu ve düşünce dünyamıza seslendiğinden, gündelik hayatın ötesinde hayatla daha sıkı ve derin bağlar kurmanın en verimli araçlarından biridir. Bu aslında sanatın her dalı için geçerlidir. Edebiyat okurları, okudukları eserleri özümseyip o eserlerle “sahici” bağlar kurdukça, kurulan o bağlar bir süre sonra hayatta  kurulan  bambaşka “sahici”  bağlara dönüşür. Kültürün, sanatın, edebiyatın insan yaşamına etki eden “dönüştürücü gücü” tam da hayatla kurulan bu yeni bağlarda gizlidir.

 

Yıldız Gezgini’ni yakın bir zamanda ama epeyce gecikmeli olarak okudum. Zahmetli bir ameliyat sonrası iyileşme döneminde okuduğum bu romanın her sayfasında Mehmet Ali Hocamın duygu ve düşünce dünyasının izlerini aradım. Romanın sayfalarını ağır ağır çevirirken “Acaba Mehmet Ali Hocam bu satırları okurken neler düşündü, neler hissetti; acaba hangi satırların altını çizdi” diye düşünmekten kendimi alamadım.

 

Jack London tutkulu bir serüvenciydi. Aynı zamanda tutkulu bir hikâye anlatıcısıydı. Küçük yaşlarından itibaren bir anda kendisini adına ekmek kavgası denilen acımasız bir hayat kavgasının içinde bulurken öte yandan da onca zorluğa rağmen kendisini tutkulu bir serüvenciliğe hazırlıyordu. 40 yıllık kısacık hayatına pek çok serüven ve pek çok serüvenci anlatısı sığdırdı. Kalemi çok kıvraktı. Gazetelere gönderdiği hikâyeler öylesine etkileyiciydi ki okurlar insanın doğadaki yerini olanca çıplaklığıyla ortaya koyan bu öykülere ilgi göstermekte hiç de gecikmedi. Birkaç yıl içinde birbiri ardına yayımlanan Vahşetin Çağrısı (1903), Beyaz Diş (1906), Demir Ökçe (1907) onu Amerikan edebiyatının benzersiz yazarları arasına katmıştı. Tutkulu bir serüvenci olarak kaleme aldığı otobiyografik özellikler taşıyan romanları da aynı ilgiyi gördü. Bunlar arasında yer alan Martin Eden (1909), Amerikan toplumunda bireyciliğin çıkmazını ortaya koyan esaslı bir başyapıttı. Roman, bugün de çok katmanlı okumalara açık bir yapıt olarak ilgi görmekte, okunmaktadır.  Bu otobiyografik romandan önce yazdığı Yol’daki (1907) anlatılar da bir dönemin Amerika’sına ışık tutan çığır açıcı, avarelik ve serüvenciliğe dair gerçekçi bir edebiyat ürünü olarak bugün de ilgiyle okunmaktadır.

 

Jack London’ın eserleri arasında yer alan Yıldız Gezgini gerek konusu, gerek roman içerisinde yer alan ve bağımsız birer bölüm olarak da okunabilecek anlatılarla heyecan dolu, benzersiz bir romandır. Yıldıx Gezgini, bir anlamda dünyanın dört bir yanındaki tutkulu serüvencilere gönderilmiş esaslı bir selam sayılır.  Öte yandan bu romanda gezginliğin “yıldızların altında” astral bir boyuta taşınmış olması hiç kuşkusuz astral anlatı (göğe, yıldızlara yükseliş) geleneğine değerli bir katkıdır. Yazar, romanın başlangıcında bizi kitaba da adını verecek olan bir “yıldız  gezgini” ile tanıştırır. Darrel Standing adındaki bu yıldız gezgini, bir profesör meslektaşını öldürdükten sonra suçüstü yakalanıp ömür boyu yatmak üzere California’daki efsanevi San Quentin Eyalet Hapishanesi’ne gönderilir. Hapishaneye düşmezden önce California Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde tarım ekonomisi profesörüdür. Toprağı ve bağrında yetişen tahılı çok iyi tanımaktadır. YIllar yılı tarımda verimliliğin artırılması üzerine çalışmalar yapmaktadır. ABD’deki çürümüş, yasa tanımaz, acımasız, her türlü kötülüğe, istismara ve yolsuzluğa açık, keyfi hapishane düzeni ve maruz kaldığı akıl almaz ağır işkencelerden dolayı neredeyse insanlıktan çıkmış durumdadır. Beş yıldır tecrittedir. Adeta yaşayan ölü gibidir. Bu esnada hapishane arkadaşı Ed Morrel’dan pek az kişinin başarabileceği bir “özgürlük yolu” elde eder. Böylelikle kahramanımızın roman boyunca birbirinden ilginç tehlikeli maceralarla sürecek olan yıldız gezginliği başlar. Kahramanımız artık “hükümlülerin en kısıtlanmışıyken yalnızca dünyada değil, zamanda da akıp giden” bir yıldız gezginidir. “Onlar” bedenini güya ceza olsun diye bir mengeneyle sıkar gibi deli gömleğiyle sımsıkı sarıp sarmaladıkça o hapishane arkadaşı Ed Morrel’dan öğrendiği şekilde ruhunu yavaş yavaş bedeninden, hücresinden ve içinde bulunduğu zamandan “sıyırıp” yıldız gezgini olarak özgür olmanın bir yolunu bulmuştur. Kahramanımızın roman boyunca anlattıkları, başka zamanlarda, başka yerlerde ve başka hayatlarda yaşadıklarından oluşmaktadır. Yazar, roman boyunca anlattıklarıyla aslında her insanın bir bakıma başlangıcından bu yana insanlığın birikimlerinin “toplamı” olabileceğini ileri sürmektedir. Hiç yaşamadığımız zamanlar, hiç gitmediğimiz yerler, hiç tanımadığımız insanlar pekâlâ bizim benliğimize sirayet etmiş olabilirler. Jack London’ın bu sürükleyici romanı bu yönüyle o dönemin Amerikan okurları için ufuk açıcı olmuştur. Tıpkı Demir Ökçe’deki hararetli, sert iktisadi ve siyasi tartışmalar gibi…

 

Yazar, hemen girişte romanının kahramanını “yıldız gezgini” olarak tanıtır. Okurların yıldız gezginliğinin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmeleri için “yıldız gezgini”nin ağzından daldan dala atlar gibi bir solukta anlatılan maceraları baştan sona okumaları gerekecek…