Oradaydım, cehennemde. Yo düşündüğünüz gibi değil. Şimdi size her şeyi anlatacağım.
Uzun sayılabilecek, pek de fena geçmeyen bir hayatın sonunda, o güzel Işıklar beni cehennemin kapısının önüne götürdüklerinde gerçekten çok şaşırdığımı söylemeliyim. Çünkü düşündüğüm gibi, kızgın lavların dışarıya taştığı, korkunç çığlıkların duyulduğu bir yer gibi görünmüyordu, oldukça mütevazı bir girişi vardı. Boşlukta asılı duran eski tahta bir kapı. Işıklarım bundan sonra yalnızsın dediklerinde, onlardan ayrılmak istemedim. Onların yanında olmak daha önce hiç hissetmediğim kadar mutlu ve huzurlu hissettiriyordu. Hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi onları sevdiğim kadar sevmediğimi, onlara yıldırım aşkıyla tutulduğumu söylediğimde beni anlayışla karşıladılar.
Cehennemin kapısı çok alçaktı, girmek için eğilmek zorunda kaldım. Işıklarım bana iyi dileklerini iletirken, buranın bir okul, bir arınma, bir törpülenme yeri olduğunu, kendimi aklanmış hissettiğimde beni kapının dışında beklediklerini söylediler. Onların hemen kapının dışında, daha önce hiç hissetmediğim bir sevgi ve şefkatle beklediklerini bilmek bana güven verdi.
Kapıdan adımımı atar atmaz kendimi seneler öncesinin bir anında buldum. Ay ışığının aydınlattığı karanlık bir sokakta elleri ceplerinde bir adam, çiseleyen yağmurda yalpalayarak yürüyor. Adamı çok iyi tanıyorum. Üstündeki mont, ayağındaki spor ayakkabılar hatta başındaki şapka bile çok tanıdık. Adam bana yaklaştıkça yüzünü seçebiliyorum. Ve dehşete düşüyorum. O adam benim, benim bedenim, benim yüzüm, benim ellerim, benim ayakkabılarım. Kendi bedenimi bir yabancıyı seyreder gibi seyrediyorum.
Yıkılmak üzere olan bir evin saçağının altında, soğuktan ve açlıktan titreyen, annesinin terk ettiği küçük bir kediyim. Keskin bir cam parçasının kestiği patimin acıdığını hissediyorum. Çok yalnızım ve annemi o kadar özlüyorum ki. İnsanların akşamüzeri plastik mavi bir kaba koyduğu mamayı diğer kediler yediği halde, boş kaba sinmiş mama kokusu bile bana iyi geliyor. Uykumun geldiğini hissediyorum, annem olsaydı sarılırdık ama yok. Onu tekrar özlüyorum. Karşıdan gelen adamı görmezden gelip başımı patilerimin arasına almış karton bir kutunun üstünde uyumaya çalışırken bir elin dokunuşuyla irkiliyorum. Elleri soğuk ve hoyrat. Beni ensemden tutup havaya kaldırdığında göz göze geliyoruz. Gözler benim gözlerim, kedi gözlerimden kendi gözlerimin içine bakıyorum. Cılız sesimle bana zarar vermemesi için yalvarıyorum ama beni anlamıyor. Gözlerimin gecenin karanlığında iri, yağlı yağlı parlayan beyazını seçebiliyorum. Kediyi kendisine yaklaştırıyor, ağzından yayılan pis kokuyu duyuyorum. Beni daha önce hiç görmediği bir şeyi görmüş gibi inceliyor. Ve birden havaya kaldırıyor. Yüksekteyim, bütün tüylerim diken diken oluyor. Beni biraz havada tuttuktan sonra bütün gücüyle yere çarpıyor. Yer yer çökmüş asfaltın üstünde birikmiş yağmur suyunun içine düşüyorum. Sırtımdaki kemikler kırıldığı için acıyla miyavlıyorum. Yalpalayarak yanıma geliyor, kocaman ayakkabılarıyla ya da ayakkabılarımla mı demeliyim beni sırt üstü çeviriyor ve bütün gücüyle üstüme basıyor. Bağırsaklarımın dışarıya çıktığını hissediyorum. Şimdi sesim bile çıkmıyor. Tekrar tekrar ayağıyla üstüme bastırıyor ve sonunda bütün acılarım diniyor, hiçbir şey hissetmiyorum, artık kedi değilim, sokaktaki virane bir evin duvarının dibine çökmüş bir sarhoşum. Eserimi seyrediyorum, kanlar içinde bütün iç organları dışına çıkmış bir tüy yumağı biraz ötemde. Ellerimle az önce kırıldığını hissettiğim kemiklerimi yokluyorum. Acı duymadığımı hissedince derin bir oh çekiyorum. Aklım karışıyor, biraz önce yere fırlatılan kediydim, şimdi ise kediyi bu hale getiren adam olarak bir duvar dibinde, şiddetlenen yağmurun altında kusmaya başlıyorum.
Başım dönüyor, yaptığım vahşete bir sebep arıyorum, buluyorum da. “Sarhoştum, ne yaptığımı bilmiyordum. Sabah güne çok sinirli başladım, aslında bütün bunları, beni her gün delirten karıma yapmak isterdim, kendimi böyle tatmin etmeseydim karımı öldürebilirdim. Ben katil olmayayım diye bu kedi bu saatte benim karşıma çıktı. O sadece bir kedi, ne önemi var ki” diyerek kendimi rahatlatmaya çalışırken her şey tekrar başlıyor. Elleri ceplerinde yalpalayarak yürüyen bir adam, yıkılmak üzere olan bir evin saçağının altında, önünde plastik boş bir mama kabıyla, küçük bir kartonun üzerinde uyumaya çalışan, annesini özleyen beni ensemden yakalıyor. Tırnaklarını tekrar etimde hissediyorum. Havaya kaldırılıyorum, yere fırlatılıyorum. Kemiklerim tekrar kırılıyor, bağırsaklarım tekrar dışarı çıkıyor. Canım çok acıyor. Çok öfkeleniyorum, bunu bana neden yaptığını sormak istiyorum. Birinin, diğerinin canını bu kadar acıtması için mutlaka geçerli bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Ve acılarım bittiğinde tekrar duvar dibinde akşam yediği mezeleri kusan sarhoş adam oluyorum. Derin bir nefes alıyorum ve artık kedi olmadığım için kendimi mutlu hissediyorum. Beynim tekrar yaptığım bu rezilliğe bahaneler üretmeye başlıyor. “Çok sarhoştum, bu gün patronum tarafından herkesin içinde çocuk gibi azarlandım. Karımdan ve doğurduğu çocuklardan nefret ediyorum. Hem ne var canım, altı üstü bir kedi.” Altı üstü bir kediyse bu acıları nasıl ve neden duyduğumu anlamaya çalışıyorum. Eve gitmek için ayağa kalkmak istediğimde cehennemde olduğumu hatırlıyorum ve her şey tekrar başlıyor. Defalarca enseme geçen tırnağı duyuyorum, defalarca burnuma o pis kekremsi koku geliyor, defalarca kemiklerim kırılıyor ve defalarca patlayıp organlarım dışıma çıkıyor. Sonsuz bir kısır döngünün içindeyim. Kendimi duvarın dibinde kusarken bulduğumda beynim yeni bir şeyler üretiyor. “Çocukken babam bana çok dayak attığı için ben de hayattan intikamımı böyle aldım” diyorum. “Karıma benzeyen çocuklarıma olan nefretimi dışarıya yansıtamadığım için öfkemi bu kediden çıkardım” diyorum, hatta “ilkokul öğretmenim, beni hiç sevmediği için içimde saklı kalan kırgınlığın sonucu bu” bile diyorum. Tam bitti artık derken tekrar başlıyor. Beni kapıda bekleyen ışıklarıma beni buradan kurtarmaları için sesleniyorum ama beni duymuyorlar. Kapı tam karşımda ama ayağa kalkıp kapıya yürüyemiyorum. Tam ayağa kalkmak için kendimde güç bulduğumda, kedi olarak her şey baştan başlıyor. Elleri cebinde, çiseleyen yağmurda yalpalayarak gelen bir adamın tırnaklarını ensemde duyuyorum. Bu döngünün hiç bitmeyeceği aklıma geldiğinde daha önce hiç duymadığım bir korku hissediyorum. “Bu ne biçim cehennem?” diye bağırıyorum gidemediğim kapıya doğru. “Nerede ateşten havuzlar? Beni oraya götürün, derilerim tekrar tekrar yansın razıyım, ama ne olur kurtarın beni buradan.”
Bana sonsuz gibi gelen zamanın içinde, bir seferinde yine duvarın dibinde kusarken içimde ince ince sızlayan bir vicdan azabı duymaya başlıyorum. İşte gerçek cehennem şimdi başlıyor. Her seferinde azabım biraz daha artıyor. İçimde yanan yangının verdiği acı hiçbir bedensel acıya benzemiyor. Cehennem benim içimde, ruhumun cayır cayır yandığını hissediyorum. Hiç bir kurtuluş yolu bulamıyorum. Kapının her seferinde bana yaklaştığını görüyorum ama kapıya doğru yaptığım her hamlede her şey tekrar başlıyor. Ağlamalarım, çığlıklarım fayda etmiyor. Çok yalnızım, ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok. Çaresizlik içinde duvarın dibinde ağlarken birden aklıma harika bir fikir geliyor. Bu sefer döngünün tekrar başlamasını ben istiyorum. Son olmasını umut ederek ellerim ceplerimde yalpalayarak karanlık sokakta yürürken, virane evin saçağının altında uyumaya çalışan kediyi görüyorum. İçim sevinçle doluyor. Kediyi incitmemeye çalışarak kucağıma alıyorum. Minicik ıslanmış bedeninin titrediğini hissediyorum. Parmaklarımla başını okşuyorum, gıdısını seviyorum. Yeşil gözleriyle korkarak bakıyor bana. Burnunun ucundan öpüyorum ve korkmamasını söylüyorum. Af diliyorum, beni affetmesi için yalvarıyorum. Cılız sesiyle bir şeyler söylüyor, affedildiğimi hissediyorum. Paltomun düğmelerini çözüp onu paltomun içine sokuyorum. Hala titriyor, aç olduğunu hatırlıyorum. Ona yiyecek bir şeyler bulma umuduyla karanlık sokakta yürüyorum. İçimde korkunç bir huzur var, bu huzur insanı delirtebilir. Ne karım ne çocuklarım ne patronum ne öğretmenim umurumda. Tek derdim kedimi doyurmak. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor ve kapı açılmış halde birden önümde beliriyor. Ben ve kedim kapıdan dışarı çıkıyoruz. Işıklarım bizi sevinçle karşılıyor, kendimi nasıl hissettiğimi soruyor. Onları “anladım” diyerek cevaplıyorum. “Anladım, kedinin neler hissettiğini tam anlamıyla anladım, gerçek cehennemin çektirdiğim acının aynısını yaşamak olduğunu anladım. Ben cehennemi içimde yarattım ve kendi kendime tutuşturduğum ateşin içinde yandım bittim kül oldum. Tekrar oldum, tekrar yandım, tekrar tekrar tekrar.”
“O zaman şimdi cennettesin” diyorlar bana. Evet, şimdi cennetteyim, sonsuz huzurdayım. Bütün kinlerimden, kızgınlıklarımdan, çirkinliklerimden arındım, hazırım. Her şeye tekrar başlamak için zamanımın gelmesini bekliyorum.