BARIN(M)AK
Rahat-sız

BARIN(M)AK

Anıl Çetinel Örselli

Yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak…

Doğa etkilerinden korunmak için kapalı bir yere sığınmak yahut yerleşmek…

Barınmak…

Barınma veya konut hakkı insani bir hak olarak görülse de son dönemde kamuoyunda “Katliam Yasası” olarak ifade edilen ve sokak hayvanlarını hedef alan yasa ile açıkça ihlal edilmeye çalışılan doğal bir hak aynı zamanda. Yerinde yaşatılamayan, bir ev -dahası bir yuva- kazandırılamayan hayvanlara yaşama hakkının tanınmaması büyük adaletsizlik!

Tarihimizde sokak hayvanlarının katledilmesi ne yazık ki ilk değil! 24 Temmuz 1987 tarihinde Bursa’da 1747 kedi ve köpek fırınlarda diri diri yakılmış ve böylesi bir vahşetin ardından Bilge Karasu Ne Kitapsız Ne Kedisiz kitabının “Cinayetin Azı Çoğu” bölümünde şöyle sormuştur:

“İnsanlar, şehirlerinde rahat etmek için dirim ortaklarını teker teker yok etmenin ne kadar ilkel bir çözüm olduğunu iş işten geçmeden anlayabilecekler mi?”

“Yapılan ‘toplu’ değilse de taksit taksit bir ‘topluca’ kıyıma gidilmesidir. Gerekçe kutsal: insan sağlığının korunması. Gerekçe bu olunca başka kıyımlardan bizi alıkoyabilecek nedir?”

Karasu yine aynı kitapta bugüne de ışık tutacak çok değerli argümanlara yer verir:

“Ama bir canlının dirimini ortadan kaldırmakta kendini özgür duymak, ‘ben insanım, herhangi bir hayvanı istediğim gibi, istediğim zaman öldürebilirim, herhangi bir bitkiyi koparabilir, kökünü sökerim’ demek tehlikeli bir yanılsamadır: kötü bir yanılgıdır…”

“Bunu, halkın sağlığını korumak gerekçesiyle ‘içleri sızlayarak’ yapmış (yaptırmış) olanların düşünce düzeyi konusunda aydınlanıyoruz ve bu aydınlanışımız, iyi niyetlerle işlenebilecek kıyımlar konusunda da bizi uyarmazsa bize yazık olur. Birçok kişinin bu çalışmaları desteklemiş olması -aferin onlara! – işlenen suçu hafifletmez, yaygınlaştırır.”

Ne Kitapsız Ne Kedisiz eserinde yazdıkları otuz yedi yıl önce yaşananları yüzümüze vurarak hepimizi bu derin uykumuzdan uyandırmaya çalışıyor aslında. Dirimi paylaştıklarımızı nasıl barındırmadığımızı anlatan ibretlik satırlar bunlar.

 

 

Barınamıyoruz!

Yaşamak için uygun şartları bulup oturamayan, bu hayata sığamayan sadece sokak hayvanları mıdır peki? Barınamayan sadece onlar mı? Sıkça duyduğumuz bir “çatısızlık”, bir “evsizlik”, bir “köksüzlük” halini dillendiriyor insanımız.

Deprem konutları tamamlanmadığı için aylardır çadırkentte yaşıyorum.”

“Öğrenimime devam etmeyi çok istiyorum ama öğrenim gördüğüm şehre gelemiyorum.”

“Emekli aylığım ev kiralarına yetmediği için çocuklarımın yanında ikâmet ediyorum.”

“Evde şiddet gördüğüm için kadın sığınma evine yerleştim ancak ama burada sürekli kalamıyorum.”

Bu sözler çok mu yabancı bize?

Kişilerin insan olmanın onuruyla -ki buraya canlı olmanın onuruyla denmesi gerekir- bağdaşır şekilde yaşamalarını sağlamak için devletin sağlaması gereken en temel haklar arasında konut (barınma) hakkı bulunmakta (Anayasa Md. 57)   Bu hak; yerleşme özgürlüğü, sağlıklı yaşam, çevre, eğitim gibi haklarla ayrılmaz bir nitelikte tanımlanmış ve devlete yüklenen pozitif edim ödevi olarak ele alınmış. Bu ödevin yerine getirilmemesi; bir “imkânsızlık” halinden ziyade bilinçli bir tercih. Bu tercihin kimin hayatına nasıl mâl olacağı konusunda da (yine!) enine boyuna düşünülmediği aşikâr.

Bu ülkede dört şey olmayacaksın: kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı,” demişti Yaşar Kemal. Sanırım bu tanım gittikçe genişliyor. Ne öğrenci ne emekli ne işçi ne memur ne depremzede, kısacası ne insan ne de hayvan olmamak lazım bu topraklarda. Daha yönetilesi(!) bir toplum hayali kuranlar için “yokluğumuz” ne büyük nimet olurdu düşünsenize.

Evsizlik- Yurtsuzluk

Günümüzde barınamama meselesinin ekonomik-mecburi yönü, prekaryalaşma ve yoksullaşma sonucunda yaşanan bir ev-sizleşme durumu. Marc Auge’nin Evsiz Bir Adamın Güncesi adlı küçük anlatısı da bu noktaya parmak basıyor ve ev-sizlik edebiyatına sınıfsal-ekonomik bir katman ekliyor. Fransa’da 2000’li yılların başında, yeni bir yoksul sınıfı olarak tanımlanan “sabit evi olmayan” insanlar hakkında bir anlatı bu. Bu sınıftakiler, bildiğimiz “evsiz” insanlardan farklı olarak, maaşlı bir işi olan ancak gelirleri bir evin kirasını ve giderlerini karşılayamadıkları için kalabildikleri her yerde (arkadaşlarında, misafirhanelerde hatta bazen arabalarında) yaşayan insanlar. Auge, “etno-kurmaca” adını verdiği bu anlatıda bu yeni göçebelerin flanör bir duyguyla değil, mecburiyetten/ekonomik nedenlerle yersiz-yurtsuzlaşanların “geçtikleri yolları ve yaşadıklarını” anlatmaya çalışmış. İnsanımızın da ev-sizliğinin boyutları yersiz-yurtsuzlaşma sorunu bu noktada anlatılanlarla birleşiyor diyebiliriz. Şimdilik tabii… Bu sıkıntının gün geçtikçe daha da derinleşeceğini anlamak çok da zor olmasa gerek! Ayrıca, sırf fiziki barınamama sorunu da değildir bu ülkede yaşanan, meselenin bir başka boyutu da fikir/cins/yönelim/tercih/görüş/inanç olarak öteki yahut başka olana yaşamak için bir ortam sağlanmamasıdır. Belki de tüm mesele -çıkar grupları hariç- hiçbir canlının temel ihtiyaçlarının iktidar sahipleri tarafından tanınmamasıdır!

 

Karnaval Dergi ’ye ve Rahat-sız köşesine zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Madem RAHATSIZIZ öyleyse VARIZ!