Babalar Günü Yaklaşırken: Baba Rolüyle Kalplerimize Dokunan Reha Özcan’la Çocukluk Anılarına Yolculuk…
Söyleşi

Babalar Günü Yaklaşırken: Baba Rolüyle Kalplerimize Dokunan Reha Özcan’la Çocukluk Anılarına Yolculuk…

Rukiye Yıldırım

Babalar Günü’ne özel olarak gerçekleştirdiğimiz bu röportajda, sahnelerin sevilen ismi Reha Özcan ile çocukluk anılarını ve baba olmanın derin anlamını konuştuk. Reha Özcan’ın samimi anlatımlarıyla zaman içinde bir yolculuğa çıkarken, babalığın hayatımızdaki yeri ve önemini bir kez daha hissedeceğimiz unutulmaz bir sohbet sizleri bekliyor.

 

Rukiye Yıldırım: Reha Bey, Babalar Günü’ne özel bu röportajımıza başlarken, kendi babanızla olan ilişkiniz ve onun hayatınızdaki etkisi hakkında neler söyleyebilir misiniz?”

 

Reha Özcan:Bugünkü Reha’nın her şeyinde büyük bir Bahri Özcan var. Zaten baba rolündeki dizilerimi bazen seyredemiyorum. Babama benziyorum, onun gibi davranıyorum, babam da öyleydi mümkün mertebe adil olmaya çalışırdı.

 

Babam bildiğiyle yetinmeyen bir adamdı, bildiğiyle sorunu olan bir adamdı, bildikleriyle bilmediği bir yere gitmeye çalışan bir adamdı. O yüzden sürekli şüpheci bir felsefi bakış açısı vardı. Çok nüktedan bir adamdı ama baskın bir karakterdi. Dans ederdi, şarkı söylerdi, centilmendi, gerçekten çok centilmen bir adamdı. Keşke birazcık daha fazlasını alabilseymişiz. Çok şey kattı bize çok…

Reha Özcan’ın babası Bahri Özcan

 

Reha Bey, babanızın oyunculuk kariyerinize katkıları ve babanızın size verdiği en değerli öğüt ya da yol gösterici bir anıyı bizimle paylaşır mısınız? Bu öğüt ya da anı, kariyerinizde nasıl bir dönüm noktası oldu?

 

Mesela bir oyunda çok tıkandım. Notre Dame’ın Kamburu’nu oynuyoruz. Paris’e gittim Notre Dame kilisesine çıktım. Kültür Bakanlığından özel izin aldım yandı ya o kulelere çıktım. Oradan bir sürü dokümanla geldim. Yönetmene verdim. Yönetmen dedi ki beni hiç ilgilendirmiyor bunlar, kiliseyle arasında bir yolculuk yapacağım falan. Dedim kendi ritüelimizi oluşturabilirken niye böyle bir şey yapıyoruz. Sen bir defa söyle bakalım ritüel ne dedi. Bilmiyorum dedim ve kilitledim kendimi. Sonra babamla konuşurken rahmetliye dedim baba böyle böyle. Peki boşver sen ona takılma dedi sen en iyisini yapmak zorundasın dedi. Diğer kitaplarını okudun mu? Deniz İşçileri’ni okudun mu, Sefiller’i okudun mu dedi. Sefiller’i okudum ama Deniz İşçileri’ni okumadım dedim. Sen bunları okumadan Notre Dame’ın Kamburu’nu ele alamazsın bu bir üçleme dedi. Ben kaldım böyle bilmiyordum gerçekten. Sana kitap gönderiyorum dedi. Ertesi hafta ben Antalya’da yaşıyorum o İstanbul’daydı. Sonra bana bir kargo geldi bir sepet kitap, hepsi o dönemin. Hepsini okudum hepsini…

 

Babalar gününde babanızı anarken 12 Eylül darbesi sırasında yaşadığı zorluklar, onun bu süreçte gösterdiği dirayet, o dönem ve sonrasında hayatınızda ne gibi değişmeler oldu?

 

Çok büyük travmalar, çok acayip şeyler yaşadım. Dönüp baktığım zaman şu an benim çocuğum yaşasa bu kadar normalize edebilir miyim bilmiyorum. Çok büyük arıza çıkartırım herhâlde. Babamı tutukladılar. Babamı bir adamla yüzleştirmek için Yalova’da bir askeri ceza evi yapmışlardı ve orada işkence ediyorlardı insanlara. En küçük çocuk olarak beni götürdüler çünkü babamı suçlayan adam babamın arkadaşıydı ve bizim de çok sevdiğimiz biriydi. Ben onu çok severdim o da beni çok severdi. Onunla görüşmeye götürdüler. On üç yaşındayım. Girdim, koridorlarda yerde bacağından vurulmuş bir adam ağlıyor bağırıyor, içeri giriyorsun içeriden feryat figan sesleri geliyor. Nereye gidiyoruz derken büyük bir çadırın içinde rütbeli bir adam “Otur canım sen, merak etme.” falan diye seni sakinleştirmeye çalışıyor. Kapı açıldı babam geldi gözleri bağlı. Bir de babam emekli asker. Babamın gözleri açıldı, sarılabilir miyim oğluma dedi. Kolay kolay ağlayan bir adam değildi zaten, tutuyordu kendini biliyorum. Geldi sarıldı kokladı. Kulağıma sadece “Anneni al bu gece, git buradan.” dedi. Bir tek annemle ben kalmıştım bir de ablam vardı. Anlamadım tamam dedim. Sonra adamı getirdiler. Adamın ağzı burnu dağılmış. Şimdi dedi bu çocuğun gözüne bakarak söyle Bahri Özcan suçlu mu? Adam baktı gözümün içine adama sarılmak istedim, çok kötü durumdaydı. Adam tamam dedi ben dedi yalan söyledim. Tamam götürün bunu dedi. Oğlum senin işin bitti dedi ben bir şey anlamadım. Babam hadi sen git dedi ama o da ağlamaya başladı. Beni çıkardılar ama o yaştaki bir çocuk için çok zordu. Bir çocuğun bunu görmeye hakkı yoktu. Bunlara tanıklık etmek istemezdim. Sadece bu da değil. Bunun yanı sıra on dört yaşında beni Bursa 2. Şubeye götürdüler. Suskunlar diye bir dizi oynadım. Sait diye bir karakter. O adamla bir hafta yaşadım ben orada. Niye orada tutuldum bilmiyorum, niye dövüyorlar bilmiyorum, niye bunları yapıyorlar hiç anlam veremediğim bir şeydi. O zaman böyle değildi çocuklar. Sen sevgilinle bahar ayında dolaşmak istiyorsun, hadi bakalım devrimci mücadeleden geliyoruz, hep birlikte zincir olacağız, eylem yapacağız. Yandaki adama polis saldırıyor yanındaki adam ölüyor, bakarsak saçma sapan bir çocukluktu.

 

Belki de hayatımda ilk defa anlatıyorum bu hikâyeyi. Nahoş bir durumdu ve gece de apar topar annemle ablamı aldım İstanbul’a gittik. Ben halamın oğullarında Soğanlı’da, annem ablamla İçerenköy’de kız kardeşinde, bir aile darmadağın oldu. Sonra babam geldi Kartal’a yerleştik. Ben modern lisede okuyordum. Fizik, kimya ve biyoloji üzerine uzmanlaşacakken bir anda modern liseden klasik liseye geçtim. Kimya bilmiyorum, biyoloji bilmiyorum. Klasik lisede 1. Sınıfta görmüşler 2. Sınıfta yoktu ben boş bir sene geçirdim. Hayatta bir sürü şey değişebiliyor.