Aramızdan Ayrılışının 40. Yılında Hasan Hüseyin’in Şiiri İçin Birkaç Söz
Şiir Üzerine

Aramızdan Ayrılışının 40. Yılında Hasan Hüseyin’in Şiiri İçin Birkaç Söz

Metin Turan

 

“yine ağustos gelse elele versek

sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan

yeniyol’dan sazlıçay’dan geçsek

güneşin bahçeleri emzirdiği  saatte

susamışlar aşkına kandım diyesi

uzun uzun öpüşsek

yine  ağustos gelse kovulsak cennetimize”

(Hasan Hüseyin, 1981:61)

 

I.

 

Hasan Hüseyin, dağların gölgelediği gurbetlik yorgunu bir diyarın, karanlığı kovmaktan yorulmuş bir iklimin çocuğu.

4 Mart 1927 doğumlu.

 

Hasan Hüseyin (Korkmazgil), halk hikayeleri, masallar, koşma ve koçaklamalarla zenginleşmiş çocuklukla ilkokulu Gürün’de bitirir. Ancak Gürün’de ortaokul yoktur ve böylece iki yıl ‘beşi bitirmiş’ olarak kalır.  Sonra Sivas’ta Erkek Sanat Enstitüsü sınavlarına girer, ama kazanamaz. Babasıyla birlikte Ziraat Bankası’nda çalışır. Burada eline, Arap harfleriyle yazılmış bir alfabe geçer. Kendi uğraşıyla Arap harflerini öğrenir (Timuroğlu, 1991: 146).  Çevrenin olanakları ölçüsünde elde edebildiklerini okur. Bunlardan biri Kusiri Divanı’dır. İki yıl sonra devlet parasız yatılı sınavlarına girer ve kazanır. Niğde Ortaokulu’na gönderilir. Oradan da Adana Erkek Lisesi’ne gider. Adana’da Şevket Kutan’dan ve Arif Nihat Asya’dan edebiyat dersleri okur. Şevket Kutan’ın dilbilgisinden, eski Türk lehçeleri öğretiminden, Arif Nihat Asya’nın şiir bilgisinden yararlanır. Klasik edebiyatı bu süreçte özümser.

 

Burada öğretmenlerinden söz etmişken, bir noktanın üzerinde durmak gerekiyor. Özellikle 1930 ile 1970 arası, birikimli, hangi siyasal bakış açısına sahip olursa olsun, yetenekli ve yönlendirici öğretmenler kuşağının bu süreç içerisinde yetişen edebiyatçı ve sanatçıların özgeçmişlerinde önemli bir işlevleri vardır.

 

Hasan Hüseyin, bu birikimiyle, dili, biçim ve biçemiyle yarattığı şiirin toplumsal/kültürel   dayanaklarını oluşturur.  Örneğin, Arap abecesini bilmesi ve lise öğrenimi boyunca divan edebiyatının tadına varmış olması, ‘Kamus-i Osmani’yi ezberlemişliği; bir şair portresi olarak bakıldığında nasıl zengin bir geleneğe yaslandığını, söyleyişindeki içtenliği görmemiz bakımından anlamlıdır.

 

Halk hikayeleri ve masallarla geçen bir çocuklukla örülen mistik duyarlık, özellikle ortaokuldan başlayarak okuduğu klasiklerle zengin bir bireşime ulaşır. Bir yerde altını çizdiği “Yunus’tan önce Voltaire’i okudum” vurgulaması bundandır. Bu yarı istendik yarı sezgisel ilgiye, lise yıllarındaki gömüt taşlarını okuma merakını da eklediğimizde doğa ve onun süzme bir parçası olan insana ilişkin öğeleri gözden kaçırmamaya özen gösteren Hasan Hüseyin’in kültürel birikimini oluşturan öğeleri anlamak için ipuçları yakalamış oluruz.

 

Liseyi bitirdikten sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Türkçe Bölümü’ne girer. Burayı bitirdikten sonra, Maraş ilinin Göksun ilçesine Türkçe Öğretmeni olarak atanır.  Göksun, öğretmenlik süresinden çok cezaevinde tutulduğu yerdir; burada, yedi ay yirmi beş gün ağır hapis cezası ve kamu haklarından yoksunluğuna neden olan o tutukluluğa kadar, yani yedi ay görev yapar. Göksun, Elbistan ve Nevşehir cezaevlerini dolaştıktan sonra, Sivas ve Erzincan’da askerliğini tamamlar.

 

Sonra işsizlik… Mahkemelere arzuhal, gurbettekilere mektup, işyerlerine tabela yazar, tren garlarında, otobüs terminallerinde, şehir parklarında yakışıklı delikanlıların, güzel kızların portrelerini çizer… Kuşkusuz bu süreçte sonradan yırtıp attığı yüzlerce de şiir karaladı.

 

Lisede yazdığı İhtiyar Karanlık ve Olgunlaşan Ağrı adlı iki dosyası, yargılamanın sürdüğü günlerde polis baskınıyla evinden alınır. Sonrası malûm hikaye, yoklar arasında bir yerlerde kaybolurlar. 1940 Erzincan depremiyle ilgili ağıtları da başka bir yitirme öyküsü… Bu yitirmelere bir de 1962’de Aziz Nesin’in sahibi olduğu Düşün Yayınevi için hazırladığı Hiroşima adlı şiir dosyasının yayınevinde çıkan yangın sonucu yok olmasını eklersek, hayatının bu dalgalı, kavuran yanı, onun yaşamını gergin bir ip durumuna getirir. 1970’lerde yakınmaya başladığı baş ağrılarının, yürek sancılarının kaynağında gerginlikle geçmiş bu günlerin izini de düşünmek gerek.

 

II.

 

Ürünleri 1950’lerin sonlarından itibaren dönemin etkin dergileri İmece, Dost, Ataç, Yelken, Varlık, Yön’de gözükmeye başlar.

 

İlk kitabı   Kavel 1963 yılında yayınlanır. Bu bir direniş destanıdır. Türkiye’de ilk defa 9 Temmuz 1961 Anayasası ile işçilere grev hakkı tanınmıştır. İstanbul İstinye’de Kavel Kablo ve Elektrik Fabrikası çalışanı 173 işçi, kıdem esasına göre verilmekte olan yılbaşı ikramiyelerinin işverinin kararıyla eksik ödenmesi, sendikadan çıkılması için yapılan baskılar ve dört sendika temsilcisinin işten atılması üzerine 28 Ocak 1963’te beş gün sürecek bir oturma eylemi başlatırlar. Hasan Hüseyin hayatın içinden gelen bu direnişin şiirini yazar. 1960’lı, 70’li yıllarda edebiyatın ve edebiyatçının hayatın içerisinde etki alanının neden belirgin olduğunun da açık örneğidir. Bu sadece edebiyatçının değil edebiyatın da işe karışmasıdır.

 

Onun şiirinde denediği biçim kırılmaları, imgesel yenilikler, tekrarlarla yayılan, genişleyen bir şiiri ortaya çıkarmıştır. Hasan Hüseyin özelle genel, geçmişle gelecek, uzakla yakın, acıyla tatlı, mutlulukla mutsuzluk, toplumla birey, güldürüyle ağlatı arasındaki diyalektik kaynaşmayı eşsiz bir duyarlılık, olağanüstü bir anlatım gücüyle yoğurur. Derinliklerin ardında olmakla birlikte, sığ saydıklarını da küçümseme yanılgısına düşmez. Büyük olanın küçüklerden oluştuğunu, en çetin kalelerin bile kendilerine göre küçük olan taşlardan örüldüğünü ve de sığ olanı geçmeden derinliklere varılamayacağını çok iyi bilir (Kılıç, 2000:144).

 

Divan yazınımızın ve halk şiirimizin müziksel uyumu yaratmada çokça başvurduğu redife, Hasan Hüseyin de başvurur.  Kimi zaman, redifleri klasik biçimde kullanırken kimi zaman dize başlarına alır, kimi zaman da dize ortalarına serpiştirir: “Sürün çocukları dağlara-özlemleri öfkeleri sürün dağlara’, ‘gitmek-nehirlerle yanyana-gitmek- nehirler gibi zor- nehirler gibi çetin- nehirler gibi umutlu’. Bu halk şiiri estetiğini, bazen Yunus, bazen Pir Sultan biçiminde yerleştirir şiirine:

kanadık toprak olduk- çekildik bayrak olduk  döküldük yaprak olduk- geldik bugüne”. Bu söyleyiş içeriğin önüne geçerek şiirsel duyuma dönüşüyor.  Bu anlamda Hasan Hüseyin’i birikimi değerlendiren ve onu dönüştürendir.

 

Çağının tanığı olma erdemini, bir sanatçı kişilik kadar, bu sanatçı kişiliğin var ettiği ürünler bağlamında ele alır.  Ondaki toplumsal hayatı kavramışlık ve kültürel mirasa erişme/ulaşma çabası, sanatçı tanıklığını yaratılmış kültürün uzağına düşmemek ilkesine oturtur. “Bugün bize ilkellik gibi görünen her şey, geçmişimizdir bizim, gün’ümüzdür, gerçeğimizdir. Yılan gömlek değiştirir gibi sıyırıp atamayız sırtımızdan bu gerçeği!.. O gerçeğin son halkasıyız biz, bizden sonrakiler de son halkası olacaklar” (Hasan Hüseyin, 1972:10).

 

Şiirlerinde öne çıkan halk söyleyişinin yergi ve gülmece çağrışımlı sözcüklerini, deyimlerini ösıklıkla yeğlemesi; destansı anlatım içerisinde bir kahraman ve olay şiiri örgülediğini özellikle dikkate almamız gerekir. Onun şiiri değerlendirilirken ‘umut’, ‘öfke’, ‘sabır’, ‘barış’, ‘kavga’, gibi insana dair hallerin birer somut durum olarak gözetilmesinin özel bir önemi olduğu unutulmamalıdır. Çünkü, Hasan Hüseyin sözlü geleneğin yoğun yaşandığı bir kültürel coğrafyanın insanıydı; masalı, öyküsü, yakarışı, yakınması, şiiri kadar hayatı da sözel eyleme oturtmuş ve ‘sözün senet olduğu’ bir kültürel iklimin insanıydı. Onun beslendiği bu gelenek   bir yanda Karacaoğlan, Yunus Emre, Pir Sultan, Köroğlu, Ruhsati olduğu kadar, Fuzuli, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet ve elbette halklarının sesi olmuş dünyanın başka edebiyatçılarıyla zenginleşmiş birikimdir…

 

Hasan Hüseyin’in şiirinde olaylar denli kahramanlar da bir belirleyendir. O, bir yandan olayları hikaye ekseninde işlerken, bir yandan da büyükçe kültür haritası içerisinde kendini besleyen, kendine yakın duran adları, dizeleri anmaktan ve alıntılamaktan hoşnut olur. Yunus Emre’nin, Karacaoğan’ın, Seyrani, Dertli, Gündeşlioğlu gibi halk şiiri ustaları yanı sıra, Bakî, Fuzuli, Nesimi, Mevlana gibi divan geleneğinden olanlarla, çağdaş edebiyatın önemli isimleri  Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Balaban’ın ve daha birçoklarının anılması onu anlamak ve yorumlamak bakımından önemlidir.

 

III.

 

 

Geceden çıktığında üzerine güneş düşmüş şehirler yine o griftli karanlığın şehirleridir ama gözümüz aydınlığa kavuşmuştur.

Hasan Hüseyin, karabasanlı bir dönemin tanığıydı. Karanlığın gizlendiği bütün grift yolları aydınlatmaya çalıştı.

Karanlığın iktidarını kovanlardan oldu. Uslanmaz romantiklerin masa, peçete şiirleri yazdıkları dönemde “haziranda ölmek zor” dedi. Keskin çığlıklar atması ondandı. “Sokakta, eli, yüzü, üstü başı gazete”.

Denize düşmekten korkmayan kar tanelerindendi. Yağmur suyu olup uzun nehirlerle akması ondan.

 

*

 

40 yıl oldu Hasan Hüseyin aramızdan ayrılalı.

Görüntüden çok ayrıntıları ile kavradığı anlamın şiirini yazdı.

Başa dönmek gerekirse, 4 Mart 1927; ömrünü şiirle örmüş, yazmış; hayata olan bağlılığını yazarak var etmiş  toplumsal bir kişiliğin, dünyaya gözlerini açtığı tarih.

26 Şubat 1984 ise 57 yıllık ömrüne 13 şiir, 3 öykü kitabı, 5 çocuklara yönelik öyküler, 1 gezi notları ve iki de basıma hazır çalışma sığdırmış bir yazın insanının bedeninin toprakla buluştuğu tarih.

Nasıl diyordu Kızılkuğu’da:

 

“gün gelir

gölge kayar

göçüp gider can bedenden

can bedenden /karagözlüm

ne yazar

hoşgelmiştir böyle bir son

ve sefalar getirmiştir dağlarımıza.” (Hasan Hüseyin, 1984:115).

 

 

Kaynaklar

Kılıç, Hüseyin (2000). Konuşan Kadavralar Komedyası, Otopsi Yayınları, İstanbul.

Hasan Hüseyin (1981). Kavel, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Hasan Hüseyin (1972). Ağlasun Ayşafağı, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Hasan Hüseyin (1972). Acılara Tutunmak, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Hasan Hüseyin (1981). Temmuz Bildirisi, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Hasan Hüseyin (1984).  Kızılkuğu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1984.

Timuroğlu, Vecihi (1991). Yazınımızdan Portreler, Başak Yayınları, Ankara.