Eksik Paragraf: Şule Toptaş’ın Kurgu Evreni
Söyleşi

Eksik Paragraf: Şule Toptaş’ın Kurgu Evreni

İlay Bilgili

Yazarların metinleriyle, kitaplarıyla ilişkisini merak ettiğim Eksik Paragraf’ın bu haftaki konuğu sevgili Şule Toptaş.

 

Şule Toptaş’ı Kırık Hayatlar Evi, Güzel Günleri Beklerken ve son olarak 2025 yılında Sia Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşan son romanı Belki Bir Gün Ben De ile ağırlıyorum.

 

Keyifli okumalar.

 

 

1.Kitabınızda / Kitaplarınızda sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için ne söylemek istersiniz?

Okura kendi yorumunu yapabileceği alanı açmak, metinde benim kastettiğimden daha farklı katmanları, renkleri görebileceği boşluğu yaratmak önemli. Açıkçası katı, eğilmez bükülmez, didaktik metinler yazmaktan korkarım. Karakteri nasıl algılayacağını ne hissedeceğini ne düşüneceğini deyim yerindeyse okurun ağzına kaşıkla vermek istemem. Okurun benim yazdıklarımı kendi tecrübelerinin süzgecinden geçirerek kendi için yeniden inşa etmesini umarım. Amacım ortaya sermek, şunu düşünmelisin demeden göstermek. Bunun sonucunda okurla aynı duyguda buluşmamız şart değil. Nihayetinde okumak bir yeniden yaratma süreci. Güzel Günleri Beklerken romanımın sonunu kurgularken tam da böyle bir beklentim vardı. Benim aklımdaki sondan farklı yorumlar geldi. Okurlar kurgunun ve karakterin sınırları dahilinde kendi ihtimalini yarattı.

 

2.Romanlarınızdaki karakterleri yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Karakterlerden önce odaklandığım, aklımda döndürüp dolaştırdığım bir mesele olur. Bu meselenin derinleşmesi, büyümesi için kendime zaman tanırım. Konuyla ilgili farklı bakış açıları elde edebileceğim, beslenebileceğim kaynaklara yönelir, okurum. Sonrasında derdimi hangi zeminde, zamanda ve nasıl bir karakterle anlatacağımı planlarım. Bu aşamada kurguya en iyi şekilde hizmet edecek karakterleri oluşturmaya başlarım. Hiçbir zaman işe şöyle bir karakterin hikâyesini yazacağım diye başlamam. Önce benim gündemimdeki dert edindiğim mesele gelir.

 

3.Bazı yazarlar karakterlerini tam anlamıyla kontrol edemediklerini, onların bir noktadan sonra kendi yollarını çizdiğini söylüyor. Sizce bir yazar karakterlerine ne ölçüde yön vermeli?

Böyle bir durumu tecrübe etmedim. Kurgularımın her zaman ana hatları bellidir, aklımda kitabın sonu az çok nettir. Karakterlerimi oluştururken, onların değişimini, dönüşümünü kurgularken hedefim o sona ulaşmaktır. Kontrolden çıktıkları pek olmaz.

 

Karakterlerime kendimi kaptırıp metinde işlevi, yeri olmayan fazlalıklar yazmamaya dikkat ederim. Karakterlere özgü sürprizleri kendi olabilirliği içinde, uygun illiyet bağıyla vermek benim için önemlidir. Üstelik kontrolden çıkan yazarın kendisi mi yoksa karakter mi, bunun ayrımına varmak da zor. Bana karakterlerin bağımsızlığı ya da kontrolden çıkması asıl okuyucuyla buluştuğunda başlıyor gibi geliyor.

 

4.Bir roman yazarken en çok hangi duygu ya da düşünce sizi zorlar? Tıkanma anları yaşadığınızda nasıl bir yöntemle tekrar akışı yakalarsınız?

Özellikle olay örgüsünü oluştururken sık yaşadığım bir durum. Masa başında epey bir mücadele ederim. İşe yaramıyorsa benim için en iyi çözüm metinden uzaklaşmaktır. Başka işlerle meşgul olurum. İki gün resim yaparım, arkadaş ortamına girerim, spor yaparım, mutlaka ara veririm. Bütün bunları yaparken aklımın bir köşesinde üstesinden gelemediğim o mesele mayalanır durur. Hiç alakasız bir anda bir ipucu, bir yol bulabilirim. Tüm çabama rağmen içime sinen bir çözüm bulamadıysam kurguda değişiklikler yaparak yeni yollara saparım.

5.Okurların sizin karakterlerinize duyduğu bağın ya da tepkilerin sizi şaşırttığı oldu mu? Beklenmedik bir şekilde yankı uyandıran bir karakteriniz var mı?

Belki Bir Gün Ben de, son romanım Sia Kitap’tan haziran ayında çıktı. Geçen süre içinde aldığım geri dönüşlerden okurların, Deniz karakterinin özellikle çocukluk dönemiyle güçlü bir bağ kurduklarını gördüm. “O güzel, masum” çocuğun hayal ürünü değil de gerçekten var zannedilmesi biraz şaşırtıcı tabii. Keza Kırık Hayatlar Evi’ndeki Ömer karakteri de çok sevildi.

 

6.Yazarken kendinizle ilgili yeni şeyler keşfettiğiniz oluyor mu? Kitabınız/Kitaplarınız size ne öğretti?

Belki yazmanın en şahane artısı iç ve dış dünyanızla ilgili keşif yapabilmeye imkân tanıması. Her kitapla birlikte sınırlarımı biraz daha genişletmeyi, farklı bakış açıları edinmeyi, empati kurmayı, derinleşmeyi deneyimliyorum. Pratikte kendini bir başkasının yerine koyabilmek sanıldığı kadar kolay değil. Biraz psikolojiyle haşır neşir olmak gerekiyor. Öğrendikçe derinleşebiliyor insan. Yeni bir kurguya başlamadan önce hazırlık aşamasındaki okumalar çok değerli. Odaklanmamı sağlıyor. Belki Bir Gün Ben de 1960’ların Yeşilköy’ünden günümüze uzanan bir hikâye. Masa başına geçmeden önce Yeşilköy’ün o dönemki çok kültürlü, renkli, sıcak atmosferiyle ilgili okuduğum anı kitapları, Yeşilköylü büyüklerimizden dinlediğim çocukluk anıları atmosferi oluşturmamda çok yardımcı oldu. Tüm bu hazırlık karakterleri ve mekânı zihnimde görselleştirebilmemi sağladı. Aynı şekilde Güzel Günleri Beklerken’i yazmaya başlamadan önce de tiyatro dünyasına daldığım çok keyifli bir hazırlık süreci geçirmiştim.

 

7.Okurlarınızdan biri kitabınızı kapattıktan sonra yalnızca bir cümle ile sizi tanımlayacak olsa, o cümle ne olsun isterdiniz?

Zor bir soru. Son kitabımda bahsettiğim Capsula Mundi, iki İtalyan tasarımcının ‘Yeşil cenaze’ kavramı kapsamında geliştirdikleri bir proje. Ölen kişi tabut yerine yumurta şeklinde, organik bir kapsül içinde seçtiği ağaç tohumuyla defnediliyor ve beden o ağacın büyümesini sağlayacak besin kaynağını oluşturuyor. Şahane bir yaşam döngüsü değil mi! Kaybettiğiniz kişinin muhteşem bir ağaca dönüştüğünü, ona sarılabildiğinizi hayal edin. Beni büyüleyen bir fikir olması nedeniyle “Ben de yaşıyorum bir gün bir ağaç olmayı umut ederek.” cümlesini seçerdim.

 

8.Sizin için yazmak neyin eksikliğini gideriyor ya da hangi boşluğu dolduruyor?

Yazmaya başlamadan önce resim yapıyordum, hâlâ yapıyorum ve birbirini besleyen bu iki disiplin benim için öncelikle kendimle ilişki kurma biçimi. Yazmak bir boşluğu doldurduğum ya da boş vakitlerimde yaptığım bir aktivite değil. Rutinimi ona göre ayarladığım, ciddiyetle ve disiplinle gerçekleştirdiğim başlı başına bir eylem. Tabii nihayetinde amaç okura ulaşmak fakat süreç bu kadar tatmin edici, keyifli olmasa yine de yazar mıydım emin değilim.

9.Yazarken daha çok kendinize mi yaklaşıyorsunuz yoksa kendinizden uzaklaşıp bambaşka birine mi dönüşüyorsunuz?

Sanırım kendimden uzaklaşıyorum. Sürekli dönüp kendi içime bakarsam malzemenin çabuk tükeneceğini veya tekrara düşeceğimi düşünüyorum. Başka birine dönüşmek, dünyayı onun perspektifinden algılamaya çalışmak daha ilginç ve renkli geliyor bana. Döngüyü kırdığımı hissettiriyor.

 

10.Hiç yazdığınız bir cümleyi okuyup, “Bunu gerçekten ben mi yazdım,” dediğiniz oldu mu? Kendinizden bir alıntı yapın ya da bir cümlenizin altını çizin desem o hangisi olurdu?

Kitap matbaadan çıktığı andan itibaren yavaş yavaş zihnimdeki canlılığı azalıyor. Yeni bir metne başlayabilmek için bu mesafeyi koymam gerekiyor. Üstelik dönüp  yazdıklarımı okumaktan da hoşlanmıyorum. Haliyle unuttuğum cümleler oluyor. Burayı böyle mi yazmışım diye küçük şaşkınlıklar yaşıyorum.

 

Kendimden bir alıntı yapmam gerekirse İlk kitabım Kırık Hayat Evi’nden şu paragrafı seçerdim.

 

“Hem hayatı ne sanıyorsun? Hayat, şimdi değilse gelecekte bulacağın büyük bir şey değil. Bulduklarınla, senin olanlarla ki onlar bile senin değil, mutlu olmaya bak! O çeşit çeşit isteklerin genç olmaktan kaynaklı, gençlik kusurları olduğunu sakın unutma! Değişikliklerin, farklı yolların, bütün sürprizlerin iyi olacağına bir gençlikte inanılır zaten. Katmerlendikçe öğrenirsin kötü sürprizlerin olduğunu, sürprizlerin hep kötü olduğunu. Öyle beklentileri gerçekleşmeyenlerin hüzünlü somurtkanlığına da gömülme. İlla herkes büyük adam mı olacak? Herkes afili yaşayacak da bu gündelik hayat kimlere kalacak? Dünyanın çevresinde dört tur atsan, o bile mutat gelecek de kendi evim, anam bacım, ayva reçelim diye tutturacaksın.”