Aramızdan ayrılışının 12. Yılında Mahzuni Şerif “ÖLÜM BİZİM İÇİN TOZLU YOL OLUR”
Bellek

Aramızdan ayrılışının 12. Yılında Mahzuni Şerif “ÖLÜM BİZİM İÇİN TOZLU YOL OLUR”

Metin Turan

Desen, Anadolu’yu Kucaklayan Ozan: Mahzuni Şerif kitabının da yazarı İhsan Aktaş’a ait

(M. Turan koleksiyonu, 1990)

 

I. Halk ozanları toplumun tamamı tarafından kabullenilmeseler bile zamanla önemsenen ve benimsenen sanatçı tipleridir. İyisiyle kötüsüyle toplumun ruhunu anlatırlar.

 

Israr halk şairinin tipik özelliğidir. Söz kadar biçimin de ısrarıdır bu.

 

Yirminci yüzyılın âşık tipi sanatçısı, yarı açık cezaevi mahkûmu gibidir. Mekanını yitirmiştir ve tutukludur.

 

Âşık, adına indirgenmiş romantikliği bertaraf edebildiği nispette sağlamcı dizelere ulaşır. Ne var ki yeni şekillenen sosyal doku öncüllerinin sahip oldukları geleneksel eğitim kurumlarını yok etmiştir. Yeni donanım mekanını kendisi bulmak, kendini yetiştirmek durumundadır.

 

Ruhsati’yi düşünelim, 1835 yılında Deliktaş’ta dünyaya gelmiş ve neredeyse ömrünün tamamını burada geçirmiştir.

 

Bu bir sabitlenmedir. Mekâna sabitlenme düşünsel ufkun genişliğine engel değildir. Zira halk ozanı gezgindir ama tıpkı Ruhsati örneğinde olduğu gibi bir yerden bakarak da dünyayı okumasını bilebilir. Bu sezgisel olduğu kadar deneyim aktarımıyla da ilgilidir. En yakın örneğini Neşet Ertaş’ta gördüğümüz tecrübe ile kazanılmış birikim, geleneğin zenginliğine tipik bir örnektir.

 

Ait olma hissi kadar sağlam bir duygu yoktur. Mahsuni Şerif’in Davut Sulari, Aşık Veysel ve Pir Sultan Abdal ekseninde kendini bir yere sabitleme gayreti bu aitlik duygusuyla açıklanabilir.

 

Yarın telaşı da görülebilir ancak, halk ozanı bugünün tanıklığını önemser.

 

Rahat durmaz ve rahatsız ediciliği temsilcisi olduğu kesimlerin öfkesinin ölçüsüdür. Yine en belirgin örnekliğini Mahzuni Şerif ve daha çarpıcı bir biçimde onun çağdaşı Âşık İhsani de gördüğümüz öfke bireysel olanın ötesine bu temsilciler aracılığıyla geçer.

 

Âşık tipi sanatçı rakiple anlaşılır. Rakip kimi zaman tıpkı Köroğlu’nda olduğu gibi güçlü bir bey yahut Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet’te olduğu gibi isyana da dönüşmüş olabilir.

 

Mahzuni’nin çağı kır ile kent arasında, ekonomik ve siyasal tercihlerin kentten yana evrildiği bir dönemi işaretler. Toplumun her bakımdan cendereye alındığı bir dönemdir. İlk çalıp söylemeye başladığı 1950’li yılların ortası anımsanırsa toplum çok partili hayata geçmiştir ama iktidara gelen parti çokseslilikten hiç de hazzetmemektedir. Totaliter tutum ve ceberrutluk her bakımdan egemen kılınmaya çalışılmaktadır.

 

Şiire meylettiğinde böyle bir iklimin tanığıdır Mahzuni Şerif.

 

İtiraz etmeyi, itaat etmekten daha kıymetli bulur; itiraz eder: “Doğudan batıya bir ses yükselir/Yiğitler yiğitler bizim yiğitler/Gavur dağlarından Dadallar gelir/Yiğitler yiğitler bizim yiğitler.” 68 gençlik hareketiyle birlikte yükselen toplumsal muhalefetin içerisinde tercihini direnenlerden yana koyanlardandır. İtirazı karşılık bulur, türküleri, deyişleri meydanlarda seslendirilir, ortak bir haykırışa dönüştürülür.

 

Rahatsız edildiği için rahatsız edicidir. “Bu ne biçim adalettir/ Öldürecek zam fakiri/ Açlık en büyük lanettir/Öldürecek zam fakiri” dediğinde dönemin iktidarını, egemenleri rahatsız eder. Ancak o büyüyen muhalefetle “Amerika katil katil” diyerek emperyalist odaklara da eleştiri oklarını yönlendirir.

 

“Vay haline vay köylerin” dediğinde başka bir fotoğrafı da yansıtır: Ülkenin önemlice bir kesiminin köylülerden oluşuyor olması. Küçük üretici, çiftçi, kendine ya yeter ya yetmez sınırlı tarımsal alanlarla ayakta durmaya çalışan bir büyük nüfus.1960’lı 70’li yılların Türkiye’si böyle bir ülkedir.

 

Ancak Mahzuni Şerif’i başka bir boyutuyla daha kavramak gerekiyor; o da müzik endüstrisinin farkında birisi olmasıdır.  Sorunları evrensel boyutuyla kavrama yetisi, aynı zamanda ‘piyasa’ gerçekliğini de bilme bilincine ulaştırır. Yeni yeni denemelere girişir. Çok farklı sanatçılar tarafından seslendirilen “Domdom Kurşunu”, “Abur Cubur Adam”, “Zevzek”, “Sarhoş”, “Darıldım Darıldım” şarkıları bu ‘piyasa’ gerçekliğinin yansımalarıdır.

 

Nitekim şarkılarının birbirinden ayrı yerlerde duracağı varsayılan isimler tarafından da yorumlanıyor olması 1970’li yılların ruhundan uzak, 80’lerde şekillenmiş liberal dünyanın tipik durumudur. Bunu yadırgamamak gerek. Sistem bütün unsurlarıyla koordinatlarını oluşturduğunda ‘halk ozanı’ da o açık cezaevinin imkanlarını değerlendirmeye zorlanmış demektir.

 

Itrı’nin musikişinas olarak bestekarlığında birikmiş farklılığı, kuşaktaşı halk şairleri arasında Mahzuni’nin de İbrahim Tatlıses, Sabahat Akkiraz, Selda Bağcan, Ersan, Cem Karaca gibi sanatçılara müzik eserleri yazmasında belirginleşir. Farklı dünya ve dönemlerin sanatçıları olmalarına, seçtikleri tema ve üslup ile de birbirlerinden farklı bir dönemi temsil etmeleri gerçekliğinde Itri, Mevlevi ayinlerinden aldığı ruhani edayı musikiye taşırken, Mahzuni de Alevi-Bektaşi cemlerinden biriktirdiği deyiş tınısını kimi zaman marşlara kimi zaman da pop ve arabesk arasında seyreden müzikal söyleyişe taşır.  Yani o, örneğin aynı dönemin aşıklarından Zamani, Çırakman, Nesimi, Kul Hasan’dan farklı olarak bu ‘piyasa’nın sesine kulak verir.

 

Mahzuni Şerif: “Benim ile lokma yeyip içenler/Gölgemin altında konup göçenler/Sizi zalim dar günümde kaçanlar/Ben kendi kendime çatar ağlarım” derken önemli bir kesimin ıstırabını, “Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah’ı var” derken de belli bir kesimin intizarını dile getirir.

 

“Irgat oğlu ırgatım” dizeleri “beylik gibi asaletim yok benim” karşıtlığı ile seslendirilirken de öteden beri var olan zengin-fakir, ya da daha geniş bir bakış açısıyla bakmaya çalıştığımızda havas ile avam çatışmasının Mahzuni algısındaki seslendirilmesidir.

 

Ümitlendirebilme duygusu halk ozanının en belirgin özelliklerinden biridir.

 

Zor yılların ozanlarından biridir. Kendisi tutuklanır, işkence görür. Plak yapması, konser vermesi ve yurtdışına çıkması yasaklanır. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından kurulan Nihat Erim başkanlığındaki hükümetin, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı idam etmesi üzerine yazdığı “erim erim eriyesin” türküsü nedeniyle tutuklanır. Nihat Erim “bir halk ozanı başbakanı sevmek zorunda değildir” diye ifade verip şikâyetçi olmayınca dört yıl yerine on ay hapis yatıp tahliye olur.

 

Mahzuni Şerif’in dört yüz dolayında 45’lik plağı altmış dolayında kaseti ve yayınlanmış sekiz kitabı bulunuyor. Kitapları arasında geleneksel âşık tarzı şiire uygun hece ile yazılmış şiirler yanında, örneğin Gümüş Yelek (Ürün, 1994) serbest olarak yazılmışlar da vardır. Bu onun şiirsel arayıştaki farklılığını yansıtan en önemli özelliklerinden biridir.

 

Üzerine ölüm yorgunluğu çökmüş bir toplumu ayağa kaldırma yahut korku bulutlarının ortalığı sardığı bir zamanda onları dağıtmaya çalışma uğraşı ozanın devrimci niteliğidir. Mahzuni zaman zaman çıkışlarıyla bunu başaranlardan biridir: “Çekil git benim yurdumdan/Amerika katil katil!” yahut “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” diye haykırırken toplumu ümitlendirebilme duygusunu seslendirir.

 

Şahsilik, halk şairlerimiz arasında pek az isimde görebildiğimiz özelliklerdendir. Mahzuni Şerif bu noktada kendi üslubunu yaratabilmede önemli isimlerden biridir.

 

Bireyin dünyayı veya toplumu dönüştürme macerası, kendi evrenini kavrama yetisiyle ölçülebilir. Halk ozanları şahsi yaratmaları kadar, tıpkı Mahuzini Şerif’te olduğu gibi, inkâr etmedikleri kolektivitenin yetiştirdiği sanatçılardır. Farklılıkları bu dünyayı ya da toplumu dönüştürme macerasında kendi bireysel yetkinliklerini derinleştirme kudretlerinde saklıdır.

 

Okumak, kuşkusuz bir halk ozanı için, kendini yetkinleştirme araçlarının en önemlilerindedir. Sözlü gelenekten beslenen diğerlerinden ayrılmanın en belirleyici aracı okumak, değişimi oradan öğrenmekle ilgilidir. Mahzuni Şerif okuyan biriydi. Edebiyat yapıtları yanı sıra politik kitapları, güncel olaylara ilişkin yayınları da takip eden ender halk ozanlarından biriydi.

 

Kültürel evren, yalınkat bir dinleme yahut okuma ile oluşmuyor. Özellikle de söz konusu sanatçı sözlü kültürün başat olduğu bir geleneğe yaslanıyorsa, burada onun sosyal çevresi ve sanatını icra ettiği toplulukların da önemi belirginleşiyor.  Mahzuni Şerif, yurtiçi olsun, yurt dışı olsun daha yoğun olarak kendisinin de içerisinden çıktığı Alevi-Bektaşi toplulukların olduğu denli sol, sosyal demokrat ve sosyalist bir çevrenin insanıydı. Özellikle 1960 sonrasında iletişimde bulunduğu öğrenci dernekleri, sendikalar, üniversite toplulukları onun sanatının şekillenmesinde belirleyici etkenlerden biri olmuştur.

 

II.Kırılmanın İlk Öncüsü

 

Geleneksel âşık şiirinin kırılması konusunda ilk öncü, kanımca, Âşık Veysel olmuştur. O’nun şiirlerine taşıdığı temalar, aydın-halk etkileşimi konusunda başardığı öncülük geleneğin kırılma noktasını oluşturmuştur.  Geleneğin anlamlandırılması konusunda sadece ozan portrelerine bakıp, bir tanımlamaya girişmemek gerekiyor.  Geleneği anlamlandırırken, ozan portreleri yanı sıra, cumhuriyet tarihiyle birlikte oluşturulmuş olan edebiyat birikimini ve bu birikimin şekillendirdiği edebiyat anlayışını da dikkate almak gerekiyor. Ve elbette bütün bu şekillenişin arkasında belirleyici unsur olan, ekonomik/sosyal yaşamdaki değişimlerin yaratmış olduğu ayrıntıları görmek bunları dikkate almak gerekiyor.  Mahzuni Şerif, Türkiye’nin sadece kültürel anlamda değil, onun kadar altyapı kurumlarının değişikliğe uğradığı tarihsel bir dönemde yaşadı. Sanatını böyle bir toplumsal süreç içerisinde var etti. En önemlisi, bütün bir tarihsel dönem içerisinde kırsal kesime ve bu kesimin değerlerine dönük olan halk edebiyatı, bu süreç içerisinde önce kasabalılaştı.  Bütünüyle Türkiye’ye özgü olarak bu kasabalılaşma, dar bir sosyal portföyle nüfuz yoğunluğunun bol ama, kentsel olanakların sınırlı olduğu ve bir anlamda ‘yeni köylünün’   oluşturduğu şehirler oldu.  Böyle bir uzantı, aslında söz konusu tarihsel arka plana sahip halk ozanlığı   geleneği için bütünüyle farklı bir açılımdı ve Mahzuni Şerif, böyle bir açılım içerisinde beslendiği kültürel değerlerle örtüştürdüğü yeni sosyo/kültürel yapının elemanlarını yaratıcı bir yetenekle şiirsel ve ondan da önemlisi müzikal üretime dönüştürmesini bildi.

Aşık Mahzuni Şerif ve Metin Turan (Ankara Kitap Fuarı. Foto: Mahmut Turgut, 1999)

Kentle Tanışma ve Yeni Mekanlar

 

Kent olanaklarının sınırlı olduğu sosyal çevre, sanatın şekillenmesinde de önemli bir işlev taşır. Daha sınırlı konular, daha sınırlı temalar, daha sınırlı ezgiler hakimdir. Kentle birlikte sosyal gereksinmelerin getirmiş olduğu çözümlerle birlikte her sanat kolu da kendi ırmağını genişletmeye ve yüklendiği işlevi derinleştirmeye çalışır. Bu sanatçı bilinciyle olduğu denli toplumsal taleplerin de boy vermesiyle gelişir. Yeryüzündeki her fısıltı kendi gürültüsünü de oluşturur. O fısıltılı gürültü olması Yunus Emre, Tapduk Emre dergahından; Pir Sultan Banaz yaylasından, Karacaoğlan Toroslardan süzülüp gelebilir miydi?

 

Mahzuni Şerif’in sanatını ele alırken, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana geçirmekte olduğu değişimi de dikkate almak ve özellikle o’nun adını duyurmaya ve üretmeye başladığı 60 sonrası kültürel iklimi; ardından 1980’lerden sonra daha çok müzikal anlamda yapıtlarına yansıyan geleneksel halk müziği kalıplarını zorlayıcı, özellikle de ozan geleneği içerisindeki sanatçıların ‘bildik’ tavırlarından ayrılışını doğru ve iyi irdelemek gerekir.

 

1963 yılında Sefer Aytekin ve Fikret Otyam’ın öncülüğünde Türkiye Âşıklar Derneği, çok partili hayata geçişle, yani 1940’ların ikinci yarısı ile başlayan aşık şiirindeki siyasallaşmanın örgütlü yapılanmasını oluşturmaktaydı. Anımsanırsa, Demokrat Parti’nin kuruluşuyla birlikte Habip Karaaslan, Kağızmanlı Cemal Hoca, Aşık Ali İzzet Özkan gibi adların aktif olarak bu partiyi desteklemeleri âşık şiirinde siyasallaşmanın çarpıcı örneklerini oluşturur. Bunu yadırgamamak, aksine, halk şairi ile halkın siyasal eğilimleri arasındaki koşutluğu anlamak bakımından iyi analiz etmek gerekir.

 

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra ise âşıklar, oluşan yeni atmosferde bu kez başka bir özlemin, başka bir beklentinin sesi olmaya başlamışlardır. Bu değişim, bir yandan yeni kavramların halk şiirine girmesine sebep oluyor; halk şairleri yeni söyleyiş tarzları geliştiriyor, bir yandan da geleneksel icra mekanlarının dışında, yani köy odaları, kahveler yerine, siyasal toplantıların yapıldığı miting alanları, konferans ve spor salonları gibi hem katılımcılarının temsil ettikleri sosyal kesimler farklı hem de beklentileri siyasal bir kimlikte somutlaşmış alanlara kanalize olmaya başlıyorlardı. Yani istekler giderek soyuttan somuta iniyor, iktidarla hesaplaşmaya dönüşüyordu. O yılları Mahzuni Şerif şöyle özetliyor: “Bu dönem TİP’in kuruluş yıllarına rastlıyordu. TİP yöneticileriyle ilişki kurduk. Bize yalnız onlar sahip çıkıyordu. Başka kimseyi tanımıyorduk, bizimle ilgilenen yoktu. Bir Âşıklar Derneği kurmamız gerekti. Nedeni şu idi. Türkiye’de halk ozanları sürekli ezilmişlik, yoksulluk içinde yaşamışlardı. Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmaları gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptık. Âşıklar Derneğini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çeşitli yerlerde konserler vermeye çalıştık. Bu çabalarımızda başarılı da olduk. Dost Fikret Oytam’ın ve Gazeteciler Sendikası’nın desteği ile konserler verdik. Zamanın Turizm Bakanı Nurettin Ardıçoğlu’na çıktık, yardım istedik. O zaman TRT doğrudan Turizm Bakanlığına bağlı idi. Radyo’dan Nurettin Ardıçoğlu’nun direktifi üzerine Âşık İhsanî’ye Kul Ahmed’e ve bana söyleme izni verildi.”

 

1970’lerde Mahzuni Şerif şiir ve müziğini siyasal iklim belirlemiş; 1980’lerden sonra ise kültürel kurumlaşmanın izlerinin daha ağır bastığı gözlenmiştir. Gelenekle ilintisi de, toplumun geniş kesimlerinin duygusallığı bağlamında yoğunluk kazanır. Bu anlamda Türkiye bağlamlı bir siyasal ozan kimliğini sürgit sürdürmediği gibi, yukarıda da altını çizmeye çalıştığım gibi, gelenekle temasını daha çok toplumsal olanın belirlediği değerlerle örtüştürmek anlamında yoğunlaştırmıştır. ‘Solcu’ olmasına karşın, ‘komünist’ olmamak gibi genel toplumsal değerlerin dayatıcı yörüngesini yeğlemiş; ilişkileri belirleyenin ideolojiden ziyade erdem ve kişilik olduğunu gözlemlemiş; SHP gibi kimi partili siyasal çalışmalara atılmasına karşın, organik ilişkilerini sürgit kılmamıştır.

Hasan Yükselir, Dertli Divani, Metin Turan, Aşık Mahzuni Şerif (Hacı Bektaş, 1997?)

Her sanatçı gibi özlemleri, sıkıntıları da vardı.  En küçüğünden en büyüğüne toplumun tüm bireylerine karşı tahmin edilebileceğinden de çok alçakgönüllü bir tavır sergilerdi. Dost canlısıydı.

 

O, bir yandan geleneksel kültürümüzdeki zengin müziksel ve sözsel olanakları kullanma konusunda başarılı bir temsilci, ama aynı zamanda özgün yaratılarıyla kendi sanatsal ustalığını var etmiş örnek kişilikti. Cumhuriyetle birlikte Türk halk şiiri geleneğinde, sözsel olduğu kadar müziksel anlamda da önemli bir zenginliğin temsilcisiydi Mahzuni Şerif.

 

O’nun özellikle 1960’lardan başlayıp 70’lerde yoğunlaşan ‘muhalefet’in sesi olması; kurulu düzene karşı muhalif olanı temsil etmesi, ürünlerine söz konusu dönem içerisinde politik özelliğin yansıması; aynı kuşağın bu bağlamlı başka ozanlarından farklı olarak, süreci doğru algılama ve sanatsal/estetik kaygıları da koruyarak 80’lerden itibaren daha içsel ürünleri vermesiyle   kendisine önemli bir ayrıcalık kazandırmıştır…

 

Mahzuni Şerif 1939 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Berçenek köyünde dünyaya geldi, 17 Mayıs 2002’de Almanya’nın Köln kentinde sonsuzluğa göçtü.

 

Mahzuni Şerif’i farklı kılan gerek ulusal anlamda gerekse uluslararası anlamda Anadolu halk şiir ve müziğinin temsilcisi yapan da yaptığı işe duyduğu saygıdan kaynaklanıyordu.  Mahzuni Şerif, Anadolu kültürünün temsilcisiydi. İçerisinden çıktığı ve kendisini vareden değerleri özümsemiş bir sanatçı olarak, bu kültürün inceliklerini en iyi yansıtanlardan birisiydi. İnsan sevgisiyle dolu bir sanatçıydı.