VI. IAAF İstanbul Sanat Fuarı vesilesiyle bugünden 90’ların kalbine hızlı bir zaman yolculuğu
Beatles’ın ünlü Magical Mystery Tour (Büyülü Sırlar Turnesi) albümündeki “trip”ler kadar olmasa da sanatla çıkılan yolculuklar her daim zamanı bükebiliyor.
Bu yıl Lütfi Kırdar’da altıncısı gerçekleştirilen IAAF İstanbul Sanat Fuarı’nda da öyle oldu. Fuar, mekanı ve anımsattıklarıyla bize Harbiye’deki meşhur Konferans Vadisi’nden 90’lar sonu ve 2000’ler başı Taksim’ine uzanan büyülü bir yolculuk imkanı da sundu.
Rotamızın ilk durağı, 90’ların ikinci yarısından itibaren gerçekleşen sayısız uluslararası dev organizasyona ev sahipliği yapan Harbiye’deki Kongre Vadisi denilen bölge ve buranın ana mekânı İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı oldu. Bu önemli mekânın geçirdiği evrimin yakın tanıklarından biri olduğumu söylemem lazım. 96 yılında İstanbul’da yapılan BM’nin İnsan Yerleşmelerine dair Habitat II Zirvesi’nin resmi çekim ekibindeydim. Bu sayede, Zirve için oluşturulan Konferans Vadisi’nin inşa sürecini başından sonuna takip etme imkânı bulmuştum. Önceki adı Spor Sergi Sarayı olan ana binanın dönüştürülmesiyle başlayan süreç, Habitat II’den sonra da Art İstanbul’dan Dünya Mimarlık Kongresi’ne, Design Week’ten Contemporary İstanbul’a peş peşe gelen sayısız uluslararası organizasyona ev sahipliğiyle devam etti ve İstanbul’un kültür sanat ve kongreler şehri olarak markalaşmasında çok önemli bir rol oynadı.
Spor Sergi Sarayı deyince, burada da yine bir nostalji parantezi açmam lazım. Spor – özellikle basketbol – karşılaşmalarının da ana mekânı olan bu binada vakti zamanında ne konserler olmamıştı ki – benim aklımda kalanlar arasında Walesa için yazdığı Bir Leh Requiem’i ile ayakta alkışlanan çağdaş Polonyalı besteci Penderecki ile Ian Gillan efsanesinin karşısında “headbang” yaptığımız Deep Purple konserleri başı çekiyor.
Fuarın 3 Aralık’taki Ön İzleme davetine icabet ettiğimizde böylesi bir kalabalık beklemiyorduk doğrusu. Şimdi baktım; Fuar o gün tamı tamına 12 bin 500 ziyaretçi ağırlamış. Sergi alanına girmemiz de, davetlisi olduğumuz sanatçı Ahmet İhsan’ın standına varmamız da epey bir zaman aldı – hem katılımcı hem de ziyaretçi yoğunluğundan. 7 Aralık’ta son bulacak olan Fuar’ın, ben bu yazıyı yazarken kontrol ettiğimde ziyaretçi sayısı 30 binlere yaklaşıyordu. Bu yıl 500 sanatçı, 45 galeri ve 85 antikacının katılımıyla resimden heykele, fotoğraftan dijital sanata uzanan bir seçkiyi bir arada sunan Fuar, İstanbul’un yaratıcı enerjisini uluslararası sanat sahnesine taşıyan özel bir platform olma iddiasını taşıyor.
Bu arada, Fuar’ın bireysel katılımcılarından Ahmet İhsan’ın narin eski zaman fotoğraflarını anımsatan aslında zamansız ve incelikli işleri de başlı başına nostalji içinde nostalji yaşattı desem yeridir. O da benim gibi KAL mezunu olduğu için, yaptığımız sohbette ta lise yıllarına kadar gidip bizleri sanata yönlendiren resim öğretmenlerimizi yad ettik.
Fuardan çıkışta, gönlümüzce bir nostalji yaşamak hedefiyle, yine bir zamanların en gözde buluşma mekânlarından Cafe Marmara’ya uğramayı önceden kafamıza koymuştuk. O zaman The Marmara dediğimiz bu kafe, özellikle bir AKM konseri çıkışı veya bir sergi ya da açılış sonrası ya da sinema öncesi buluşmaların ve sanat tayfasının iş toplantılarının bir numaralı mekânıydı. Yenilenmiş hali şeklen o eski şaşaalı günlerini anımsatmıyor diyemeyiz ama İstanbul’un yıllar içindeki dönüşümü sayısız farklı hip mekân yarattığından, şimdi nostaljik değeri daha ağır basan bir yer demek daha doğru olur Cafe Marmara için.
Taksim’le vedalaşma vakti geldiğinde, bir de eski karşıya geçme ritüelimizi tekrarlayalım dedik. İstanbul’da toplu taşıma denilince şimdi akıllara raylı sistem gelse de, sadece İstanbul’a özgü bir yolcu taşıma biçimine de hala sahibiz: Dolmuşlar. Bugünkü sarı dolmuşların atası olan klasik Amerikan arabalarıyla başlayan dolmuş geleneğimiz, bir ara New York’ta dahi denenmişti hatta.
Biz de büyülü 90’lar turumuzu – aslında 2000’ler başı da denilebilir – bir zamanlar köprü trafiğine yakalanmamak için sıkça kullandığımız Beşiktaş dolmuşu ardından Üsküdar motoru kombosuyla zirvede bitirmek istedik. Beşiktaş dolmuşlarının hala çalıştığını görmek, eski bir dosta tekrar kavuşmak gibi geldi desem abartmış olur muyum? Bence hiç değil.