Ankara’nın Sesi’nde Bir Adamın Evden Kaçtığı Yazıyordu
Öykü

Ankara’nın Sesi’nde Bir Adamın Evden Kaçtığı Yazıyordu

Zeynep Şahin

9 Ekim 1990 tarihli Ankara’nın Sesi Gazetesi’nin kayıp ilanı sayfasında bir adamın evden kaçtığı yazıyordu. Hemen sonrasında görenlerin ulaşacağı iletişim bilgileri. Karısı Meryem’se ilanı kendisi vermemiş gibi kocasının siyah beyaz fotoğrafının bulunduğu sayfa önünde, gözlerinden yaşlar indiriyordu. Günlerdir geçmeyen baş ağrısına son bir çözüm bir elin ortası büyüklüğünde kestiği patatesleri alnına yapıştırıp yazmasıyla kaymasınlar diye sarmıştı.

 

Eve gelmediğinde aman bir ağaçlıkta içer gelir diyordum. Dört kızın; ana kızın saçımı çekti, hayır ama önce o bana vurdu… Gibi bitmek bilmeyen kavgasının üstüne, herif hizmeti de hiç çekilmiyordu. Otel mutfağında aşçılık yaptığından benim de kendisi gibi yemek yapmamı beklerdi. Beğenmeyen buyursun yapsın dediğimde, ‘ben otelde aşçıyım, evde değil’ derdi. Yokluğunda bir gürültü, bir istek az oluyor hiç değilse diyordum. Ben nerden bileyim bu adamın bir gün ortadan kaybolacağını. Bu kızlar nasıl okur, bu evin geçimi nasıl sağlanır? Bizi bırakıp nerelere gittin Mahmut? Bir başımıza kaldık damın deliğinde. Allah’ım sen kızlarımın yüzüne bak da bu adam çıktığı şu kapıdan içeri girsin.

 

Gözlerini önünde açık duran gazeteden ayırıp karşısındaki kapıya dikti. Sandığı gibi içeri giren olmadı. Ekim serinliği kollarındaki tüyleri havaya dikmişti. Oturduğu yerden kalktı. Kirlenmesin, eskimesin diye serdiği dağılmış kanepe örtüsünü düzeltti, salona açılan yatak odasına gitti. Kocasıyla ortak kullandığı gardırobu açtı. Hırkasını alırken kocasının kıyafetlerini gördü. Yüzü asıldı.

 

Bu adam planlı mı evden kaçtı, başına bir şey mi geldi?

Kollarını saran yünlü kumaş tüylerini yatıştırırken, kocasına ait olan ne varsa dolaptan çıkarmaya başladı. Kimi kıyafetlerin eksik olduğunu fark etti.

Elinde sürekli bir siyah poşet taşıyordu, zıkkımlandığını taşıyor diye düşünüyordum. Yoksa bu peyderpey taşınmış olmasın.

Kocasıyla kendi iç çamaşırları; gardırobun içerisinde iki ayrı çekmecedeydi. Kocasına ait olan bölmeyi açtı. Karıştırmaya başladı.

 Sararmış külotlarını bırakmış. İyilerini almış. Çamaşırları da iş yapmaya heveslendi diye kız katlıyordu. Anlamadım ki eksildiğini.

Çorap çekmecesini açtı.

 Yırtık, delik bir iki çoraptan başka bir şey bırakmamış.

 

Kocası kaybolalı on gün geçmişti. Altı gün gelir diye bekledikten sonra iş yerine gidip sorduğunda kravatı hafif yana kaymış takım elbiseli görevliden işten sekiz gün önce ayrıldığını ve kıdem tazminatının da tarafına ödendiği bilgisini almıştı. Kravatını düzeltip boğazını temizlerken “ Efendim isterseniz, bir gazeteye ilan verin, karakola gidin,” önerilerini de dinlemişti. Mahalleden ilk defa dışarı çıkmış Meryem,  adamı dinlerken bir yandan da otel lobisinin tavanının yarısını kaplayan kristal avizeye bakıyordu.  Önerilen iki şeyi de sonrasında yapmıştı.

 

“ Alemiyon alıyok, demir eskisi alıyok, eskici geldi eskiciii” diyen ses aynı şeyi tekrar ede ede yaklaşıyordu.

 

Yerde küçük bir tepecik oluşturmuş çamaşırlara baktı. İçerisinden sağlam duran kazak ve pantolonları seçti, kucağına yığdı. Başında sarılı patateslere aldırış etmeden dışarı çıktı.  Alt alta üst üste serpilmiş gece kondu aralarında gezen eskiciye seslendi.

 

“Dayı bu çamaşırları da alıyor musun?”

 

Eskicinin beyazlamış ve birbirine girmiş saçı, sakalı vardı. Kıyafet seçimi mesleğine uymuştu.  Pantolonuna kemer yerine spor ayakkabıdan çıkardığı ipi bağlamıştı. Kızarmış gözleriyle önce Meryem’in sargılı başına, sonra kucağında yığılı kıyafetlere kısa bir sessiz bakış attıktan sonra,

 

“ Erkek kıyafetleriyse alırım abla.”

“İyi al o zaman. Ne verirsin bunlara?”

 

Meryem’in uzattığı kıyafetleri bir bir alırken “Abla bunlar çok bir şey etmez. Baksana pantolonların dizi yırtıldım yırtılacam diyor. Kazakların hepsi tüylenmiş. Çok yıpranmışlar geri satmam zor. Sen bunların yerine bir leğen, bir mandal sepeti al,” dedi.

 

Meryem’in kucağındaki yığıntı bitince eskiciye itiraz etmeden, kısır yapmayı düşündüğü orta boy mavi leğen ve kırmızı mandal sepetini aldı. Evlerinin yeşile boyalı demir kapısını açtı, elindekileri salona girmeden hemen önceki minik koridora bıraktı. Banyoya girdi başındaki patates sargısını çözdü. Duvara çiviyle asılı, kenarları ve arkası mavi renkli plastik, kare biçimli aynada kendine baktı. Saçını düzeltti. Kurumuş dudaklarını yaladı. Elini yüzünü yıkadı. Su aktıkça susuzluğunu fark etti. Ağzını musluğa dayayıp kana kana içti.

 

Kızlarımın okul saati geçti, nerde kaldılar. Mahmut’tan sonra yeni bir kayıp daha çekemem, gidip bakayım. Aman dört yapraklı yoncalarıma bir şey olmasın.

 

Meryem’in sekiz, dokuz, on, on bir yaşlarında kızları vardı. Dördü de aynı ilkokula gidiyordu. Kapıyı çekip çıktı. Ankara Zafertepe mahallesine sık sık kondurulmuş evlerin çoğunun duvarı birbirine yapışıktı. Tepenin en yukarısından araba geçidine izin vermeyecek kadar dar yollardan inişe geçti. Zamanında en büyük arsayı çevirmiş komşunun ağaçlı bahçesi aşağıyı görmeye engel olsa da sesler duyuluyordu. Ekim ayının son güneşiyle kemiklerini ısıtan kadınlar duvarın dibine kimi oturmuş, kimi ayaktaydı. Yukarıdan inişte olan Meryem’i görmüyorlardı. Konuşulanların evden kaçan kocası ve kendisi hakkında olduğunu anlayan Meryem yoluna devam edemeden, olduğu yere çöktü.

 

İnsaf kadın elini beline dayamış, dişsiz ağzı mağara ilginçliğiyle açılıp “Duydunuz mu Gazoz Meryem’in kocası evden kaçmış,” dedi.

Kırmızı kareli pileli eteğiyle yere oturmuş Cennet Kadın; kör gözünü daha da karartıp, sağlam gözünü şaşkınlıkla açarak “Kime kaçmış, pezevenk”  dedi.

Kalabalıktan bir ses “Kumar oynamış, tefecilerin eline düşmüş olabilir,” dedi.

Ona itiraz diğer ses “ Meryem’i bırakıp, başka bir kadına gittiğinin daha mantıklı durduğuna” işaret etti.

Kumar oynadığını ortaya süren ses “ Mahmut’u kim ne yapsın da başka kadına kaçacak” dedi.

Olaya tek üzülen Cennet kadın ağıt yakar gibi ezgiyle “ Vah Meryem’im dört kızla, damın deliğinde mi kaldın sen?” derken başını sağa sola salladı.

Konuştuktan sonra burnunu çeken Seher Kadın “ Keşke bizim herif de Mahmut’a uysa da evden kaçsa, her gün hır gür. Bıktım vallahi kahır çekmekten, ne mutlu Meryem’e kocadan kurtuldu,” deyip, burnunu çekti.

 

Meryem’in bacaklarının titremesi kalkmasına engel oluyordu. Bir nefes turunu sakinlikle tamamlayamıyordu. Yatışmak için derin almaya başlasa da yarıda kesiyor, hızlıca veriyordu. Yukarıdan kendisine doğru yaklaşan ayak sesini duyunca ne bacağının titremesine aldırdı, ne de nefesinin kesilmesine. Kızları okuldan almaktan vazgeçti. Bu perişan haliyle kimseye görünmeden eve gidecekti. Ayak sesi kendisiyle karşılaşmadan gecekondulardan birine girdi.

 

Nasılsın sorusunu bile cevaplayacak halim yok. Milletin diline düşmüşüz. İleri geri konuşan konuşana!

 

İçeri girer girmez kanepeye attı kendini. Kanepe kirlenmesin diye serdiği örtünün altına girdi. Kulağında söylenen her bir söz sırasını bile değiştirmeden tekrar ediyordu. Ayaklarını karnına çekerken örtünün üzerinden yere düşen Ankara’nın Sesi Gazetesi’ni eline aldı. Kocasının fotoğrafına tekrar baktı. İlan sayfasındaki diğer yazılara kaydı gözü. Önce devlet hastanesine başhekim arandığını okudu, güldü. Sonra devlet hastanesine kadın hastabakıcı arandığını okudu.  Burada çalıştığını hayal etti.

 

Devlet işinin büyüğü küçüğü olmaz. Bir de işe giderken kırmızı çanta aldım mıydı, Hafif topuklu ayakkabı ayağımda tıkır tıkır. Mahalleli Meryem Hanım der gayrı. Kızlarımı da okuturum. Kimini hemşire, kimini öğretmen yaparım. Bizi bu Zafertepe de parmakla gösterirler o zaman. Bu işe girersem yılbaşı bileti bana çıkmış gibi olur. Gördün mü Mahmut’un kayıp ilanına sen, beni ekmek sahibi yapacak!