Bellek Kalıntısı Ya Da Molozdan Şehirler
6 Şubat

Bellek Kalıntısı Ya Da Molozdan Şehirler

Ümit Erdem

-altı şubat ve sonraki şubatlar için kazılar/kayıtlar-

 

Yumuşak Beton

 

Taş kesilmiş sanki taş

Duruyor kıpırtısız

Bir çakıl kadar sade

O işte, o avuntusuz vakit.

Edip Cansever

 

İşte bu dizeler kuruluyor yapılıyor dağılıyor. Çadırdayız uzayan kupkuru bir zaman diliminin sünmesinde gözlerimiz. Betler soluk. Ortadaki sobada umut var şimdilik. Battaniye her yer, battaniyelerle dolu akşam, dirilerin ve ölülerin battaniyelerle ambalajlandığı ölü bir vakit.

 

-biz bu evden nasıl çıktık, bakışı herkesin yüzünde.

-çocukların üstüne kapanalım, sırtımızda betondan düşüş izleri.

-beni göğsümden tutup kalk dedi Didem.

-duvarların yarıklarından bembeyaz bir ışık doluyor içeri. ölüyoruz galiba.

-sıçramak için kalkıyorum duvarlar acıdan cıyır cıyır.

-çocukları nasıl kaçırsam diyorum, çocukların gözünde gözümüzdeki dehşeti anlama gayreti…

-zifiri bir karanlığın ayazında yeryüzündeyiz işte.

 

 

Güneşin Ölümü

 

Baba yardım eder misin, dedi. Yardım edememenin yükü altında ezilirken Onur karşımda. Kedi güvercini boğarken kurtardık diyor. Çocuk elleri birçok. Güneşin her yanında çocuk elleri, kurtarmanın gururu. Babam o da iyileşir. Ona bakın, besleyin. (Baba umut ediyor ağlayacak mesken buluyor.)

 

-adını ne koydunuz?

-güneş koyduk adını.

 

Çadırın çocukları güneşi elleriyle bırakıyor toprağın şubatına. Onurla göz göze gelmek istemiyorum. Güneşin öldüğünü, cemrenin inişini, betondan mezarları, enkazdan sesleri, kombinada, mezbahanede, soğuk hava depolarındaki kıpırtısız bedenleri…hafızamın enkazında hırıltı içindeyim.

 

 

Evi Hatırladım

 

Hafızamızla yüzleşiyoruz. Eve korkarak, titreyerek çıkıyoruz. Bakışlarda ölümün nasıl ıskalandığı tasdikleniyor defalarca. Depremin ilk üç günü evden kaçtığım şortlayım. Fakat çıkarayak içi astarlı montu almışım yanıma allahtan. Mont yağmuru içesine almış:

 

-sesimi duyan var mı?

-oğlum buradayım.

-teyzem kurban olurum, sabret kurtaracağız seni!

-oğlum, iki oğlum da var, onları bulun.onların sesi gelmiyor, beni bırakın onları bulun!..

-tamam teyzem korkma yanındayız, elimde aliminyum tabakla enkazı eşeliyorum.

(Elimizde hiç teçhizat yok, demir kesen makas olsa, murç, balyoz olsa. Yirmibirinci yüzyılın imkanları içinde mümkün olacak bir şeyler arıyoruz.)

 

Yağmur boşalıyor. Yağmur tüm soğuk ve grilik içerisinde dirilerin ve ölülerin üzerine iniyor. Yağmurun merhametine bile inanmıyorsun artık. Montun astarında su ağırlaşmış, ölü bir hayvanı sırtımda taşıyorum sanki.

 

(Teyzeyi çıkarmışlar dediler çok sonraları, çocuklarını kurtaramamışlar. Elindeki tabakla enkazı kazamıyorsun. Umut yükleniyor alttaki sesleri duyunca sonra tükeniveriyor, sonra tekrar. Bir sürü enkaz nereye koşacağını, kime sesleneceğini bilemiyorsun. Ölümü kabullenmek istemiyorsun.)

 

Evimizin basamaklarını çıkarken bu görüntüler, sıçramalar eşliğinde eve giriyorum. Karanlıktaki dehşetin nesneleri her yerde. Her yer her yerde. Evden birkaç eşya alıp kaçmak istiyorum. Kitapların üstüne basa basa Cansever’e ulaşıyorum. Çadırda yoldaşım olsun diye.

 

 

 

Ekmek Kuyruğunda

 

Abim para yollamış, çek onu nakit olarak tut diyor. Van Depremi’nde günlerce karanlıkta açlık ve susuzluğa direnerek kuzenimin enkazdan çıkmasını beklemiş. Biliyor. Ben donuk bir şekilde mesaja bakıyorum. Kıpırtısız. Hatay’ı, Maraş’ı, Nurdağı’nı, Islahiye’yi öğreniyorum zaman tünelinde, paylaşımlarda. Bu bir kıyamet diyorum. Ölen öğrencilerim, arkadaşlarım, tanıdığım insanların hafriyatın içerisinde nasıl can verdiğini, Pınar gibi gül yüzlü birinin enkazdan çıktığunda tanınmayacak bir halde olmasını düşünüyorum. Kahroluyorum.

 

(Büyük bir karamsarlık yürüyor. Ölen bebeklerin sesleri, soğuk ayazda titreyip canverenler, canlılar, hayvanlar, ölümün soğuk yüzü, soluk şubat günlerinde. Karamsarlık yürümüyor, kemikleşmiş yumru gibi bedenimde. İsmail Hoca iki küçük kızı ve karısıyla büyük bir gürültü içerisinde. Yok çıkamıyorum, herkes ölülerinin çetelesini tutuyor çadırlarda. Çıkmak istiyorum çıkamıyorum.)

 

-abi ekmek sayılı.

-nasıl?

-kafana göre alamazsın, başkaları da var yani.

-ben bunları çadırdakilere götüreceğim, kendim için değil.

-fark etmez!

-peki.

 

Kucağımda sıcak ekmekler. Çocuklar için temiz su ve bez buluyorum. Bir umut başlıyor yine. Çocuklar için bir şeyler yapabildikçe. Zaten şu an yaşamak ya da hayata katlanmak için çocuklarımı ve diğer çocukları hatırlayıp yeniden başa sarıyorum..

 

 

Derse Hazırlık

 

Çaresizlik ellerimizde. Herkeste aynı mı bilmem. Çaresizlik ellerimizde. Dershanenin duvarlarını sıvıyoruz. Ellerime can gelmiş, damarlarımda yeniden umut köpürtüsüyle kan dolaşıyor. Şimdi görebiliyorum. Sabahtan akşama kadar tadilat öyle ki karamsarlık beş on dakikalık sigara molasında bile uğramıyor. Aniden kaçıyoruz artçılar vuruyor. Sonra tekrar. Oyun mu oynuyoruz. Evet tehlikeli hem de.

 

-Sabah on gibi mahalledeki bakkaldan sigara, temiz su vs. aldım. Öğlenki depremde yerle bir olmuş üç katlı bina. Kadirli Yolu’nda. Halil’im bak, bu çok ciddi bir iş, gelme sen dershaneye ben kendim onarırım, diyorum.

 

-Olsun hocam, evde kırk kişi kalıyoruz, beni eve yollamayın, diyor.

 

Kendi göbeğimizi kesiyoruz, ustalık gerektiren işlere atılıyoruz. Artık bekleyecek takatim, tahammül gösterecek bahanelerim yok. Resmî kurumlardan medet umulmuyor. Hem umsam da ne çıkar yani. İmkansızlığa terk edilmişliği yeterince görüyorsun zaten!.. Ellerime. Günlerdir çaresizlik, tereddüt ve korkaklık içerisinde çırpınan ellerime bakıyorum. Ellerimle patlayan duvarların enkazını temizliyorum. Bazen artçılardan kaçmıyorum. Ürpermiyorum bazen. Donuklaşıyorum. Karamsarlık çökmesin diye etrafı dolaşıyor, geziyor kahroluyor, gelip deliğime kapanıyorum. Alçıdan, boyadan günler geçiyor. Acının üstü örtülmüyor.