Baykuşa Yakalanmak: Bir Yılbaşı Öyküsü
Edebiyat

Baykuşa Yakalanmak: Bir Yılbaşı Öyküsü

Tzan Cosmo

Doksanlı yılların sonu, iki binli yılların ise hemen başında aynı dili konuştuğum birçok dostumun anahtarlığında, kitaplığındaki bibloda, duvarındaki resimde, kitap aralarındaki ayraçlarda tanıştım bizim meşhur baykuş ile.

 

Bir baykuşun bu kadar çok nesne üzerinde kullanılıyor olması ve yakın çevremdeki geniş bir toplam tarafından seviliyor olmasının asıl nedenini öğrendiğimde ise bizim baykuş ile tanışmakta bu kadar geç kaldığım için kendimde büyük bir utanç ve pişmanlık duygusu belirdi.

 

Bizim meşhur baykuş nasıl olmuştu da bu kadar insanın hayatına birdenbire girivermişti?

 

Ülkemizde ilk Türkçe baskısını 1974 yılında Yankı Yayınlarından yapan Vladimir Dudintsev’in “Bir Yılbaşı Öyküsü” isimli kitabı bir grup arkadaş çevresi tarafından bulunabildiği ölçüde sahaflardan toplanmasıyla başlamış bizim baykuşun ünü.  Böylece kısa sürede yazarının bile tahmin edemeyeceği kadar çok sevilmekle kalmayıp anahtarlıklarımızda, biblolarımızda ve duvarda fotoğraflarımız başta olmak üzere birçok nesnede yerini almış.

 

Vladimir Dudintsev ise 1918 yılında dünyaya gelen ve 1998 yılında yaşama veda eden bir Sovyet yazarı. “Yalnız Ekmekle Yaşanmaz” romanı, sadece ülkesinde değil batıda da büyük ilgi yaratarak hararetli tartışmalara yol açmış.

 

“Bir Yılbaşı Öyküsü”nde ise;

İnsanlığın derin acılarını dindirmek için uğraş verilen bir araştırma laboratuvarında “zaman öğretmen”in bilim insanlarına baykuş kılığında musallat oluşunun büyüleyici öyküsünü anlatmış.

 

Aslında kıtalardan birinde sürekli karanlığın hüküm sürdüğü bir dünyada çalışmalarını sürdüren bir grup bilim adamının etrafında gelişiyor hikâye.

 

Öykünün anlatıcısı da olan kahraman bilim adamı, “bu öyküde zamanın bize oynadığı oyunları, onun bizi kandırmasını konuşacağız.” der öykünün başında.

 

Gizemli bir kuş öyküdeki bilim adamlarının yaşadığı kentte bir süredir uçmaya başlıyor. Bu baykuş, öyküye anlamını ve tatlı bir gizem sunan tadını verecek olan gizli bir kahraman. Öykünün devamında baykuş, bilim adamlarının pek çoğunu ziyaret edecek, onları sokak aralarında takip edecek, pencere camlarından gözetleyecektir.

 

Aslında o, ölümün habercisi! Kancayı taktıklarını ölüme yaklaştırıyordu. Lakin ilginç bir adalet duygusu var bizim baykuşun; kurbanlarını öylesine, rastgele seçmiyor… Zamanı ve yeteneklerini hovardaca harcayanlar, zamana yetişemeyenler, yaşamın nabzını artıramayanlar baykuşla tanışıyorlar, baykuş da onları ölümle tanıştırıyordu…

 

Bir yılbaşı öyküsüdür…
2024 yılı ile yüz yüze gelmek isteyenler için bire birdir.

 

Hiçbir gerçek karşılığı olmasa da yeni yıl yeni bir başlangıçtır ve çoğumuz bu geceden itibaren önümüzdeki 365 güne ilişkin genel bir planlama yapmaya kalkışmaktadır.

 

Zaten günümüzde haftanın, ayın hatta yılın yarısını plan yapmakla, diğer yarısını ise o planı revize etmekle geçirenler çoğunlukta. Etrafımızda “canı yanmış” o kadar çok insan olmasının açıklanabilir tek yanı bu olsa gerek.

 

“Bir Yılbaşı Öyküsü” bu planlara mahkûm kalıp öte yandan hayatı ıskalayanlar, zamanı yakalayamayanlar için de suratlarına bir şaplak atıyor.

 

2025’de canınız yanmasın. Bunun için bazı, hatta birçok başlıkta planlama yapmayın örneğin. Naçizane önerim budur. Elbette bırakmak, teslim olmak için değil; tam tersine ayağa kalkmak, hayatı ve zamanı yakalamak için. İyi, güzel şeylerin planlarını yapmayın mesela. Seyredeceğiniz filmlerin, okuyacağınız kitapların listesini yapmayın. Bilin ki o listeler ertelemenin, hadi daha ağır konuşayım tembelliğin mantığa bürünmesidir. Dürüst olalım telefonumuzun not defterinde veya ekran görüntüleri klasöründe kaç tane daha sonra seyretmek üzere kaydettiğiniz film veya kitap var? Okumayı, seyretmeyi planlamayın, derhal delicesine okuyun ve seyredin.

 

Okumanın, seyretmenin, dinlemenin, dinlenmenin, izlemenin, sevmenin ve sevişmenin planlaması, takvimi falan olmaz!

 

Durmadan geriye doğru akan kurulu bir saat değil, alelade gördüğümüz boyumuz kadar büyük bir baykuş canlandırabilir zihnimizi. Veya Deniz’ler aşıp omzunuza konmuş siyah bir karga…
Unutmayın, zaman her yerdedir ve herkesin hayatının sona ermesi için beklenen bir süreç var ve bu süreç hiç de sandığımız kadar uzun değil.

 

“Bir dakikasını bile ziyan etmek istemeyeceğimiz bir hayat ve her saniyesini yüreğimizde hissedebileceğimiz günlerin hayalini kurmak…”

 

Sadece hayatının kendisine kazandıracak bir şeyi olmadığını düşünenler için uzun bir süreç. Onların da zaten ne görecek bir baykuşu ne de kurulu saatleri var yanı başlarında.
Öyküde bunu “farkında olanlar” arasında da sezgisel bir temas olması dikkat çekiyor. Herkes herkesin zamanının değerli olduğunu elbette bilir. O nedenle peşimizdeki baykuşun bizi takip ettiğini bilerek önce kendimizden başlayacağız.

 

Bu nedenle ölüme yakın olan uzak olana doğru cisimleşir… Bir baykuş görünümünde algı boyutları gözlerini hiç kapatmadan biz insanları izlemeye gelir.

Zamanını ve yetenekleri boşa harcayan insanları kurban seçen bir baykuşun öyküsüdür busürenin gitgide azaldığını hatırlatmak için birebirdir.

(Resim-1)Gelenek Yayınevinden çıkan ilk baskının kapağı.

 

Zaman sonsuzluğunda yaşamaya teşvike gelen bir baykuş, kendi adıma yıllardır yaşadığım hayatın uyarıcı öyküsü olmuştur. Yaşam yalnız bir kez yaşamak için verilmiştir. Onu büyük yudumlarla içmek gerek ve en değerli olan şeyi yakalayabilmeli insan; elbette “zaman”ı…

 

Sadece iş yaşamında değil, sosyal, duygusal hayatım başta olmak üzere hayatımın her alanında bir yerlere geç kaldığımda, bir şeyleri aksattığımı veya geciktirdiğimi düşündüğümde dönüp arkaya bakar ve sürekli peşimde olduğunu düşündüğüm baykuşa yakalanacağımı hissederim.

Zaman hepimizi sıkıştırıyor, en çok da bu kirli dünyanın kirli çıkar ilişkileri içerisinde temiz kalmaya çalışan “büyük insanlığı.”

Her şeyden ve herkesten önce zamanı iyi kullanmayı ve baykuşa yakalanmamayı başarması gerekenin de bunca kirin için de temiz kalmaya çalışan “büyük insanlık” olduğunu düşünüyorum.

Unutmayın hepimiz için omzumuza konmuş siyah bir karga yoksa bile bir baykuş var.

Onu ciddiye alın, gerisi elbette kolay…

 

*Gölge gibi bir şey sokaklarda yorulmaksızın beni izlemekteydi, ama çok uzaklardan… Saklanmak gibi bir kaygısı olmamasına karşın, takipçimin yüzünü bir kez olsun görme olanağını elde edemiyordum. Kadın mı erkek mi olduğunu bilmediğim bu kimse, gözetleme noktası olarak karanlık kemer altlarını ya da evlerin girişlerini seçiyordu. Bazen apaçık güneş ışığına çıktığı da oluyordu, ama gözlüklerimi çıkartmak için elimi cebime atar atmaz bu yabansı arkadaş hemen bir duvarın arkasına çekiliyordu. Benimle bu denli ilgilenen, sanki bana tutkun bu insanı görebilmek için gölgesinde gözden yittiği kapılara, kemer altlarına gidip birçok kez baktım, ama oralarda kimseyi göremedim. Aradan çok geçmeden mevsimin ilk ince, tül gibi karı yağdı. Bir gece tenha bir sokakta tek başıma yürüyordum, arkamda ayak sesleri duydum. Daha arkamı dönmeden gelenin o olduğunu anlamıştım. Ani bir hareketle geriye döndüm, havada uçuşan kar taneciklerinin ardında, biraz uzakta, pelerin ya da frak giymiş bir karaltının köşeyi döndüğünü fark ettim. Deli gibi koşmaya başladım, köşeye vardığımda önümde bembeyaz ve boş bir yol duruyordu. Yerdeki karı inceledim, birisinin geçtiğini gösteren tek bir iz kalmamıştı. Sadece yumuşacık, pamuk gibi karın üstünde her geçen an gözden yiten ve büyük bir kuşun ayak izleri olabilecek çarpı işareti biçimindeki oyukları görür gibi oldum.
*Bir Yılbaşı Öyküsü Kitabı Tanıtım Bülteninden alıntıdır.

 

(Resim-2) Gelenek Yayınevi Kültürevi Dizisinden yayımlanan 2.baskısı.

(Resim-3)Yazılama Yayınevi 10. Baskısı

 

*Baykuşun her zaman kendisini izlemekte olduğu pencereye bakar. Uzaklarda, kanatlarını çırparak yittiğini görür. “Yaşamıma başlamak için ayaklarımın ucunda parıldayan zaman okyanusunun kıyısında duruyorum,” diye düşünür. Bir yılbaşı günüdür. Durmuş olan saatini çıkarır, arkadaşından kendisine kalan. Her yıl yeniden kurulması gereken bu saati, yeni bir yıl için çalışmaya başlaması için, yeniden kurar…

 

*Kitaptan alıntıdır…