Tarihimizde sokak hayvanlarının katledilmesi ne yazık ki ilk değil! 24 Temmuz 1987 tarihinde Bursa’da 1747 kedi ve köpek fırınlarda diri diri yakılmış ve böylesi bir vahşetin ardından Bilge Karasu Ne Kitapsız Ne Kedisiz kitabının “Cinayetin Azı Çoğu” bölümünde şöyle sormuştur:
“İnsanlar, şehirlerinde rahat etmek için dirim ortaklarını teker teker yok etmenin ne kadar ilkel bir çözüm olduğunu iş işten geçmeden anlayabilecekler mi?”
“Yapılan ‘toplu’ değilse de taksit taksit bir ‘topluca’ kıyıma gidilmesidir. Gerekçe kutsal: insan sağlığının korunması. Gerekçe bu olunca başka kıyımlardan bizi alıkoyabilecek nedir?”
Karasu yine aynı kitapta bugüne de ışık tutacak çok değerli argümanlara yer verir:
“Ama bir canlının dirimini ortadan kaldırmakta kendini özgür duymak, ‘ben insanım, herhangi bir hayvanı istediğim gibi, istediğim zaman öldürebilirim, herhangi bir bitkiyi koparabilir, kökünü sökerim’ demek tehlikeli bir yanılsamadır: kötü bir yanılgıdır…”
“Bunu, halkın sağlığını korumak gerekçesiyle ‘içleri sızlayarak’ yapmış (yaptırmış) olanların düşünce düzeyi konusunda aydınlanıyoruz ve bu aydınlanışımız, iyi niyetlerle işlenebilecek kıyımlar konusunda da bizi uyarmazsa bize yazık olur. Birçok kişinin bu çalışmaları desteklemiş olması -aferin onlara! – işlenen suçu hafifletmez, yaygınlaştırır.”
Ne Kitapsız Ne Kedisiz eserinde yazdıkları otuz yedi yıl önce yaşananları yüzümüze vurarak hepimizi bu derin uykumuzdan uyandırmaya çalışıyor aslında. Dirimi paylaştıklarımızı nasıl barındırmadığımızı anlatan ibretlik satırlar bunlar.
Barınamıyoruz!
Yaşamak için uygun şartları bulup oturamayan, bu hayata sığamayan sadece sokak hayvanları mıdır peki? Barınamayan sadece onlar mı? Sıkça duyduğumuz bir “çatısızlık”, bir “evsizlik”, bir “köksüzlük” halini dillendiriyor insanımız.