Onun özellikle çocukluğunu geçirdiği kültürel ortam, geleneksel halk anlatılarının zenginliğiyle ünlü Dede Korkut diyarıdır. Daha okula gitmeden okuma yazmayı öğrenmesi ve köy odalarında dinlediği, sonra da kendisinin okuyarak dinlettiği Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Ferhat İle Şirin, Leyla İle Mecnun, Kerbela Vâk’ası, Hazreti Ali Cenkleri… gibi halk hikâyelerinin kültürel atmosferi, Kaftancıoğlu’nun derlemeci, hikayeci ve romancı kişiliğinin şekillenmesindeki unsurların başında gelir. Yadsımamak gerekir ki, çocukluk döneminin belirleyici öğeleri olan bu anlatılar, onun yazma uğraşında da önemli payı oluşturur. Çehov, Dostoyevski, Tolstoy ve Pasternak’ı kendisini en çok etkileyen yazarlar olarak anar. Ayrıca Şolohov’un Don Durgun Akardı yapıtının, kendisinde yazma isteğini uyandıran önemli bir yapıt olduğunu, özellikle, belirtir. Doğu edebiyatı ve sözlü edebiyatın canlı ortamından gelerek, Köy Enstitülerinde tanıştığı dünya edebiyatının klasikleriyle duygu ve düşünce dünyasını zenginleştiren Kaftancıoğlu’nun, Yelatan gibi geleneğe yüz dönmüş, bunun yanında modern anlatı tekniklerinin zenginleştirdiği güzel bir romana imza atmasında bu bileşkenin büyük katkısı vardır. Kaftancıoğlu’nun gerçekliği yorumlamadaki ustalığı, sanatsal bakışı dil ustalığına dönüştürmesinde ortaya çıkar. Tema ve kişilerin yaşam tarzlarına paralel geliştirdiği sağlam bir dil, 60’lı yıllarda belirgin biçimde öne çıkan doğrudan anlatıma dayalı gerçeklik anlayışını da bu kısırlıktan kurtarır. Bu anlamda da gerçekçi öykücülüğümüze zengin bir anlatım olanağı kazandırır. Doğayı betimlemede ve insan-mekân arasındaki dirimsel bağı yakalamadaki ustalığıyla da Kaftancıoğlu, ayrı bir yere sahiptir. Gerek öykülerinde gerekse romanlarında çevreyle insan arasındaki ilişki, insanı mekândan soyutlamayan ve yabancılaştırmayan; hayatın bütün doğallığıyla anlatımı, estetize bir kompozisyon içerisinde verilir. Bu kompozisyon onun hayatı yorumlayışını anlamamız bakımından da çok önemli bir işarettir.
Yetiştiği kültürel ortam, onun eleştirel yaklaşımıyla edebiyata taşınır. Kaftancıoğlu, Türk edebiyatında geleneği bu anlamda en verimli değerlendiren yazarların başında gelir.
TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında büyük ödül kazandığı Dönemeç, bir ilk yapıtın bütün güzel özelliklerini taşır: çarpıcı bir konu, akıcı bir anlatım, gerçekçi bakış açısıyla doğaya dair betimlemelerin buluştuğu sanatsal incelik… Dönemeç bir anlamda Kaftancıoğlu’nun kendi hayatıdır. Cılavuz Köy Enstitüsü’ne yazılma serüvenini anlatır. Bu serüven bir utkuya dönüşen Garip’in mücadelesinin, tam da yukarıda da çerçevesini çizmeye çalıştığım 1940’lı yıllar Türkiye’sinin sosyokültürel fotoğrafını yansıtır. Umudunu bütünüyle okumaya bağlamış yoksul Anadolu insanının, sınıf atlamadan ziyade, toplumsal kalkınmayı ama öncelikle uyanmayı; dolayısıyla kasaba politikacısıyla eşraf arasında sıkışmışlığını aşmayı da nasıl eğitim yoluyla başaracağına olan sonsuz ümidini yansıtır. Hikâyede elbette başka ögeler de vardır; doğanın egemenliğine bir türlü güç yetiremeyen insanın çaresizliği; bin yıldır dünyayı bir dağın ardından algılamanın ufuksuzluğu gibi…
1970’li yıllardan itibaren genel olarak öykü ve romancılığımızda gözlenen yönelimlerin farklılaşması sürecinde Ümit Kaftancıoğlu, Tüfekliler (1974) romanıyla feodal kalıntıların siyasal iktidarla ilişkilerini ele alır. Ağa, aşiret, politikacı ekseninde kök salan kirlenmenin, nasıl bir tortu üzerinde boy verdiğini anlatır. Bu çalışmasında, feodal tortu, ağa-aşiret-devlet ilişkisi kent siyasal yaşamıyla birlikte, biyografik çerçevede siyasal bir eksene oturur. Bu yapıt aynı zamanda Türk edebiyatında feodal beylerin, cumhuriyet dönemi içerisinde siyasal iktidarla ilişkilerini görmek bakımından da önemlidir. Kaftancıoğlu’nun, belirgin özelliklerinden biri, bildiği bir dünyayı anlatıyor olmasıdır. Bu “bilme” merkezin göremediğini görebilme kültürüdür. Aydın tavrı bunu gösterir. Geleceğe projeksiyon tutar, öngörü oluşturur. Zira “hükümet etme”nin sınıfsal fotoğrafının 1990’lı, 2000’li yıllara uzanan yerel ve ulusal görünümünün merkezle taşra arasındaki izdüşümünü de o günlerden okuma olanağı bulmuş oluruz.
Bu kuşağın bir önemli özellikleri daha vardır; uzun yüzyıllar İslam kültür dairesi içerisinde gözüken Osmanlı toplumunda, medrese kültüründen uzakta kalmış Anadolu gerçekliğini de su yüzüne çıkarmalarıdır. Kasaba tipi siyasetçinin söylemine hâkim olan dar görüşlülüğün Anadolu’yla bağdaşmadığını en çarpıcı biçimde toplumun içerisinde yaşayan bu edebiyatçıların doğrudan tanıklıklarından öğrenmiş oluyoruz. Zira farklı kimlikteki insanların ortak yaşam alanlarında sürdüre geldikleri birlikte yaşama anlayışı, katı medrese geleneğinden gelen ve kasaba ahlakı içerisindeki siyasetçisinin pek de işine gelmemektedir. Bu çarpık ve kirli anlayışı, sosyal bilimlerle ilgili çalışmaların yetersiz olduğu o dönem içerisinde edebiyat aracılığıyla öğrenmiş oluyoruz. Özellikle Enstitülerden yetişenlerin ve taraftarı oldukları yenilikçi, çağdaş Türkiye anlayışının 1940’ların ortalarında başlayan ama 1950’lerden itibaren topyekûn saldırının hedefi haline gelmesi tesadüfi sayılmamalıdır. Çünkü bu edebiyatçılar Anadolu’ya özgü direnç noktalarını ortaya çıkarıyor ve bunu yeniden beslemeye başlıyorlardı.
Tüfekliler, aşireti ve siyaseti tartıştığı kadar, aynı zamanda devlet izlekli bir romandır. Kimliği bir etnik sorun olmak ötesinde kültürel boyutuyla ele alan bir çalışmadır. Ağalık, feodal zorbalık, katmanlar ve kuşatmalar içerisinde ‘devlet’in varlığından uzakta bir iktidar gerçekliği ile vardır. Cumhuriyet ilan edilmiş, üzerinden elli yıl geçiştir ama ülkenin bir bölgesinde, bu fikrin kıyısına bile uğramayan Türkiye manzarası söz konusudur.
Kaftancıoğlu, hemen tüm Köy Enstitülü yazarlarımızda görülen halk anlatı geleneğinden ve yerel dilden yararlanma biçemini, doğrudan bir derlemeci ve araştırmacı olarak da sürdürür. Halk kültüründen yararlanma, bu anlamda, Kaftancıoğlu’nda başka bir boyutta daha seyreder ki, uzun bir zaman aralığına yayılan radyo programlarının hemen tamamı bu zenginliğin üzerine oturtulmuş olarak karşımıza çıkar. Bugün, birçoğunun arşiv kaydı bile olmayan, dostlarının elinde sınırlı örneklerle dinleme olanağı bulduğumuz bu programlarda Kaftancıoğlu, ulus bilincinin kültürel kimlikle oluşabilirliğinin, bireyin sağlıklı duruşunun böyle bir donanımla sağlanabileceği üzerinde odaklanır. Yerel olanın anlaşılması gerekliliği, onun özellikle üzerinde durduğu bir noktadır. Tarihsel kahramanlara, yerel kişiliklere ayrıntılı bir biçimde değer vermesinin kaynağında, kültürün yalınkat bir okuma, yalınkat bir gözlem olmadığını işaretlemek vardır.
Talip Apaydın’ın bir değerlendirmesinde vurguladığı gibi, Kaftancıoğlu, yolculuğun yazarıdır. Bu yolculuk hem anlatılanın içerisindeki yolculuktur hem de kendi anlatım tekniğine eklediği yenilik anlamında yolculuktur. Bu bakımdan da her yeni yapıtında dilini ve anlatımını zenginleştirmiş bir edebiyatçı olarak çıkar karşımıza.
Öldürümünden sonra kitaplaştırılan İstanbul Allak Bullak adlı yapıtta toplanan öykülerinde, kırsal kesimden büyük kentlere göçün doğurduğu sancılı kentleşmeyle beraber, yoksulluğun şekillendirdiği yeni kültürel ortamın olay ve insanlarını anlatır. Kopuşun birey hayatındaki etkilerini en çarpıcı biçimde bu yapıtında buluruz. Bu kopuş, kuşkusuz bir kimliksizleşme olgusudur. Kendine yabancılaşmanın toplumsal bir parçalanma olarak karşımıza çıkışını Kaftancıoğlu’nun son dönem öykülerinde buluruz. Köy sosyal ortamı içerisinde kendi iç dünyasıyla barışık insanın, kapitalizmin çarpık ekonomik ilişkiler yumağında mutsuz, endişeli ve korkak bir yaratığa nasıl dönüştüğünü anlattığı bu öyküler, aynı zamanda kültürsüzleştirme politikalarının, yani popüler olanın Türk kültür hayatını nasıl işgal ettiğinin de sorgulandığı örnekleri oluşturur.
Köroğlu Kol Destanları, Tek Atlı Tekin Olmaz, Çizmelerim Keçeden gibi çalışmalarıyla sözlü kültürden yazılı kaynaklara kazandırdığı halk kültürünün verimleri hem özgünlükleri bakımından hem de bir üslup olarak, onun kaleminden geçmiş olarak ayrı bir değer taşırlar.
Yapımcısı olduğu programlarla birlikte türkü repertuarına kazandırdığı Çanakkale yöresine ait “Evreşe yolları dar”; Kars yöresine ait, “Gelmiş iken bu yerleri gezelim”, “Karımca karımca kara karımca”; Ardahan yöresine ait “Karşıda kuş oturur”; Edirne yöresine ait “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar”, Kocaeli yöresine ait “Bizim evin yanına” gibi derlemeleriyle kazandırdıkları da onun emeğinin boyutlarını görmemiz için birer simgedir.
Eylemleriyle kendi portresini var etmiş bir aydın kimliğidir Ümit Kaftancıoğlu. Hikâye kitapları, romanları, röportaj, derleme ve radyoda yapmış olduğu programlarıyla sanatsal bir kişiliğin nasıl oluştuğunu ve olması gerektiğini simgeleyen aydın bir edebiyatçı. Bu bakımdan, Kaftancıoğlu, özellikle TRT’de başında bulunduğu köy yayınları ve ardından İstanbul Radyosu’ndaki programlarıyla bugün bir benzerini göremediğimiz çalışmalara imza atar. Onun halkın sözvarlığını kendi temsilcileriyle anlatma/aktarma çabasına yaptığı öncülük aynı zamanda yerel olanın anlaşılması ve dönüştürülmesi çabasıdır. Bu aynı zamanda Türkiye’yi kültürel sığlığa mahkûm etmek isteyenlere itirazdır da.
Özellikle Tüfekliler romanı ve ardından yayınlanan Çarpana adlı hikâye kitabıyla 1970’li yıllardaki çıkışı, sadece bireysel bir tavrın şekillenmesi olarak değil, ilanının üzerinden elli yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın cumhuriyet kurumlarının merkezle taşra arasındaki eklektikliğini de görmemize imkân sağlar. Ayrıca, özellikle Çarpana’da ele aldığı Türkiye’ye yabancı sermaye girişi, dış göç (Gülember Almanya’da), İstanbul Allak Bullak’taki köyden kente göç gerçeği gibi temalar sosyal gerçekliği yerinde kavramış bir yazarın duyarlığını da yansıtır.
Kaftancıoğlu, bariz bir biçimde “felaket olanın” farkında bir yazardır. Kurumlarla hakikat arasındaki çelişkiyi bütün çarpıcılığıyla görmüş birisidir. Ele aldığı konular içerisinde yer alan kişilere kazandırdığı politik kimlik, sessiz ve edilgen olanın da haykırabileceğini yansıtır. Demokrasi düşmanı çetelerce öldürümünün ardında da yurtseverliği ve bu toprakların gerçekliğini ıskalamayarak hakikati edebiyat diliyle haykırması geliyordu.
Kaynakça:
Bayrak, Mehmet (1978). Köy Enstitülü Yazarlar Ozanlar, Ankara: TÖB-DER Yayınları.
Kaftancıoğlu, Ümit (1972). Dönemeç, İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kaftancıoğlu, Ümit (1974). Tüfekliler, İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kaftancıoğlu, Ümit (1975). Çarpana, İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kaftancıoğlu, Ümit (1983). İstanbul Allak Bullak, İstanbul: Yazko Yayınları.