Barut Fıçısı, Şiddete Açık Bir Davetiye
Kitap İncelemeleri

Barut Fıçısı, Şiddete Açık Bir Davetiye

Şule Kaynar

Yaşam yaratmak, güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikleri gerektirir. Yaşamı yok etmekse sadece bir tek niteliğişiddete başvurmayı gerektirir.

                                                                                                   Erich FROMM

Yaşama olan bağlılığımız, bir şeyler üretebildiğimizde ortaya çıkar. Yaşamı seven bir kişi, yaşama, yaşamın her alandaki gelişmeye ilgi duyar. Kesinliğin katı çizgileri yerine yaşamın esnekliğini seçer. Yaşamı şiddet kullanarak, parçalayarak değil, sevgisiyle aklıyla ve kendi kişiliğiyle biçimlendirir. Ancak kişinin yaşam bağı azalır ya da koparsa yüzünü ölüme döner. Yüzünü ölümü dönen insanların en belirgin özelliği şiddete olan eğilimleridir. Üretim nasıl yaratıcıysa şiddet de yaşamı yok edebilir. Şiddet devreye girdiğinde yaşam değil ölüm, gelişme değil yıkım sevilir. Makedonyalı yazar Dejan Dukovski de bir savaş eleştirisi olan Barut Fıçısı[1] adlı oyununda Balkan’larda savaş sonrası travmaya uğramış insanların sakin yaşamlarının nasıl birdenbire şiddetle yüklendiğini, şiddetin nasıl bir virüs gibi bulaştığını, insanları nasıl oradan oraya savurduğunu anlatır.

 

Barut Fıçısı, savaş sonrası yıkımın doğurduğu acılarla sefalete uğramış, umutsuzluktan sıyrılamamış, bu nedenle de herhangi bir üretimle kendini gerçekleştiremeyen Balkan halkının gündelik hayatına bile sızmış şiddet temasını merkezine alan bir oyundur. Oyun, on bir kısa öyküden –sahneden oluşur. Oyun, döngüsel bir yapıda oluşturulmuştur. Birinci sahnede bir barda karşılaşan Angjele ve Dimitrija’nın diyalogları ile başlayan oyun, yine onların diyaloglarıyla son bulur. Diğer sahnelerin kurgusu da bir önceki sahnede yer alan karakterlerden birinin diğer sahnede yer alması ve onun yeni bir karakterle başlayan diyaloguyla devam etmesi şeklinde oluşturulmuştur. Bu örüntüyle okuyucu /izleyici aynı zamanda karakterlerin şiddet eğilimlerinin nedeni olan eylemler hakkında bilgi sahibi olur. Oyunun ana teması şiddet, çeşitli türleriyle her sahnenin sonunda okuyucuyu /izleyiciyi sarsacak biçimde aktarılmıştır.

 

İlk sahnede Dimitrija ve Angjele bir barda karşılaşır, Dimitrija koltuk değnekleriyle yürür ve onu bu hale getiren Angjele’yi tanıyamaz, Angjele kendini tanıtıp olayı anlatır. Kendisini nedensiz yere, nedene dayalı şiddet de ne kadar kabul edilebilir, copla döven polis Dimitrija’dan intikamını onu levye ve çekiçle döverek almıştır. “ANGJELE: Seni kim dövdü biliyor musun?/ DİMİTRİJA:Kim dövdü? /ANGLJELE: Ben dövdüm.(Duraklama) Hem levyeyle hem çekiçle, 9 kiloluk çekiçle. Ben otuz iki kemik diye hesapladıydım…” ( Dukovski,7). İkinci sahnede yine Angleje, arabasına yanlışlıkla çarpan Aco adlı genci, sırf arabasını çizdi diye apış arasına levyeyle vurarak kendince cezalandırır. Üçüncü sahnede ikinci sahnede Angleje’nin arkadaşı olarak yer alan Sveto, Simon karakteriyle birlikte karşımıza çıkar. Eskiden iyi birer dost olan Sveto ve Simon’un dostluğu, Simon’un dostu Sveto’nun askere giderken emanet ettiği nişanlısı ile yakınlaşması ile bozulur. Daha sonra aralarındaki ilişki Sveto tarafından bir intikam ilişkisine dönüşür. Arkadaşının köpeğini zehirler hatta onun karısıyla birlikte olur, tüm bunları Simon’a anlattığında Simon, Sveto’nun başına bir şişeyle sertçe vurur ve Stevo kanlar içinde yere yığılır. Dördüncü sahnede Simon, Anna adlı bir kadını tren kompartımanında taciz eder, daha sonra kompartımana gelen kadının kocası durumu fark edince Simon’un kafasında yine bir şişeyi patlatır. Beşinci sahnede Andreja, bindiği otobüsteki yolcuları sözle taciz edip korkutur. “ANREJA: İyi akşamlar. Yıllardır bu düğmeden arıyordum. Adınız nedir?/ SVETLE: Svetle./ ANDREJA: Güzel isimmiş. Benden korkuyor musun Svetle?/SVETLE: Biraz. ANDREJA: Ben olsam çok kokardım. Erkek arkadaşın var mı?…”  (Dukovski, 23). Bu sırada gelmeyen şoföre kızıp kapıyı kilitlemiştir daha sonra kapıyı açan şoför sinirlenip Andreje’nin kafasına levye ile vurur, Andreje yere yığılır. Her şeyin çürüdüğü bu ortamlarda şiddet sınır tanımaz, herkes olmayan adaleti kendi elleriyle kurma yanılgısına kapılır. Sanki toplu histeri yaşanmaktadır. Şiddet hızını hiç kesmez. Altıncı sahnede sevgilisi Svetle’yle kıskançlık üzerine tartışan Gjorgji, onunla tartışırken araya girip onları taciz etmeye çalışan Gjore’yi tabancayla vurur. Yedinci sahnede hapishane hücresinde yatan Mace daha sonra hücreye giren Gela tarafından tecavüze uğrar. Sekizinci sahnede daha önceki sahnede Gela ve Mace ile aynı hücrede olan Boris, arkadaşı Kiril ile kaçak göçmen olarak gemiyle Amerika’ya gitmeye çalışırlar ancak Boris zorlu yolculuğa dayanamaz ve okyanusa atlayarak intihar eder. Burada savaşların yarattığı göç de yazar tarafından bir şiddet biçimi olarak sunulmuştur. Dokuzuncu sahnede, Kiril Amerika’ya ulaşır ve orada yaşayan yaşlı teyzesini öldürerek parasına el koyar. Kötü yaşam koşullarıyla para hızla suyunu çekmeye başlar, alkol ve kötü yaşam yine bir şişe darbesiyle sona erer. Onuncu sahne Mane, deniz kenarında yeni sevgisiyle birlikte gördüğü eski sevgilisi Evdokija’dan tekrar birlikte olmalarını ister, Evdokija reddedince de denizin derinliklerine gidip kendini suya bırakır. İntihar da yine insanın kendine uyguladığı en sert en acı şiddet biçimlerinden biri değil midir?  Ve son sahne yine Dimitrija ve Angjele diyaloguyla biter. Bu öyle bir diyalogdur ki şiddet, sefalet içindeki yaşamlarda her şeyin anlamının yitmesinden başka hiçbir işe yaramamıştır.” DİMİTRİJA: …Her şey boş …Ta baştaki gibi. Başta ne vardı hakikaten ya? Cehalet mi? Son mu? Yaşlılık mı? (Duraklama) Sana diyeceğim bir şey vardı; mutlaka söylemem lazımdı…ama unuttum.” (Dukovski,46)

 

Oyunun her sahnesinde yaşama ilgisini kaybetmiş nevrotik karakterler görülür. Savaşın getirdiği acılar insanlarda travma yaratmış, geleceğe dair umutsuzluk yıkımlara neden olmuştur. İktidardaki her gerileme, şiddete açık bir davetiye çıkarmıştır. Oyunda yer alan neredeyse tüm karakterler, karşısındakinin mevcut sınırlarını geçmiş ya da toptan yok saymıştır. Sürekli kuvvetle oluşturulan ihlalin yıkıcılığı şiddet olarak ortaya çıkmıştır. Şiddetin boyutu o kadar yüksektir ki çoğu sahnede insanın en büyük hakkı, yaşama hakkı elinden alınmıştır. Dostluk, dayanışma ortadan kalkmıştır. Neredeyse tüm karakterler masumiyetini yitirmiştir. Erich Fromm’un Sevginin ve Şiddetin Kaynağı adlı kitabında vurguladığı gibi “İnsan yaşama karşı ilgisini yitirmişse iyiliği seçebileceğini ummamalıdır artık. O zaman yüreği öylesine katılaşacaktır ki yaşamın kendisi sona erecektir.”[2]

 

Doksanlarda Balkanlar’da yaşanan savaşın yıkımı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük yıkımlardan biridir. Bölge toplu mezarlık haline gelmiştir. Ölülerin acısı bir yana yaşayanlar da kendilerine bir yaşam kuramamışlardır. Dukovski, bu oyununda savaş eleştirisi yaparken savaşların sadece tarih kitaplarında yazdığı gibi barış antlaşmalarıyla sona ermediğini, arkada dostluğun, kardeşliğin ve dayanışmanın unutulduğu travmatik yaşam enkazları bıraktığını vurgular.  Şiddetin yok edilemese bile en aza indirgenebilmesi için yaşama sarılabilmek gerekir. Yaşam sevgisinin gelişebilmesi için ise en önemli koşul özgürlüktür. Yaratma ve kurma özgürlüğü, şaşabilme ve göze alabilme özgürlüğü. Böyle bir özgürlüğü tatmak için etkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir. Bu bireyler de ancak güvenli alanlarda var olabilir, savaşın acımasız gölgesinde tutsak olarak değil. Dukovski, bu sarsıcı oyunuyla Hannah Arendt’ın şu önemli sözünü de hatırlatır gibidir. “Şiddetle değişen bir dünya ancak daha çok şiddetin var olduğu bir dünya olacaktır.”[3]

 

Kaynakça

[1] Dejan Dukovski,. Barut Fıçısı. İstanbul: Metis Boyut Tiyatro Yayınları, 2006

[2] Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, İstanbul: Payel Yayınları,1982

[3] Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, İstanbul: İletişim Yayınları, 2021