Nazire Gürsel: Yırtıcı Kuşlar Zamanı ile BaşKomser Nevzat romanları beşledi. Üç de öykü kitabı olduğunu biliyoruz. Bu çok tutan serinin arasına tezli romanlar, daha şiirsel, mitolojiden beslenen yapıtlar giriyor. Bir zaman sonra Başkomser Nevzat yeniden karşımıza çıkıyor. Başkomser Nevzat mı sizin peşinizi bırakmıyor siz mi onu kovalıyorsunuz sürekli?
Ahmet Ümit: Aslında Başkomser Nevzat’ı yaratırken işin bu noktaya geleceğini hiç düşünmemiştim. Yeni Yüzyıl gazetesinde rahmetli Okay Gönensin, hafta sonları için tefrika yazmamı istedi. Ben de “Siz bana bir sayfa ayırın, öykü yazayım” dedim. Para için başladım açıkcası. Yazarlığın ilk yılları, para kazanamıyorum doğru düzgün. Yeni Yüzyıl da iyi para verdi. Yayınlanmaya başlayınca hem okurun hem televizyoncuların ilgisini çekti. İlker İnanoğlu aradı bir gün. Arka Sokaklar’ın ilk üç bölümünü pilot olarak ben kaleme almıştım. Karanlıkta Koşanlar filan derken baktım televizyoncular Nevzat’ı götürecek; Kavim romanıyla bir karaktere dönüştürdüm. Böylece karakter benim yazın hayatıma girdi. Aslında gene tek bir karaktere bağlı kalmak istemiyordum öyle Agatha Christie filan gibi.
Fakat İstanbul Hatırası’nı yazacağım, başrolde de İstanbul olacak. Bir de karakterlerle uğraşmayayım dedim ve Nevzat’ı göreve çağırdım. Ondan sonra Nevzat yapıştı bize. Okur çok sevdi.
Ama sizin de dediğiniz gibi benim tezli romanlarım da var ve onlarda Nevzat yer almıyor. Çünkü sıkılıyorum ben Nevzat’tan, sürekli Nevzat yazmak istemiyorum. Özgün bir şey üretmek ihtiyacı doğuyor ve bir romanda Nevzat varsa, arada iki roman onsuz geçiyor.
Yazmak öyle enteresan bir şey ki hem oyuncu hem yönetmensiniz. Öteki karakterleri oluştururken Nevzat’ı tamamen unutuyorum. Yazmak benim için terapi. Benim için tabii. Kimi yazarlar da yazarak delirdiler. Hatta öldüler. Beni ise rahatlatıyor.
NG: Açıkçası kitabınızın ülkenin son yirmi yılını mesele ettiğini düşünüyorum, doğru mu?
Ahmet Ümit: Kesinlikle, son 20 yılı. Bu kitap belki de benim yazdığım en güncel kitap. Aslında biz yazarlar günceli yazmayı pek sevmeyiz. Gazetecilerin işidir o daha çok. Geçmişi deşmeyi daha çok yeğleriz. Ama bu kitabı ben yazmak zorundaydım çünkü yaşananlar canımı acıtıyor.
Her ne kadar aydın olarak üzerime düşeni yapmaya çalışsam da benim kürsüm edebiyat kürsüsü. Sesimi duyuracağım yer orası.
O kadar kötü bir yere gidiyor ki ülke. Haksız kazançtan tutun da çocuk cinayetlerine kadar suçun durmaksızın büyümesi beni fazlasıyla rahatsız etti. Suçu yazıyorum sonuçta ben. Yirmi yıl daha bekleyemem, benim bunları yazmam gerek dedim. Kukla romanında Susurluk’u yazdım ama Susurluk’tan on yıl sonra. Bu kitap ise farklı. Belki bir ay önce yaşanan olaylar dahi romanda yer alıyor.
Bugün bir hakikat yaşanıyor, kötü bir hakikat bu ve bekleyince değişmeyecek. Bir yazar olarak bunu görmezden gelebilecek durumda değilim. Hiçbir yazarı suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın, her yazarın kendi tarzı var. Ancak Ahmet Ümit olarak ben bunu yazmak zorundaydım. Güncel bir metin oluşturdum. Televizyon ve gazete haberlerinde görebileceğiniz olayların hepsi kitapta geçiyor.
NG: Kitapta baş karakterin geçmişinde yer alan ve okurun merak ettiği birtakım soruların yanıtları da veriliyor yıllar sonra. Ancak temel izlek, bellek kaybı ve unutma olgusu. Hafızasız toplum terimi akla geliyor haliyle.
Ahmet Ümit: Olaylara bir derinlik katmak gerekiyordu. Sizin de belirttiğiniz gibi derinlik de unutmak ile verildi. Sadece Türkiye’de değil dünyada da insanlar unutmaya meyilli. Unutmak rahatlatıyor. Sorunu çözmüyor. Sonra bir yerde patlıyor. Almanya’da da böyle. Orada da gönüllü unutkanlık var; “biz yapmadık Nazi’ler yaptı” diyorlar mesela. Oysa kollektif bir suç işlenmiş. Konuşmak bile istemiyorlar ama bakın şimdi AfD iktidara yürüyor.
Bizde de var bu. Unutmak istiyor, gerçeğin çarptırılmasını istiyor. Adam yoksul hatta aç. Ama sorulunca, “O kadar da fakir değiliz” diyebiliyor. Yani açlığıyla bile yüzleşemiyor. Bu yüzleşememe hâli hem bizde hem dünyada tek adamları ortaya çıkarıyor. Toplumların çoğunluğu tüm haklarını o tek adamlara devretmek istiyor. “Benim yerime sen hallet, sen çöz benim problemimi” diyor. Putin, Trump, bizdeki durum, Çin, Hindistan nereye baksanız böyle. Çünkü aksi zahmetli.
“Ben varım” diyemedikleri sürece de batmaya devam edecekler ve bir gün bir yerde “Artık yeter” diyecekler diye umuyorum ben.
NG: Yeni bir Aydınlanma gerek insanlığa belki de.
Ahmet Ümit: Yüzde yüz. Ve demokrasiyi de tartışmamız gerekiyor. Demokrasi yalnızca gidip, oyunuzu kullanmak demek değil.
NG: Esas sorun yurttaşın seçmene indirgenmesi sanırım. Yeniden yurttaş olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor, sadece seçmen olarak bakıyor bireye siyasi partiler de hükümet de.
Ahmet Ümit: Tam olarak böyle.
NG: Polisiye dünyada da çok sevilen bir tür ancak ülkemizdeki ilgi farklı bir boyutta sanki. Hatta polisiye olduğu şüpheli kitapları bile ilgi görsün diye bu bu başlık altında basan yayınevleri görüyoruz. Sizin kitaplarınızın bu derece satmasının bir sebebi ülkede hukuk dışılığın giderek artması olabilir mi? Okur kitaplarda adaletin yerini bulmasıyla kendini rahatlatıyor mu?
Ahmet Ümit: Belki de.. Aslında polisiyenin tüm dünyada sevilmesinin nedeni bence şu; sıkılıyoruz. İnsan sıkılan hayvandır. Bu sıkıntıyı giderecek en heyecanlı şey kurgusal bir suç hikayesi okumak. Roman boyunca bir cinayetin içindesiniz, belki katilsiniz belki polis belli de kurban. Bu heyecanı sıfır risk ile evinizde sıcacık koltuğunuzda otururken yaşıyordunuz. Cazip tarafı bu.
NG: Netflix gibi dijital platformlarda da polisiye en önde.
Ahmet Ümit: Çünkü Batı’nın da kendine özgü çok fazla problemi var. Dış dünyada en tanıman iki Türk yazardan biriyim. Bir Orhan Pamuk bir ben. Her ülkede kitaplarım basıldığı için, sıklıkla gidip geldiğim için çok iyi tanıyorum. Polisiye her devirde ilgi görecektir. Yalnız artık okur katil kim sorusu ile çok fazla ilgilenmiyor. Özelikle bilinçli okur neden öldürüyoruz sorusu ile daha fazla ilgili. Polisiye uzun süre çağın romanı olmaya devam edecektir. Çünkü insan içindeki vahşet duygusunu yenemiyor. En azından romanlarda kalsın.
NG: Çok ciddi hayran kitlesi olan nadir kalemlerdensiniz, çok basılıyor, çok satılıyor kitaplarınız. Daha dikkat çekici olan ise giderek artan bir ivme görüyoruz.
Ahmet Ümit: O tabii inanılmaz. Bunu reklamla yapsanız iki yıl sonra unuturlar. 2010’dan beri yüz bin adet basılıyor romanlarım. Son beş yıldır 300 bine yükseldi.
Tek nedeni var bana sorarsanız; sürekli daha iyi eserler vermeye çalışmak. Her biri tek tek çok iyi olmayabilir, öldükten sonra ortaya çıkacak ne kadar iyi olduğumuz ama bu gayretle çalışıyorum en azından. Yazma işini çok ciddiye alıyorum. Mesela bir önceki kitabım Kayıp Tanrılar Ülkesi’ni yazarken Berlin’de yaşadım. Çünkü Berlin’i anlatmam gerekiyordu.
Bir sonrakinde Roma’yı anlatacağım
o yüzden Roma’ya gidiyorum.
Roma İmparatorluğu’nu merkeze alan bir roman olacak.
NG: Oradan Bizans’a ve İstanbul’a mı bağlayacaksınız?
Ahmet Ümit: Bizans yok bu kitapta. Sezar ‘ın ölümünden sonra Augustus’un imparator olması. Roma Devleti ‘nin imparatorluğa dönüşmesi. Tarihin kırılma noktalarından biri. Ama olaylar Anadolu’daki antik bir kentle bağlantılı. Yani sadece Roma şehrini anlatmıyorum. Bu toprakları da anlatıyorum.
NG: Anadolu’da hangi antik kent?
Ahmet Ümit: Onu söylemiyorum şimdilik.
Çünkü birkaç kez kitap çıkmadan anlattım, birileri hemen yalap şap bir şeyler yazdı.
O yüzden artık anlatmıyorum.
Nazire Gürsel : Polisiye ve edebiyat ilişkisi dedik. İyi bir polisiyede edebiyat gözardı edilmemeli; siz de etmiyorsunuz ama bir de şu var: Polisiyenin can damarı merak duygusu sonuçta.
Ahmet Ümit: Orası doğru…
Nazire Gürsel : Şimdi burada edebiyat yapacağım, karakterler karton olmamalı, dili şöyle olmalı filan derken okurun merak duygusunu zedelemeden ilerlemek zor değil mi?
Kimi yazarlar, “polisiyelerde heyecan kısmı edebiyat kısmından daha önemli” diyor mesela.
Siz nasıl sağladınız bu dengeyi, iyi bir polisiyenin şifreleri var mı?
Ahmet Ümit: Şifre yok. Şifreye girdiğiniz zaman her şey sıradanlaşır.
Asıl mesele sizin neye ağırlık verdiğiniz. Ben edebiyata ağırlık veririm. Bu noktada yanlış anlaşılmalarla karşılaşıyoruz. Edebiyat demek süslü cümleleri kurmak demek değil. Edebiyatın en can alıcı kısmı ürettiğiniz içeriğe uygun bir dil bulmaktır.
İkincisi; Karakterleri doğru tanımlamak, derinlemesine anlatmak demektir. Bu polisiyede pekala mümkün.Merak duygusuna da hiçbir şekilde helal gelmez.
Organik bir şekilde yazıyorsanız,
anlattığınız hikayeye kendiniz inanıyorsanız, o karakterler sizin için canlanıyorsa yazdığınız edebiyat zaten. Suç da buna dahil. Yani Umberto Eco’nun Gül ‘ün Adı’nı tartışabilir miyiz edebiyat mı diye ? Bal gibi edebiyat.
NG : Tabii ki edebiyat. Gene de uzun yıllar polisiye tür olarak küçümsendi. Bu yargıyla nasıl başa çıktınız yazar olarak?
Ahmet Ümit: Önce tabii pek ciddiye almadılar. 1996’da ilk polisiye kitabım Sis ve Gece çıktığında basın toplantısı gene burada yapılmıştı. Otuz yıl geçmiş aradan. Müthişti tabii. Eleştiriler, tartışmalar oldu ama kitap ilgi görmedi. Ancak yıllar sonra, 2010’da İstanbul Hatırası kitabım yüz bin adet basıldı.
Ama doğrusu da bu. Sait Faik şöyle söyler;
“Otuz yaşında ünlü olan bir yazar otuz bir yaşında unutulur.”
NG: Küçümsemenin edebiyatla ilgili bir gerekçesi var mıydı?
Ahmet Ümit: Küçümseme nedenleri de şuydu: İnsanı yanlış tanımlıyorlardı. İnsan nasıl yanlış tanımlanır? İnsan iyidir, güzeldir, hoştur. Peki bu tüm bu vahşeti kim yaptı? Hiroşima’ya bombaları kim attı? işkence yapanlar kim?
Besbelli ki bu doğru bir tanımlama değil. İnsan iyi olduğu kadar da kötü. İnsan var olmaya çalışıyor.
Nazire Gürsel : Her insanda iyilik ve kötülük varsa, hangisine daha meyilliyiz?
Ahmet Ümit: Kötüye daha meyilliyiz.
Kötülük görünce dişlerini çıkarıyorsun. Polisiye tam da bunu anlatıyor zaten. İnsanın gerçek ruhunu anlatıyor. Yani Dostoyevski dedim. Raskolnikov karakteri ya da Karamazov Kardeşler’de babasını öldüren bir çocuk. Şimdi bütün bunları hakikaten polisiye ile anlatabilirsiniz ancak.
Nazire Gürsel: Suç ve Ceza ‘yı pek çok kez okumuşsunuz. Ben ortaokulda okudum, bana ağır bir suçluluk duygusu yükledi, bir daha da elime almadım.
Ahmet Ümit: Sizde oluşan suçluluk duygusu aslında tamamen yazarın başarısı. Dostoyevski’nin ideolojisinden kaynaklanıyor çünkü insanları doğuştan suçlu sayıyor. Bu düşüncesini size de geçirmiş.
“Hepimiz suçluyuz” der Dostoyevski. Rus Ortodoks düşüncesine bağlıdır. Ve hepimiz eksiğiz , hepimiz suçluyuz temaları ağır basar. Kendisi çok büyük bir yazar ama aynı zamanda iflah olmaz bir kumar tutkusu var. Kumardan vaz geçemeyen bir adam olarak kendine baktığı zaaman diyor ki “Ben insan olarak ancak Tanrı’nın yardımı ile ayakta durabilirim. Bizi kurtaracak olan Tanrı’dır.
Kesinlikle katılmıyorum ideolojisine. Ama çok büyük yazar olduğu da su götürmez bir gerçek.
NG: Büyük yazar deyince, Tolstoy mu Dostoyevski mi?
Ahmet Ümit: İkisini de ayırmam. İkisi de benim için ayrı ayrı değerlidir. Ama Tolstoy daha iyi kalplidir, insan olarak daha iyidir.
Nazire Gürsel: Siz öykü ile başlamışsınız ama yayınlanan ilk kitabınız şiir.
Daha sonraki işlerinize bakınca, Patasana’daki o tabletler, Kayıp Tanrılar Ülkesi ‘nde , Ninata’nın Bileziği’nde şiir hep var.
Ahmet Ümit: Var evet , doğru.