Kore savaşı patlak verdiğinde Türk hükümeti Kore savaşına asker göndermenin aslında zor durumda olan bir ülkeyi kurtarma yolu olduğunu kapsamlı olarak açıklamıştır[7]. Din dünyası başta olmak üzere gazeteci, yazar gibi çoğu insan savaşa katılmayı desteklemiş, Türk halkının çoğunluğunun desteğiyle asker gönderilmişti. Askeri bilincin hissiyatı olan vatanperverlik düşüncesi ve kahramanlık duygusu, ülke menfaati ve insanlık barışı için savaşa katılma gerekçesi olmuştur. Milleti var olmayan Almanya’da Yahudi sorununun millet bilincini oluşturmada büyük katkı sağlaması gibi o dönemde Türkiye’nin *bölünerek kaosa sürüklenmiş durumunu çözmek için Kore Savaşına katkı sağlaması azımsanacak bir şey değildir. Türk hükümeti Kore Savaşına asker göndererek savaş halinde olan Kore ve Türkiye’yi özdeşleştirip antikomünist karşıtı ideolojisiyle halkını yanına çekerek sadece başarı elde etmemiş, karışık olan ülke içi siyasetini de çözüp halkla devletin birleşmesine ön ayak olmuştur.
Bu şekildeki ülke ideolojisini gerçekleşmesi için cephede en ön safta duranlar işte bu askerlerdir. Ülkeyle ilgili hayal ve vatanseverliğin gerçekleşmesi olan hırsla uzaklardan Kore’ye uçarak savaşa katılan Yüzbaşı Demir, Birleşmiş Milletler askerlerinin hattını korumak için yapılan çatışmada çok derin bir şekilde yaralanır. Busan’da bulunan İsveç hastanesinde tedavi görür, fakat iyileşmesi mümkün olmayınca Tokyo’daki Amerikan hastanesine nakledilerek ameliyat olur. Demir hayatından daha önemli gördüğü ülkesi için itaati bir kenara bırakıp ister istemez ülkesine geri dönmek üzere yola çıkar. Sakat kalma korkusuyla birlikte memleketine geri dönen Demir, Ankara Gülhane Askeri Tıp Hastanesinde 3ay boyunca tedavi görür. Yüzbaşı Demir savaşta sergilediği cesur hareketinin karşılığı olarak Amerika’dan madalya alır. Demir bedenini feda etmesinin karşılığında savaş kahramanı olarak yeniden doğmuş olur.
Kahramanlık erkeğin içindeki kadını yenmek için yaratılmış bir şeydir. Kahramanlık özelliğini vurgulamak kadının hala var olup mücadelenin muhatabı olabileceğini kanıtlama amacını güden bir teşebbüstür. Tekrar söylersek büyük harflerle* benlik[8]merkezi hiçliğin sınırıyla çarpıştığını reddetmek isteyen bir davranıştır. Sayısız savaş kahramanı yaralanarak ya da ölümle savaşın değersizliği içinde tam yok olacakken onlara madalya verilip, kahraman olarak toplumda yeniden tasnif edilmektedir.
3.SAVAŞ VE ERKEK HİSTERİSİNİN DOĞUŞU
Demir kahramanlığının karşılığı olarak erkekliğini kaybetmiştir. Savaş sonrası sendromu yüzünden iktidarsız hale gelmiştir. Demir’in sahip olduğu histeri semptomunun kendi üzerindeki psikolojik ve ruhsal baskının fiziksel olarak ortaya çıktığı bilinçsiz bir belirti olduğunu söylenebilir. Öyleyse bunların histeri oluşturmasının temel sebebi acaba nedir? Bu askerlerin üzerindeki psikolojik, zihinsel baskının kökeni nedir? Bu toplumumuzdaki babalığın meydana getirdiği logos merkezli toplum kuralıdır. Modern mantık ve bilincin oluşturduğu gerçek olan ataerkil kurallar Demir’in zihinsel travmasının ana gerçeğidir[9].
Demir onu savaş alanına iten annelik=halk arzusunun temsilcisi olduğu için oedipous üçgeninin bir köşesinde yer almıştır. Halkın arzusu doğrultusunda ‘sadık/fedakâr asker’ olduğu için babalık=logos konumuna ulaşmalıydı. Dürüst ve mükemmel bir asker olan babalığın emrini yerine getirmeliydi. Fakat bu logosun düzeninin karşılayabileceğinden fazla bir arzuydu. O babalık=logos tarafından bastırılan benliğini histeri olarak ortaya çıkarmıştı. Erkekliğini yitirip kaybettiği için erkeklik ve kadınlık sınıflandırılması ile hiyerarşisini zerreleştirmeyi* amaçlamıştı.
Babalık=logosun meydana getirdiği ataerkil sistem erkeklikle kadınlığın şiddetli ayrımı ve hiyerarşi ile erkek merkezli toplumsal düzeni güçlendirmiştir[10]. Kadının erkeğe tabiyeti evrensel doğa kanunudur denilerek kadınlar, yoğun toplum ağı içinde mahkûm kaldılar. Kadınların beden ve cinsiyet benliği yine bastırıldı. Kadın cinsiyetsiz ‘anaç anne’ olarak aidiyeti olmalı ya da aidiyetlik olmazsa sistem dışına atılmalıydı. Kadınlık ile anaç anne arasındaki farkı doldurmak öyle böyle kolay bir iş değildi. Seksüel annelik ve yitirilen anaç annelik arasındaki hayali ilişki Demir’in histeri olmasına sebep olmuştur. Bedeninin cinsel benliği doruğa çıkıp isyan etmiştir.
Erkek histerisi olan Demir bunu reddeder. Ülke, baba, savaş, erkek şeklinde bağdaştırılan erkek merkezinin toplumsal düzende çatlaklar oluşturan sınırı olduğu için kadınlığı kazanma niyetiyle kendisi gereksiz arzusunun aslını arzuluyordu. Tarihsel olarak bütün savaşlar ‘yetişkin’ beden ve zihnine sahip bütün erkekleri potansiyel asker ve ülke için hayatlarını feda eden kurban haline getirmiştir. Buna kıyasla kadın, engelli, çocuklar gibi azınlıklar, korunan kişiler olarak resmedilmiştir. Böylesi bir imaj ataerkil erkekliği güçlendirip, erkeğe kadın üzerinde toplumsal otorite vermiştir. Demir bunun için reddedip ‘erkekliğini’ yitirerek histeriyle yeniden doğmuştur.
Erkek iktidarsızlığı sadece tedavi edilmesi gerekli kişisel hastalık olarak görülüp histeri olarak kabul edilmek istenmez. Fakat bu kadınların cinsel duyarsızlığı ile benzer şekilde, erkek histerisini temsil eden bir semptomdur. Bunlar erkeklik/kadınlıkla ilgili öğe kategorisinde kaosa yol açan özellikleridir. Erkek histerileri pasif olup, kadınsı ve aynı zamanda da bağımlıdır. Histeri erkekler bu rolden hoşlanır. İstedikleri gibi zevk alıp ifade ettikleri şey pasiflik değildir. İfadenin kendisi aktifse kendi histerisi aracılığıyla kadın rolü yapıp kadınlık=pasiflik, erkeklik=aktifliğin sınırını yıkan bir davranışa dönüşür. Erkek histeri hastası kendi içinde bulunan kadınlığı öteki haline sokup, bu ötekinin bedenini yok etmeye çalışır. Bu yüzden histeri tedavi yöntemi, ötekinin bedeni olan kadını erkeğin beyninden atmaktır. Erkek histerisi erkeğin içinde kadına ait bir parçanın bulunduğunu itiraf etmesidir. Bedeni beyinden silmeye çalışmak, böyle bir bedenin varlığını kanıtlar. Fiziksel ızdırap sanatsal yeteneğin bir kanıtı olur. Erkek histerisi aklındaki hayali kadına somutsal gerçekçiliği vererek kendisinin yaratılıştan gelen güç, psikolojik biseksüellik ve küçük harflerle(?) benliğini saklamasıdır[11].
4.BASTIRILMIŞ ŞEYİN GERİ DÖNÜŞÜ
Savaş sonrası sendromla iktidarsız hale gelen Demir, Çankırı Piyade Okuluna atanır. Yüzbaşılığa terfi eden Demir bir kez daha devlet tarafından çağrılmıştır. Böylelikle 1960 yılındaki askeri darbe denilen tarihi olaya tanıklık eder. 28Nisan 1960’ta Demir İstanbul’da bulunan bir üniversiteyi kuşatan gösteride görevlendirilir. Sıkıyönetimde boşluk oluşan güvenlik düzenlemesi üstlendiği görevidir. Askeri Mahkemede haberleşme subayı görevini de yürütür. Görevini sağ salim bitiren Demir, askeri darbenin başlıca karakterleriyle yakın ilişkiler kurup, yarbaylık nişanesini alır.
O zamanlar tanıştığı Birlik Gazetesi kadın muhabiri olan Ümit, Demir’in yaşamını derin bir şekilde etkiler. Ümit ilerleyici ve batı tarzı düşünceye sahip olan aktif bir kadındır. Ümit ‘Birleşmiş Milletler askerleri Kore Savaşına katılma sebebini biliyor muydu acaba?’ başlıklı röportajı hazırlayıp, bilgi toplamak için Demir’le mülakat yaptığı sırada ikisi yakınlaşır. İkisi arasındaki aşk tomurcuklanır fakat bunların sevgisi cinsel aşka yönelemez. Erkekliğini yitirmiş olan Demir için o kadınla yaşadığı aşk entelektüel ve düşünsel ilişkinin ötesine geçemez.
Demir aslında kendi Oedipus üçgeninde bulunuyordu. Fakat annelik, babalık üçgen ilişkisi içinde kendi cinsel varlığı olan erkeği kaybedip babalık=logos olacak şekilde baskı altına girmişti. Bunların oedipusunun tek üçgende toplanamaması, anaç annelik ve seksüel annelik olmak üzere anneliği 2 kişiye ayırdığı için babalığın tek bir kadınla eşleşememesindendir. Bu ayrım logos olan erkeğin dünya ile ilgili kendisinin tekelcilik yöntemine göre kadını formülize eden aşamadan kaynaklanan, savaş sonrası sendromundan kaynaklanmaktadır. Hayali anne kendisinin formülize edemediği hayali benlik ve tatmin olmadığı isteği histeriye dönüştürür.
Demir’in sevdiği kadın olan Ümit onun histerisini tedavi etmek için çaba harcar. Fakat daha kadında kendisinin histeri denilen gerçeğini fark edemez. Demir’le aynı şekilde o kadın da formülize edemediği hayali benliğin histeri ile yer değişebileceğini fark edemez. Kadın Demir’in saç şeklini, giyiniş tarzını ve havasını değiştirmesinde başarılı olmuştur fakat kaybettiği cinselliğini iyileştirmede başarısız olur.
Ümit de aynı şekilde cinsel benlik olarak kadınlığını yitirip babalık=logos için hizmet eden biridir. Oedipous üçgeninin bir köşesinde sosyalizm denilen düşünce ve babalık=logos yer almaktadır. Demir’e göre ülke ve halkla ilgili hayal olarak öteki (Other)*, liberal ülke kurma ideolojisi ve askerlik bilincini gerçekleştirme ise, Ümit için ise öteki*sosyalizm ideolojisidir[12]. Ümit daha önce aşk acısı yaşamıştır. Sevdiği insanı kaybetme sarsıntısı psikolojik ve zihinsel baskı yapıp histeri semptomunu oluşturur. Sosyalizm ideolojisi için kurban olan nişanlısının ruhu hayalet olup dolaşmaktadır ve kadının hayali benliği bunun içinde hapistir. Sonuçta o kadının tatmin edilmeyen arzusu histeri ile yer değiştirmiştir.
Demir’e gerekli olan şey hayali benliği çekip ortaya çıkaracak tedavi yöntemidir. Fakat tedavi beklenmedik bir şekilde başkasının yardımıyla olur. Yazdığı köşe yazısı güvenlik kanununu ihlal ettiği gerekçesiyle Ümit tutuklanır ve bu karışıklıktan kaçmak isteyen Demir, Suat’ın evine sığınır.6aylık konaklama ücretini ödeyip ona verdiği evde Demir, ev sahibi Suat’a ilgi duymaya başlar.
Demir anaç annelik ve seksüel annelik arasındaki yol ayrımında güçlü bir şekilde sarsılır. Fakat bedeninden coşan cinsel benlik ve seksüel annelikle ilgili tutkusu onun Suat’a karşı yoğun arzusu duymasına sebep olur. Demir bunu reddedemez. Bir gün aniden anlaşılmaz bir güçle dolup Suat’la sevgisini paylaşıp, uzun süredir unuttuğu erkekliğini onunla bir gece geçirerek geri kazanır. Kadının güzelliği ve saflığı Demir’in uykudaki cinsel benliğini uyandırmıştır. Histeri *evlat Demir başka birinin eşini çalarak kimliğini bular ve tedavi olur. Fakat başkasının eşiyle duygu bağı kurmanın suçluluk duygusu ve sevgilisi Ümit’e ihanet etmesinin ıstırabını çeker.
Suçluluk duygusunu içine gömüp, hemen Ümit’e evlenme teklif eder. Uzun süredir bekârlık süren Ümit hapis hayatında harap olduğu için midir bilinmez ama kadın nihayetinde ‘Evlene biliriz gibi görünüyor.’ der. Suat aracılığıyla histeriden kurtulup, yarbaylığa terfi eden Demir, babalık= logos olmak için bütün hazırlığını bitirmiş durumdadır. Babasının kucağına geri dönen Demir için artık geriye kalan tek şey mükemmel bir asker olarak babalık koltuğuna oturup görevini yürütmektir. Fakat bu haldeki Demir’den farklı olarak hala daha hapishane ve sarsıntı içinde histeri olarak kalan Ümit’in birleşeceğinin mümkün olup olamayacağı bilinmez. İkisinin ilişkisinde Demir’in temsil ettiği sınıf ve dönemsel hayal son rolü oynar. Kadını anneye dönüştürmenin gerekli olduğu hayal yüzünden Ümit, hayali kadınlığın duygusal gerçeklik olabilecek şekilde bir ideolojiye dönüşmelidir. Cinsel benliği yok edilmiş bir halde ideolojiye dönüşen Ümit yine histeri olarak kalmıştır.
Onlar herhangi bir engel olmadan evlilik sistemine dâhil olduklarında yeni bir oedipous üçgeni oluşturacaklardır. Fakat bunun sorunu çözmede yardımcı olması zordur. Ondan daha önemli olan şey Demir’in Ümit’in içinde bulunduğu anaç annelik ve seksüel anneliğin mutsuz bir şekilde ayrılmakta olduğu durumda köprü kuran sorun giderici rolünü mükemmel bir şekilde yerine getirip getirmediğidir. Oedipous üçgeninin ötesinde bir şeyi oluşturma gücü Demir’in küçük harfle benliğine kalan bir iştir. Yine bu sorun çözümüne yardımcı olacak net bir anlatım olmadan roman sonlanır.
Demir’in küçük harf benliği buna göre tam değildir fakat daha duygusal fiziksel ve gerçekçi büyük harf benlikle kendini değiştirebilmek için yok olduğu takdirde yine Ümit’in tedavisi mümkün olmayacaktır. Çünkü Demir sahte eros ile sahte cinsel varlığı oluşturan düşünceye yakalanırsa anaç annelik ve seksüel anneliğin ayrılığın maalesef bitmeksizin devam etmesi gerekmektedir. Demir’in cinsel benlik için var olup olamayacağı bilinmez. Öyle de olsa logos=devletle ilgili karşıt duygularla içsel ayrım ve bedensel isyanı tecrübe eden Demir, logos=ülkeye ulaşmak için kendisinin yaratılışsal güç ve küçük harf benliğinin tamamını ortadan kaldıracak gibi görünmemektedir. Çünkü Demir savaşı yaşayıp histeri olarak tedavi sürecinde farkına vardığı kendi hali ve biseksüelliğin iyileşmesinin, çağdaşçılığı yenip erkeklik karşısında ezilen toplumu uyumlu bir şekilde yeniden inşa edilebileceği asıl yol olduğunu önceden kavramıştır.
- ÜLKE, HALK DENİLEN İSMİN FANTASTİK KESİŞMESİ
Demir’in erkek histerisi logos=devlet yüzünden ortaya çıkan bir şeyse, ülke ya da anavatan ülküsü hakkındaki hayali kim içindi acaba. İşte bu ötekiler için, ya da toplumun sembolik yapısı içinde kurulmuş olan benlik ideali içindir. Özne, benlik ülküsü ile kendini özdeşleştirip, kendi göstermek istediği şekilde kendini görür. Bu açıdan bakıldığında, Demir için öteki, ideal liberalizm ülkesini kurarak, askerlik şuurunu ortaya çıkarmaktır. Toplumun sembolik yapısı içinde onun özdeşleştiği nokta, direk ülküyle uyumlu olup gerçeği yeniden yapılandıran yaratıcı olarak kendisini ifade ettiği noktadır. Anavatana olan sevgisi birincil olarak Kemalizm’in ilkesine duyduğu sevgidir ve bu sevgi onun uzak ülke topraklarında başlayan savaşa gönüllü olmasına vesile olmuştur. Demir o zamana kadar ötekilerin sadece sembolik kurgudan öteye geçmediğini kavrayamamıştır. İnsanlar ise bu kurgunun onların hayal gücüne göre daha büyük gücü olduğunu bilmez[13].
Gücün kullanımı ya da savaş erkekliğin kanıtlanmasından ortaya çıkar. Yani, erkekliğin uygulaması olarak kabul edilen militarizm ya da milliyetçilik toplumun askerileşmesini harekete geçirip güçlendiren ideoloji olarak etkin hale gelir. Savaş, militarizm ya da milliyetçilik ideolojisinin karşılıklı ilişki kurarak tam olarak toplumu askerileştiren temsili bir örnektir[14]. Savaş ülke ve halk arasında ihtilaf şeklinde çıkar diye bakıldığında, devletçilik ya da milliyetçiliğin kurgusal bir ideoloji olması gibi, savaş da kurgusaldır. ‘Ülke ve Halkı İçin’ gerekçesini öne süren savaşın aslında kimin için olduğu sorusunu ortaya atmak bu sebeple gereklidir. Fakat en önemli şey özne için *öteki olarak algılamakta olan devletçilik ve milliyetçiliğin kendisi olmayıp, sembolik düzeninde yine delinmiş ve lekelenmiş olduğu bir gerçektir. [15]
Bütün savaşlar ülke adına, millet adına gerçekleşir. Ülke ve millet adına insana yönelik kitlesel cinayet ve tecavüz gibi her çeşit şiddeti mantık çerçevesine Devletçilik ya da milliyetçilik içinde kadının bedeni, düşmanı kadınlaştıran, düşmanın onurunu kirleterek son darbeyi vurup aynı anda bu şekildeki savaş aracılığıyla fetih olayını mantık çerçevesine sokan bir araç olarak kullanılır. Sonuçta kadınlık hâkimiyet ve düzenin hedefi olur. Milliyetçilik ya da devletçilik ataerkil sisteme ihtiyaç duyup, ideoloji olarak cinsiyet hiyerarşisi güçlü bir şekilde ortaya çıkar. Devletçilik, milliyetçilik, militarizm denilen ideolojilerin oluşturduğu erkek koruyucu/ kadın korunan rolü ve statüsü kadına yönelik hâkimiyeti mantık çerçevesine sokar. Milliyetçiliğin tipik olarak erkekleşen anılar, erkekleşen aşağılama ve erkekleşen umuttan ortaya çıktığına dair analiz bunu gösterir. Fakat böyle bir milliyetçilik ya da devletçilik kolay bir şekilde aileciliğe (familism) dönüşebilir[16].
Babalık=logostan kaynaklanan ataerkil sistem kendi kuralları içinde başka mevki ve kategoride sınıflandırılmış pek çok insan için bir o kadar da baskı ve boyun eğmeye sebep olur. Birçok kadın kendine diretilen anaçlıkla kendi asıl benliğini bir yerlerde sımsıkı saklamış, erkekler babalık=logos olma gerekliliği ile kendi benliklerini eskimiş bir ayakkabı gibi fırlatmıştır. Bunların saklanmış ve bir kenara atılmış benlikleri, güçlü bir şekilde yeniden ortaya çıkmıştır. Onlar bastırılmış arzu ve benliklerini histeri şeklinde yeniden canlandırmıştır. Bu yüzden kendi varlıklarını dünyaya bildirip, birileri tarafından kurtulmayı arzularlar. Onların histeri merkezinden bastırılmış öteki*nin ‘kadınlık’ özelliği geçer. Kadınlığın sonsuz güç babalık=logos tarafından uzun süreli ve sistematik şekilde imhası sonucu, cinsel varlık olarak insanın *biseksüelliği duracağı yeri kaybetmiştir[17]. Kadının yıkılışı yavaş yavaş cinsel var olmanın tamamen yıkılması anlamına gelir. Erkekler kendi içinde bulunan kadını kaybederek kendi varlıklarının bile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. En sonunda ortaya çıkan sonuç ise erkek histerisidir. Babalık=logosun kural ve sisteminden sıyrılmak için durmaksızın mücadele edip, unuttuğu kadınlığı bulmak için sürekli avare avare dolandığı müddetçe bu gerçek bir histeri olacaktır.
Sadece Demir değil, o dönemin birçok erkek kendilerinin oluşturduğu kontrol ve hâkimiyetin silahı olan erkeklik denilen devasa bünyenin altında ezilerek acı çekmektedir. Onlar artık omuzlarında yorgunluk veren aşırı sorumluluk ve görevin yükünü atmak için mücadele başlatmıştır. Hakları ve cesaretlerinden vazgeçmek yerine yorgunluk veren ağır yükü kadınlarla bölüşen erkekler ortaya çıkmaya başlamıştır. Omuzlarındaki yükü atıp kendi içlerinde sakladıkları kadınlığı keşfetmeye başlayan erkeklerde birer ikişer artmaktadır. Bu tabii ki uzun süren mücadele veren kadınların savaşımın bir sonucudur. Fakat bu öte yandan erkeklerin kendi oluşturdukları kontrol sisteminde kendi kendilerine olan bastırılmışlığı zor bir şekilde açığa çıkarmaları anlamına da gelir. Erkekler onlarında bilmediği kadınlığı elde ederken yeni ‘insan’ olarak tekrar doğma sancısını yaşamak zorundadırlar.
Yazar 1950’deki Kore Savaşı ve 1960’ta Türkiye’deki askeri darbeyi uluslararası ve ülke içi savaş denilen, savaş mekanizması olarak görür. Yazar, Kore Savaşında olduğu gibi 1960’daki darbede de ülke olan babalık=logosun savaş aracılığıyla getirdiklerinin ne olduğunu sormaktadır[18]. Hikâyenin kahramanı Demir, Kore Savaşına katılma konusunda ‘Başkalarının ülkesine kadar gidip savaştım. Başkalarının yararı için savaştım. Benim bedenimi iyileştirmem, sonuçta başkalarını yaraladı’ diye aklından geçirir[19].
Savaşla babalık=logosun düzen ve sisteminden kurtulmak için mücadele veren Demir’in millet ve ülke denilen ötekinin*bakış açısından kurtulması, o hayalle kesişen kendi yokluğu ve oluşan çatlakla yüz yüze gelmekle mümkün olacaktır. Ancak o zaman histerik kişiler Oedipus üçgenini yıkıp babalık=logos sisteminin her yerine nüfuz ederek son galip olabileceklerdir.
- SONUÇ
Bu eser Kore Savaşı’nda BM askeri olarak savaşa katılan karacı bir subayın yaralanarak ülkesine geri dönmesi, tedavi olup iyileştiği halde savaş sonrası sendromu ile erkekliğini kaybetmesi hikâyesinden yola çıkar. Savaşın verdiği yaraların kapanmasından da önce, askeri darbenin ortasında kalan roman kahramanı bir kez daha iç savaşı yaşar.
Demir’de görülen histeri semptomunun, kendisini ezen psikolojik, zihinsel baskının fiziksel olarak açığa çıktığı bilinçsizlik semptomu olduğu söylenebilir. Erkekliğini kaybetme semptomuyla hayalindeki kadına gerçekliği bahşederek kendinin yaratıcı güç, psikolojik biseksüellik ya da küçük harflerle benliğini iyileştirme çabasındadır. Cinsel varlık olarak erkekliğini sonlandırıp, babalık=logos olma baskısı gören Demir Ümit’e âşık olur fakat erkekliğini geri kazanamaz. Aslında onu iyileştirebilecek şey seksüel annelik işlevini üstlenen Suat’tır. Suat aracılığıyla histeri semptomundan iyileşen Demir yarbaylığa terfi eder. Artık Demir babalık=logos olmak için gereken bütün hazırlıkları bitirmiştir. Fakat yine millet ya da ülke denilen öteki*nin hayali için küçük harfle benliği bitiremeyeceği anlaşılmaktadır. Çünkü zaten histeri olan Demir ülke ve millet denilen hayalin ötesinde kendi içinde taşıdığı küçük harf benliğin çağrısıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu çağrı aracılığıyla şimdi tam tersine acı içindeki sevgilisi Ümit’le beraber olup onu tedavi etmeyi amaçlar.
Erkekler babalık=logos olmalarını gerektiren hiçlikte gerçek benliklerine son vermiştir. Ayrıca, millet ve ülke ideolojisi ile dünyayı da savaşın içine sürüklemişlerdir. Fakat savaşı reddeden erkekler histeri olup bastırdıkları arzu ve benliklerini histeriye dönüştürerek bunu dünyaya ilan etmiştir. Bu, erkek histerisidir. Onların histerisinin merkezinde bastırılmış öteki olarak ‘kadınlık’ vardır. İçlerinde bulunan ‘kadın’ı tekrar canlandırmak adına baba, kural ve sistemden sıyrılmak için bir adım ilerleyebildiler.
Bu romanın yazarı Attila İlhan babalık= logos sistemi içinden sıyrılmak için mücadele verip, bastırılmış benliği ve kaybettiği kadınlığı bulmakta acı çeken Demir aracılığıyla savaş, millet ve devletçiliğin kurgusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu eseri Koreli olarak kendimize daha da yakın hissetmemizin sebebi sadece Kore Savaşı’nı bizzat yaşayan yazarın bakış açısı ve deneyimi değildir. Küresel köy olan dünyanın her yerinde durmaksızın savaşların sürdüğü bugünü tersine çevirmek için yapmamız gerekeni ve barışın anlamının ne olduğunu görmemize yardımcı olur. Bu yardım başka şeyden ziyade erkeklerin kadınlığı geri bulması ve kendi cinsiyetine ters düşen boyun eğme yüzünden histeri olmasının çağdaş yansımasıdır. Erkeğin kendinden kaynaklanan içinde patlak veren karşı koyma ve direniş bir an engellenemez duruma gelip logos sisteminin kendisini tehdit eder duruma gelirse, işte o zaman belki de dünyada savaşlar yok olabilir. Yazar Attila İlhan’ın bize gösterdiği, savaşın merkezinde bulunan bir subayın karşı çıkma, direniş ve içsel yaşadığı bölünmenin çıkış noktasıdır. Erkek histerisine aracı olan bastırılmış duyguların geri dönüşünün savaşa karşı koyma ve barışın habercisi olarak okunma gerekliliği işte buradadır.
◈Kaynakça
강정구, 「베트남전쟁과한국전쟁의비교연구」, 사회과학연구제4호, 1997.
김동춘, 전쟁과사회, 돌베개, 2000.
김현아, 전쟁의기억, 기억의전쟁, 책갈피, 2002.
140 오은경
사이드에드워드, 박홍규옮김, 오리엔탈리즘, 교보문고, 1996,
서재만, 「한국전쟁이중동지역에미친영향」,국제문제제10권6호, 1979.
송승철, 「베트남전쟁소설론: 용병의교훈」, 창작과비평, 제21권2호, 1993.
양석원, 「탈식민주의와정신분석학」, 비평과이론, 제5권2호,
오세영, 「한국전쟁문학론연구」, 인문논총제28호, 서울대학교, 1992.
이명재, 「전쟁과한국전쟁의문제점」, 문학정신제54호, 1991.
이임하, 「전쟁이끝나도여성에게평화란없다: 1950년대‘전쟁미망인’의삶을중심으로」, 전쟁과여성제3호, 2003.
이완범, 「중국의한국전쟁참전: 중국-러시아자료의비교를중심으로」, 정신문화연구,
제23권제2호, 2000.
임헌영, 「문학작품에나타난한국전쟁」, 새교육452호, 1992.
살레클레나타, 이성민옮김, 사랑과증오의도착들, 도서출판b, 2003.
지젝슬라보예, 이수련옮김, 이데올로기라는숭고한대상, 인간사랑, 2002.
폰브라운크리스티나, 엄양선· 윤명숙옮김, 히스테리:논리, 거짓말, 리비도, 여이연,
2003.
폰클라우제비츠, 허문열역, 전쟁론, 동서문화사, 1981.
And, Metin, “Dünyada ve Türkiye’de Kısa oyunlar”, Ankara: Türk Dili, Temmuz:8,
1969.
Attila, Osman, “Türk Kahramanlık Şiirleri Antolojisi”, Ankara: Ak Yayınları,
İstanbul 1986.
Aytaç, Gürsel, “Çağdaş Türk Romanları Üzerinde İncelemeleri”, Ankara:
Gündoğan, 1990.
Bhabba Homi k., “Interrogating Identity”, TheLocation of Culture, London. 1994.
Bener, Vüsat. O, “Siyah-Beyaz”, İletişim Yayınevi, İstanbul 1993.
Berkok, Ismail, Kore Kahramanı, Genel Kurmayı Basımevi, Ankara 1952.
Bezirci, Asım, Halkımızın Diliyle BarıṣṢiirleri, Su Yayınevi, İstanbul 1986.
Binyazar, Adnan, “Pirinçler Yeşerecek Hakkında Eleştirisi”, Ankara: Türk Dili 214,
Temmuz:24, 1969.
Bora, Cemal, Kore Destanı, Anadolu Matbaası, Izmir 1951.
EnloeCynthia, “Nationalismand Masculinity,” BananasBeaches&Bases, Berkely
LA: University of California Press, 1989.
Erkmen, Ṣeyfi, Kore’den Geldim, Ege Matbaası, İstanbul 1991.
Ertürk, Kemal, Kore Şafaklarında, Sultanahmet Erkek Sanat Enstitüsü Matbaacılık
Bölümü, 1952.
Frat, Pat, Korkunç Kore geceleri, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1953.
Güventürk, Faruk, Kore’de Kutup Yıldızı, Gün basımevi, İstanbul 1954.
Hikmet, Nazım, Yeni Ṣiirler, Adnan Yayınları, İstanbul 1987.
, Son Şiirler, Adam Yayınları, İstanbul, 1987.
İlhan, Attila, Yaraya Tuz Basmak, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1982.
전쟁, 국가, 남성히스테리141
Lentin, Ronit (ed.), Genderand Catastrophe. New York 1997.
Ilaydın, Hikmet, Türk Edebiyatında Nazım, Ṣulh Garan Matbaası, İstanbul 1961.
Karpat, Kemal, Çağdaṣ Türk Edebiyatında Sosyal Konular, Varlık Yayınevi,
İstanbul 1971.
Kurdakul Şükran, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, p.331.
Lee, Chan, Korea Geographical Perspectives, Seoul (KoreaEducational
Development Institute) 1990.
Macdonald, Sharon / Pat Holden / Shirley Ardener. Images of Women in Peace
And War, London 1987.
Püskülüoğlu, Ali, Yeni Türk Tiyatrosu, Nokta Yayınları, Ankara 1969.
Saywell, Shelley. Women in War. Markham, Ont: Viking 1985
Turgut Cemal, Kore Destanı, Müdafi Matbaası, Samsun 1952.
Türkben, Attila, Kore Gazi ve Ṣehitlerine Destanı, Buket Basımevi, Ankara 1951.
Yaṣnar Dursun, Kore’de Gorülen Dava, Güven Basımevi, İstanbul 1951.
Yüce Ali, Ṣiir Tufanı, Üçbilek Matbaası, Ankara, 1989.
[1]Von KRİEGE, Çeviri Ryu Ce-sıng, Savaş Teorisi, Kitap Dünyası, 2002, syf 52-53.
[2]Attila İLHAN (1925- 2005)şair ve yazardır. Menemen doğumludur. Atatürk Lisesi 2.sınıftayken zorla ceza kanununun 141. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle okuldan atılmıştır (1941). Bundan sonra dava sırasında okula gitme durumu iyileştikten sonra tekrar Işık Lisesine kayıt yaptırdı (1944). O süre boyunca hukuk fakültesine gitti (1946- 1949). Askere önce ve sonrası üç kez ziyaret ettiği Paris’te 6 yıl kadar yaşadı. (1949, 1951-52, 1962- 1965). Günlük Demokrat İzmir yayın evinin başyazarlığı ve Bilgi Yayınevinin genel yayın yönetmenliğini yürüttü (1973- 1979) . CHP şiir yarışmasında birinci olarak edebiyat dünyasının gelecek vaad eden bir yazarı olarak dikkat çekti (1946). Bunu takiben günlük ve edebiyat dergilerine şiir ve eleştiri vererek başarı elde etti. Atilla İLHAN şiirlerinin öğretisini rutin yaşamın soruları olan özgürlük ve barışın idealizm görüşüne uydurup toplumsal realizmle ilgili gelecek hakkında iyimser romantizmin yükseldiği bir eser olarak atfedilir. Nazım Hikmet’in estetiğe etkisini aldığı için halk şiiri renklerini işlediği eserleri de çok yazmıştır. Türk edebiyatı kendinin bağımsız tarzına öncülük edip, kişisel boyuttan toplumsal boyuta ulaşmaya kadar geniş çaplı sorunları ele almada benzersiz bir yazardır. Bir yönüyle modern tarihi tekrar canlandıran roman içinde özgürlük sorunuyla yüz yüze gelen kahramanlık, cinsel krizin üstesinden gelen kahramanı oluşturmaya yoğunlaşmıştır. Temel eser olarak ‘Tutuklunun Günlüğü, 1973’, ‘Sırtlan Payı, 1974’ gibi eserleri vardır. Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, p. 331.
[3] Türk Edebiyatında Kore Savaşı Edebiyatı oluşumu üzerine birkaç tane çalışmam olmuştur. Türk hükümetinin BM dâhilinde asker göndermesi ile Kore Savaş Edebiyatının oluşumu ve türlerine göre özellikleri konusundaki çalışmalarım şu şekildedir.
‘Kore Savaşı ve Türk Edebiyatı’, ‘Kore Savaşı ve Dünya Edebiyatı’, Kore Bilimleri Doküman Arşivi, syf 2003, 263-290.
Savaş edebiyatı olarak Türk Kore Savaşı Edebiyatının özelliği hakkında, ‘Türk ve Kore Savaş Edebiyatı’, Bilinç Kültür Araştırması dergisi cilt 26, 1.bölüm, 2003, syf 205-223.
Eser sayısının en çok olduğu Kore Savaş şiirleri analizi, ‘Kore Savaşı ve Türk Şiirleri Araştırması’, Uluslararası Dil Edebiyat dergisi, 28. cilt, 2003, syf 178- 207.
Savaşa katılan askerlerin deneyimleri temel alınarak sergilenen fuhuş kadınlarını işleyen eser analizi olarak, ‘Türk Kore Savaş Edebiyatında Ortaya Çıkan BM askerlerinin Savaş Algısı ve Fuhuş Kadınları’, Karşılaştırmalı Edebiyat Dergisi, 36. cilt, 2005, syf 167-187.
Kore Savaşı konusuyla yapılan eserler Türkiye’de ‘Türk Edebiyatında Kore Savaşı’ olarak kitap halinde yayınlanmıştır.
[4] Aile anne, baba, ülke aile üçgeni içinde sıkışmıştır ve bunda belirleyici rolü oynayan şey tam da Freud’un sıcak aile birliğidir. Bunu destekleyen hipotez Oedipus sistemi ve sürekli döngü sistemidir. Sıcak aile birliğinin mümkün kılan hipotez oedipus sistemini geçene kadar pozitif var olmuş olan bebek oedipus aşamasını geçerek, anneye karşı olan sevgisinden vazgeçmezse döngüye maruz kalacağı korkusu yüzünden sevgisinin temeli anneden vazgeçip kadın ya da erkek olarak doğmanın sıcak aile birliğinin merkezidir. Burada ensest ilişkiyi tabu olarak oluşturan babanın yöntem, uygarlığın kuralında gizlidir.
[5]Coole, son zamanların temeli olan karşı cins, bilgi gibi kavramların zaten cinsiyet ayrımcılığı kavramından doğduğunu vurgular. Diana Coole, Politik Teoride Kadın,: Eski Kadı Düşmanlığından Modern Feminizme, Hertfordshire: Hasatçı (2nd Ed.), 1993, syf 197.
[6]Peterson son zamanlarda(çağdaşlık) cinsiyetin toplum bünyesi, erkeklik ve kadınlık olarak farklılaşan cinsel ayrımın süreci olarak söyler. SpikePeterson, ‘Tramsressing Boundaries: Theories of Knowledge, Gender and International Relations’ Millenium 21(2), 1992, p. 197
[7] O zamanlarda Türkiye Eski Sovyetler Birliği’nin tehditi ile ekonomik yönden baş etmek için Amerika’yı da kapsayan acil bir batı yardımı talep etti. Asker o nitelikte olmasa da Türk hükümeti asker gönderme girişiminden sonra, 1951 yılında NATO’ya üye oldu.
[8]Büyük harfle benliğin (?) mükemmelliği ile ilgili hayali, sonsuz ve sınırsız ihtimalli destekleyenlerin erkek ya da kadın olarak cinsiyet ayrımı yoktu. Bilinç oluşum olup, kendi kendine bir sanı değil madde olmak için küçük harflerle benliğin (?) çökmesini talep eder. Bu benlik logosu yöneten erkekle kadının, sembolünde yetki alanına giren benlik olarak söylenebilir. Küçük harflerle benlik Gödel’in teoremi ile ilgili algı, kendini öldürmek ve herhangi bir belirleyici cinsiyete ait olmanın dışında başka çarenin olmadığı benliktir. Kristina Von Braun, Çeviri Om Yang-son, ‘Histeri: Mantık, Libido, Yalan’ , Yo Lee-yon, 2003, syf 14-15.
[9]Psikoanalitik olarak histerinin tarihini kapsamlı bir şekilde tartışan Von Braun kadın histerisini harfle kayıt eden erkek logosunun kurallarını reddeden beden dilinin gerçeği açık bir şekilde aydınlatır. O kadın üzerinden konuşursak logos olarak söylenen modern ülkü, erkek merkezinin geniş anlatımlı harfleri ve temeli, mantık denilen bilincin silahı olarak doğa, beden ve varlık gibi şeyler bastırmaktadır. Bilinç ve varlığı zorla ayırdıktan sonra, varlığı kadın için şiddet olarak atfettiği için kendi baskınlığının kurulmasıdır. Doğa ya da bedenle eşdeğer olan kadın, erkeğin asıl kuvvetinin diğer tarafı olup tarih, ‘his’tory nin alanı olarak yok oldu. Bu şekilde bastırılan kadınlık arzusu bedensel semptom olarak ortaya çıkan fenomen doğrudan histeridir. Logos= rasyonalite zaferinin ifade edildiği 19 yüzyılda batıda kadın histerisi hastalığı üçgenin o köşesine ulaştı. Zorlama ya da bayılma, nefes almada zorlanma gibi nefessiz bırakan histeri semptomu logostan kaynaklanan baskıyla ‘benlik yok’luğu aşamasına iterek kendisinin varlık semptomunu oluşturmaya niyet etti. Bu biraz bilgiyle yönetilen beden dilidir. Böyle büyük eylemlerin fazlalaştıran histeri semptomları logos= ülkünün mükemmel zaferin meydana geldiği 19.yüzyılı geçerek giderek körleştirdi. Cinsel benliğin kadını giderek logos= babalığın tekrar anaç annelik olarak(?) çağrıştırdığı zamanlar aynıdır. Fakat bu şekilde cinsel varlık olan kadının yok olması ‘anne’ liğin kadını kendini cinsel varlık olan erkekte yok edip onun oğluyla değişmesine sebep olur. Cinsel varlık olan kadın anneye dönüşünce erkekte başkalarının (?) kaybedişiyle ve ondan kaynaklanan cinsel varlığın kaybıyla acı çekmeye başlar. Erkek histerisinin patlak vermesi o andan itibarendir. Her şeye gücü yetip tam olan erkek denilen logos efsanesinin, erkeğin stratejik noktasının aleyhine döner. Artık histeri kadın, erkek ayırt etmeksizin tıbbi semptom olmayı aşıp çeşitli dönüşüme tanıklık etmektedir. Bir önceki kitap, syf 280.
[10] ‘Kadınlık’ denilen terim tartışmasının sahip olduğu pek çok hassas olan kavramdır. Batı kültürel tarihi cinsel varlığın insanlığı nasıl imha ettiği aşamasını Brown’un görüşüyle tekrar bakacak olursak, kadınlık denilen kavramın 2 anlam taşıdığını görebiliriz. Cinsel benlik insanın sahip olduğu kadınlık, erkeklikle toplumsal kültür olarak inşa edilmiş yapay imajın kadınlık, erkekliği o dur. Bu makalede ‘kadınlık’ elektronu cinsel benlik olarak insanoğlunu iyi inşa eden sonuncu anlam olarak kullanılır.
[11] 1. Dünya Savaşı’nda erkekler savaşı reddetme semptomu göstererek savaş vazifesini reddetti. Kadının değişen histerisinden farklı bir şekilde zihinsel travmadan kaynaklanan histeri olarak söylendi. Fakat savaş histerisi savaşı kışkırtan ülkenin askerlerinde daha baskın bir şekilde ortaya çıktı. Çünkü manasız bir savaştı. 2. Dünya Savaşı esnasında Hintli askerlerde çok ortaya çıktı. Onları savaş alanına gönderen annelik=halk onları zerre haline dönüştürdü. Askerlerin küçük harfle benlikleri savaş ağrıları belirtileri hasta bedeninde ölüme direnip savaştı. Bir diğeri muhteşem annelik =halkın göğsünde algısı kaybolan psikolojik ölümdü. Bu esnada ölüme karşı direnç için erkek histerisi meydana geldi. Savaş her zaman vardı. Fakat erkek savaş ağrısı semptomunun özellikle 19. Yüzyılda bulunmasının sebebi neydi acaba. Sadece erkeğin erkeksi, erkeklik yanılsaması değil, aynı zamanda kendisinin var olmadığı boşluk olarak da meydana gelmiştir. Erkeğin bunun gibi fiziksel değişme semptomu erkeklik histerisi olarak görülebilir. Bir önceki kitap, syf 328-369.
[12]Lacan’ın kullandığı ‘öteki’ kavramı temelde dil ve konuşmanın sembolik kuralını belirleyen tek bir anlam taşımamaktadır.
[13] Renata Salecl, ‘Aşk ve Kinin Varışları’, Çeviri Lee Song-Min, Doso Yayınevi, 2003, syf 131-168.
[14]Cynthia Enloe, ‘Milliyetçilik ve Erkeklik’, Bananas Beaches ve Bases, Berkely LA: Kaliforniya Üniversitesi Yayınevi, 1989, syf 19-42.
[15]Lacan konusu bölünmüş olup, olağan dışı resmedilip, oylama zinciri arasında eksikliği ve özdeşleşen gerçek çok fazla olsa da iyi bir şekilde bildirdiği bir gerçektir. Fakat Lakan kavramının en besleyici boyutu bu gerçeği bildirdiğinde var olan şey değil, sembolik kural da herhangi bir esasın mümkünsüzlüğünden kaynaklanan olağan dışı resmedilme ve herhangi bir mümkünatsız travmatik öz, merkezin yokluk merkezi olarak yapısallaştığı yönü aydınlatmaktadır. Ülkü de böyle bir yokluk olmazsa, ülkü kapalı bir yapıda olup, konu için bildirdiği sadece mümkün olan ülküsünün içinde mükemmel bir yabancılaştırma olacaktır. Bunu takiben konu olarak yapılan Lacan ayrımı olarak bilinen türün, ‘talsovö’ yü başarılı kılan ülküsünün içindeki böyle bir yokluktur. Bu tabiî ki de kendi dilindeki engelden kaynaklanan amaç/nesne? Ve sonsuz ayrılmış olma deneyim anlamında değildir. Bu amaç ülkünün kendisinden de ayrılmış olup, ülkünün de ‘ona sahip olamayıp’ diye kesin bir cevabı yoktur ve tekrar söylersek ülküde engelden kaynaklanan bir engelleme olup bunu takiben arzu denilen gerçeği, ülkünün arzusunun da var olduğu gerçeği konu deneyimi anlamında bu şekildedir. Slavoj Zizek, Çeviri Lee Su-ryeon, ‘İdeoloji Denilen Asaletin Temsili’, İnsan Sevgisi, 2002, syf 213-214.
[16] Almanya da Yahudi karşıtlığının meydana gelmesi, alman ulusal toplumculuğun meydana gelmesiyle yakından ilişkilidir. Ayrıca milliyetçilik düşüncesiyle de bağlantılıdır. Diğerlerinin aksine milleti olmayan Almanya da Yahudi sorunu halkı yönlendiren önemli bir mesele oldu. Yani, entegre olmuş halk büyük harfle benliğin (?) yapay büyük harflerle benliği(?) gerekli olarak gördüğü söylenip, yapay Yahudiler ile ilişkili bir oluşum olduğu için ilk olarak kimliğini bulması/ kendini kanıtlaması gerekiyor gibiydi. Ülkenin doğuşu çağdaş bir görüşü gerekli hale getirdi. Kadının anne olarak değişmesi gerekli olup, hayal dünyasındaki kadın duyusal gerçeklik olabilecek bir düşünce olarak değişmeliydi. Bir önceki kitap, syf 381-431.
[17] Christina Von Braun, syf 330.
[18] Atilla İlhan, Yaraya Tuz Basmak, Bilgi Yayınevi, syf 516.
[19]Ibid, syf 528.