Karanfil Kokusu
Öykü

Karanfil Kokusu

Ertuğrul Kaya

Birdenbire aklına düştü adamın karanfil. Diri sapı, ince, zarif yaprakları ve tir tir titreşirmiş gibi kat kat açılmış, hiçbir renkle tarif edilemeyen rengiyle, nedense tarçını hatırlatan kokusuyla capcanlı bir karanfil aklından gözünün önüne fırlayıvermişti. Hayal denemeyecek kadar gerçek duran görüntüye burnunu dayadı, hafızasında saklanmış kokuyu duydu.

 

Peki niye unutmuştu bunca yıl karanfili? 90’lı yıllarda olur olmadık yerlerde karşısına çıkan karanfiller, 2000’li yıllarda nereye kaybolmuştu? Yoksa sadece kendisi miydi karanfillere yüz çeviren?

 

Ankara’da Karanfil Sokağı’nda aşk acısıyla az gezmemişti derbeder. Sakarya Caddesi’nde kaç çiçekçinin önünden geçmişti oysa. Karanfil görmemesi mümkün müydü? Gülleri, laleleri, lilyumları hatırlıyordu da karanfiller niye yoktu? Acıbadem kurabiyesi kadar dikkatini çekmemiş miydi karanfiller? Türkü dinlerken bir izbe barda hiç mi duymamıştı adını? Sonra Kadıköy’de, Beşiktaş’ta aşina çarşılarda, dar sokaklarda bir çingene kızının elinde de mi görmemişti?

 

Zihnini öyle zorladı böyle zorladı, bir neden bulamadı. Sokağa çıktı. Şehir her gün biraz daha genişliyordu sanki. Ha denilince bir çiçekçiye rastlanmıyordu. Çiçekçiler kapılara getiriyordu artık siparişleri. Sokakta elinde çiçekle gezenlere pek denk gelinmiyordu uzun zamandır.

 

Hafızasından kat kat ince kıvrımlarıyla karanfil kokusu yayılıyordu. Teneke bir saksı hatırladı sonunda. Uzun tomurcukların ucundan pembe kıvrımlar açmak için sabırsızlanıyordu. Karanfil yalnız hafızasında değil, burnunda, gözünde, elinde canlanmıştı âdeta.

 

Öğretmenler Gününde okul yönetiminin ya da belediye başkanının verdiği hediyelere, jelatine sarılmış bir dal karanfilin de eşlik ettiğini; kadınlar gününde kadın memurlara plastik şeffaf kutular içinde bir karanfil dalı takdim edildiğini hatırladı. Sonra faili meçhullerin anma günlerinde karanfil bırakmanın bir gelenek olduğunu anımsadı. Ama bu anılardaki karanfiller, renksiz, kokusuzdu. Karanfilleri neden unuttuğunu da böylece bulmuş oldu. Karanfillerin suçu yoktu.

 

Çiçek Pasajı’nda, Mısır Çarşısı’nın Yeni Cami’ye bakan duvar dibindeki bir çiçekçide buldu aradığı karanfilleri. Bir koca demet karanfil aldı sonunda. Kokusu hafızasındaki karanfil gibiydi. Koklaya koklaya köprüyü geçti. Yüksek Kaldırım’ı burnunda karanfil kokusuyla çıktı. İstiklal Caddesi’ni boydan boya elindeki karanfil buketiyle yürüdü. Adam, kalabalığın arasında gururla dolaştı karanfilleriyle. Herkes görsün, herkes koklasın istiyordu karanfilleri. Kazancı Yokuşu’ndan aşağı salındı. Sakindi, acelesi yoktu. Aylardan mayıs değildi. Karanfillere yeniden deniz kokusu karıştı. Boğaz göründü. Kabataş Motor İskelesi’nde, önündeki kovalara ısladığı karanfilleri satan bir çingene kadın oturuyordu. Ondan da koca bir demet karanfil aldı. Karşıya iki elinde iki demet karanfille geçti. Üsküdar da karanfilsiz kalmamalıydı. Kuşkonmaz Cami’nin sahil tarafında, duvar dibindeki gölgede seyyar bir çiçekçi daha gördü. Sanki hepsi onun karanfil almasını bekliyordu. Onu da boş geçmedi. Taşımakta zorlandığı karanfil demetlerinin burnunda bıraktığı gerçek karanfil kokusuyla kıyı boyu yürümeye devam etti. Herkes karanfilleri koklasın, hatırlasın diye yürüdü adam. Karşısından gelenler ona şaşkınlıkla bakıyorlardı. Kimisi burnuna çalan kokunun etkisiyle, kucak dolusu karanfilleri koklayarak yürüyen adama, bir daha dönüp bakıyordu.

 

Kız Kulesi’nin karşısında birikmiş turist kafilesinin, basamaklarda oturmuş fotoğraf çeken kalabalığın içine daldı. “Karanfiller kaça?” diye sordu genç bir çift. “Satılık değil” dedi ve kendisine “Bu da nereden çıktı?” diye rakip gözlerle bakan çingene kızı işaret etti. Salacak boyunca yürüdü. Bir an geriye dönüp baktı. Az önceki çiçekçi kızın önünde, karanfil alabilmek için bekleşenlerin uzun bir kuyruk oluşturduğunu gördü.