Mayıs ayı röportaj konuğumun değerli hocam, Prof. Dr. Afife Mat olması tesadüf değil aslında. Hemen belirtmek isterim ki eczacılığın ilk adımı 14 Mayıs 1839’da atılmıştır ve bu tarih Türkiye’de Akademik Eczacılık Günü olarak kutlanır. Akademik dünyaya çok emeği geçen ve halen bu konuda çalışmalarını sürdüren sevgili hocamla siz Karnavaldergiokurları için söyleşmekten ayrıca keyif aldığımı söylemek isterim.
Evet Hocam, ” Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” demiş, Hz. Ali. Çok benimsediğim bir sözdür bu. Ben dahil, pek çok eczacılık öğrencisine sadece bir harf değil, kitaplar dolusu bilgi öğrettiniz. Bizler cok şanslıydıkelbette, sizin gibi değerli hocalarımız oldu. Peki, sizin yolunuz eczacılıkla nasıl kesişti? Fakülteye isteyerek mi girdiniz?
Lisedeyken en sevdiğim ders biyolojiydi. O kadar meraklıydım ki komşumuzun tıp fakültesinde okuyan kızı ile ders çalışırdım. O da sonra akademisyen oldu, hala görüşürüz. Yani bütün tutkum doktor olmaktı, idealist bir doktor olacaktım, sınır tanımayan doktorlara katılıp Afrika’ya gidecektim. Lise yıllığımda arkadaşlarım bana tıp eğitiminde başarı dilemişler. 1972 yılında Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesini bitirdim. Lise bitirme sınavlarından 15 gün sonra üniversite giriş sınavı vardı. O zamanlar dershaneler yoktu. Fen derslerini Fransızca okumuştum ve Türkçe terimleri hiç bilmiyordum. Türkçe ders kitapları aldım ve bir hafta tüm terimlerin Türkçesini keşfetmekle geçti. Kalan bir hafta da bir test kitabından çalıştım. Tercih listesine Tıp Fakültelerini yazdıktan sonra Eczacılık Fakültesini ve son olarak Matematik bölümünü yazdım, çünkü matematik de en sevdiğim derslerdendi ve matematikten hep sınıf birincisiydim. Sonuçlar açıklandığında puanım Matematik bölümünü tutuyordu, hemen kayıt yaptırdım. O dönemde üniversiteler kasım ayında açılıyordu. Tıp fakültesine giremediğim için çok üzülmüştüm ama puanların düşmesini beklerken 15 gün matematik bölümüne devam ettim. 15 gün sonra Eczacılık Fakültesini puanım tutunca kaydımı oraya aldım. Niyetim bir yıl okuduktan sonra yeniden üniversite sınavına girerek Tıp Fakültesine geçmekti. O bir yıl içinde Eczacılık alanı hoşuma gitmeye başladı. Fransız lisesinde ilkokuldan sonra 2 yıl hazırlık okudum, 1 yıl da Eczacılık fakültesi olunca Tıp Fakültesine girersem 3 yıl kaybım olacaktı, sonra 6 yıl fakülte peşinden ihtisas, hâlbuki eczacılıkta devam edersem 3 yılım kalmıştı ve hoşuma gitmişti bu meslek, o zamanlar eczacılık eğitimi 4 yıldı. Böylece Eczacılık Fakültesinde devam etmeye karar verdim ve bu kararımdan hiçbir zaman pişman olmadım.
Mesleğimizin iş imkânları arasında, klinik eczacılık, eczane eczacılığı, sanayi eczacılığı gibi çalışma alanları varken akademisyen olmayı niçin seçtiğinizi merak ediyorum doğrusu. Hiç “keşke” dediğiniz oldu mu? Ya dabir başka deyişle, eczacılık alanı dışında kimlik oluşturmak ister miydiniz?
Eczane stajlarımı fazlasıyla yaptım, Fatih’teki Öztürk Eczanesi’nin sahibi Şekip Öztürk abilerimin arkadaşıydı, staj döneminin dışında cumartesi günleri yardıma giderdim. Ama hep üst katta laboratuvarda majistral ilaç yaptım, hiç ilaç satmadım. Eczane açmayı hiç düşünmedim. Ben hep okumaya araştırmaya meraklı bir oldum, başka bir meslek seçseydim de araştırmacı olurdum. Turhan Baytop hocanın Farmakognozi derslerini dinledikten sonra Farmakognozi’den başka bir şey düşünemez oldum. Daha mezun olmadan bir gün Turhan hocanın kapısını çalıp odasına girdim ve “nasıl asistan olunur?” diye sordum. Hoca bana şöyle bir baktı ve “hangi okuldan mezunsun?” diye sordu. Notre Dame de Sioncevabım üzerine “gel hemen alırım” dedi. Böylece mezun olur olmaz Farmakognozi kürsüsünde çalışmaya başladım, kadro açılmasını beklemeden 4 ay gönüllü olarak ama kadrolu gibi çalıştım. 1977 yılında başladığım akademik yaşamımım 1 Ocak 2020’de tamamladım. Bu 43 yıl işimi hep severek yaptım ve emekli olduğumdan beri de yapmayı bildiğim işe,yani araştırma yapmaya devam ediyorum. İlgimi çeken alanlarda çok okuyorum ve araştırıyorum, bu bilgi birikimini mezara götürecek değilim, o nedenle kitap yazmaya gayret ediyorum.
Yaşamınızın salt akademik çalışmalar üzerine kurulu olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bu anlamda, mutlaka kendinizi beslediğiniz bir ilgi alanınız vardır. Sanatla ilişkinizi merak etiğimi söylemeliyim.
İlgi duyduğum sanat dalları; klasik müzik, resim, sinema ve edebiyat. Ortaokuldan beri çok kitap okurum, özellikle Fransızca yazılmış kitaplar. Herhangi bir sanat yeteneğim yok. Klasik müzik ve resim konusunda sadece izleyiciyim. Ortaokuldayken sınıf hocamız öğle tatilinde sınıfa pikap getirerek bize Beethoven, Mozart, Tchaikovsky gibi büyük müzisyenlerin eserlerini açıklamalar yaparak dinletirdi. Benim müzik kabiliyetim yok ama küçük oğlum müzisyendir. Piyano ve basgitar çalıyor. Ses Mühendisliği yüksek lisansı ve Müzikoloji doktorası yaptı. Evinin bir odası stüdyo ve orada ses mühendisliğine devam ediyor.
Resim sanatına gelinde, ben bir empresyonist hayranıyım, özellikle Claude Monet hayranıyım. Monet’nin Giverny’dekievini ve bahçesini 4 kez değişik mevsimlerde gezdim ve doyasıya fotoğraf çektim. Derslerimin başında ve sonunda mutlaka bir çiçek ya da bir Monet tablosu ve bahçeden çektiğim bir fotoğraf gösteririm.
Doğayla işi olan bir bilim insanı olarak Empresyonizmi sevmeniz Monet’yi sizde farklı kıldı sanırım.
Bir Farmakognozi araştırmacısı olarak tabi ki doğa tutkunuyum, özellikle çiçek fotoğrafları çekmeye meraklıyım. Empresyonizm doğayı ve duyguları resmettiği için hayranı olmam çok normal.
Kadın, evde kadın, iş yaşamında kadın, bilimde kadın… Bir kadın bilim insanı olarak bunu nasıl deneyimlediniz?
Akademik yaşam ve aile yaşamını bir arada yürütmek hele benim gibi mükemmeliyetçi olunca, çok iyi bir organizasyon ve sabır gerektiriyor. İkisi de bende var. Bizim araştırma materyelimiz dağlardan topladığımız tıbbi bitkiler. O nedene tüm ailenin destek olması gerekiyor. Doktora bitkimi, daha kadroya bile atanmadan Gediz Murat dağından büyük abimle giderek topladım. Ben evlenince babam bitki toplamaya gitmekten kurtuldum diyerek sevinmişti. Eşim ve iki oğlum çok iyi birer bitki ve mantar toplayıcı oldular. Eşim rahmetli Prof. Dr. Cem Mat benim tırmanamadığım yerlerden bitki topluyor ve fotoğraflarını çekiyordu. Birlikte geçirdiğimiz 35 yıl boyunca benim en büyük yardımcım oldu. Oğullarım Okan ve Alper öldürücü zehirli Amanita phalloides mantarını ve halüsinojen olan Amanita muscaria mantarını çok iyi tanıyorlar. Bir gün Okan’ı İstanbul Üniversitesi kreşinden almaya gittiğimde “anneciğim Amanita phalloides yaptım” diye karşıladı beni. O gün hamurla oynamışlar ve Okan Amanita phalloides yapmış üstelik her ayrıntısıyla doğru yapmış. Alper ilkokula yeni başladığında, öğretmen bir resim çizmelerini söylemiş benimki de Amanita muscaria çizmiş, öğretmeni çağırarak “altına Amanita muscaria yazar mısınız” demiş. Okan Hollanda’da yaşıyor, yıllar önce İzlanda’ya gezmeye gitmişti, bana botanik bahçesinden gelincik resmi göndermişti ”anneciğim bak burada senin papaver’lerinibuldum” diyerek. Kısacası bir akademisyen eş ve anne olarak ev hayatımı ve iş hayatımı bir arada iç içe yaşamak zorunda oldum ve bu durumdan ne eşim ne de çocuklarım şikâyetçi oldular. Bu yaşam tarzını çok doğal olarak gördüler. Küçük yaştan doğayla tanışmalarının çocukları çok olumlu etkilediğini düşünüyorum.
Bilim insanlarının rutine dayalı, sıkıcı yaşamları olduğu düşünülür genelde. Bu düşünceyi ortadan kaldıracak durumlar oldu mu sizin için? Hiç çılgınlık yaptınız mımesela?
Benim çılgınlığım hep sevdiğim işimle ilgili, evimdeki kütüphaneyi görünce ne kadar kitap çılgın olduğumu anlamışsınızdır. Yaptığım her işi dört dörtlük kusursuz yapma hastalığımı da çılgınlık olarak sayabilirsiniz. Bu yaşa geldim ama mesleğe başladığım günlerdeki idealizmimi kaybetmedim.
Eczacılık müzesini kurmanızı da bu çılgınlıklara ekleyebilir miyiz, ne dersiniz?
Haklısınız bu müze konusu tam bir çılgınlık, evet, benden başkası yapamazdı zaten. Mesleğime yaptığım en büyük katkıdır diyebiliriz. Turhan Baytop hocamız hem Farmakognozi hocası hem de Eczacılık Tarihi hocasıydı. 1945 yılında Eczacı Okulunu bitirince Eczacılık tarihini araştırmaya başlamış.1960 yılında bizim fakültenin bir odasında kendi şahsi koleksiyonuyla ilk Türk Eczacılık Tarihi Müzesini kurmuş. 1962 yılında Topkapı Sarayı Müze müdürü Hayrullah Örs bu müzeyi geliştirmek için Hekimbaşı odasındaki bazı malzemeyi Turhan hocaya vermiş. İkisinin imzalı zaptı bulunuyor müzede. Zamanla başka meslektaşların katkılarıyla müze gelişmeye başlamış. Turhan Hoca 40 yıllık araştırması sonucunda Türk Eczacılık Tarihi kitabını 1985 yılında yayınladı ve sonra fakültemizde Eczacılık Tarihi dersini vermeye başladı, ondan önce dersi hep tıp tarihi hocaları vermişti. Turhan hocayla çalışınca ben de doğal olarak eczacılık tarihine merak sardım. 1999 depreminden sonra fakülte binalarımızı terk etmek zorunda kaldık. İçinde eski Osmanlı Arşivleri olan iki bina bize verildi, tüm fakülteyi depolamak için. Tabii müzenin eşyalarını da ben ambalajlayıp, koliledim, arşive taşıyarak korumaya aldım. Binanın girişinde kontrol panellerinin olduğu küçük bir oda vardı. Müzenin en değerli eşyalarını bu odaya yerleştirdim ve kapısına Kale kilit taktırdım, anahtarı sadece bendeydi. Bu müzeyle ilgili resmi hiçbir sorumluluğum yoktu ama ben kendimi sorumlu hissettim. Müzeyi korumayı ve yeniden kurmayı kendime misyon kabul ettim. Tarihi binamız Keçecizade Fuat Paşa Konağı’nın restorasyonu 2010 yılında tamamlandı. O dönemde fakülte dekanımız birinci sınıftan beri çok yakın arkadaşım olan Prof. Dr. Ahmet Araman’dı, ben de yardımcısıydım. Dekanın da desteğiyle dekanlık katındaki iki büyük salonu müze için ayırdık. Turhan hoca müzenin eşyalarının bölük pörçük koridorlarda sergilenmesine çok üzülürdü. Bu iki büyük salona müzenin tüm eşyalarını taşıdık, ama önce iki eski eczaneye ait mobilyanın restore edilmesi gerekiyordu. Bu konuda Selçuk Ecza Deposu destek oldu. 2011 yılında müzeyi yeniden kurmuş olduk. O yıl müzeyi kurtardığım için Altın Havan ödülü aldım. Müzenin yeniden kurulduğunu duyan meslektaşlardan çeşitli tarihi eşyalar bağışlanmaya başladı. Müzeyi kurtarmıştım ama benden sonrasını da garantiye almam gerekiyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tescil ettirebilmek için çalışmalara başladım. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü kanalıyla yaptığımız başvuru onaylandı ve müzemiz “Türk Eczacılık Tarihi İhtisas Müzesi” olarak özel müze oldu. Turhan hocamın vasiyetini yerine getirmiştim ama müzenin hikâyesinin yazılması gerekiyordu. “Tarihin Tanığı: Türk Eczacılık Tarihi İhtisas Müzesi” adını koyduğum kitabı kendi imkânlarımla Aralık 2024’te yayınladım.
Muhteşem bir biyografiniz var, ödüllerinizi oradan görebiliyoruz. Fransa’dan aldığınız bir ödül var ki bir kadın eczacı olarak beni çok etkiledi. Buna değer görülenilk kadındınız sanırım, biraz söz eder misiniz?
1803 yılında kurulmuş olan Fransız Milli Eczacılık Akademisi’nin belli sayıda Fransız üyeleri ve belli sayıda yabancı muhabir üyeleri vardır. Bu akademiye üye seçilebilmek için bir asil üye tarafından teklif edilmek gerekir ve genel kurulda oylama yapılır. Türkiye’den seçilen ilk üye 1977 yılında Turhan Baytop hocadır. 1992 yılında akademinin eski başkanlarından Prof. Marcel Chaigneau’nun aday göstermesiyle yabancı üye seçildim. 2000’li yıllarda Türkiye’den üç üye daha seçildi: Prof. Selim Badur, Prof.Ahmet Araman ve Prof. Atilla Hıncal. İlginç olan bu üyelerden üçü Ahmet Araman, Selim Badur ve ben sınıf arkadaşıyız. Bu Akademide kadın üyelerin sayısı az, Türkiye’den ise tek kadın üye benim.
“Tarihin Tanığı: Türk Eczacılık Tarihi İhtisas Müzesi” kitabınızdan söz ettiniz ama sizin başka kitaplarınız davar. Mantarlar bu konuda başı çekiyor. Mantarları hiç bırakmadığınızı biliyorum. Yine de kitaplarınızın içinde bir tanesi var ki okumaktan çok, yemek istiyor insan onu: “Tüm Dertlerin İlacı Çikolata” Çikolata gerçekten masum mu? Çikolataseverlere bir müjde verebilir miyizburadan?
Bir eczacılık tarihi, araştırmacısı olarak çikolatanın tarihini araştırırken eczacıların tıbbi çikolatalar yaptığını ve bu formüllerin farmakopelere girdiğini gördüm. Bir çikolatasever olarak bu konuyu açıklığa kavuşturmam ve çikolatanın sağlığa faydalı olduğunu bilimsel olarak ispatlamam gerekiyordu. 1980’li yıllardan beri çikolatanın ve kakaonun farmakolojik etkileri üzerinde çok sayıda klinik çalışma yapılmaktadır. Mayalar ve Aztekler çikolata adını verdikleri sıcak içeceği sağlıklı kalmak için tüketmişlerdir. Güney Amerika’nın keşfinden sonra ispanyollar tarafından Avrupa’ya getirilen çikolata ilk önce eczacıların dikkatini çekmiştir. İlaçların kötü tadını çikolata ile gizlemeyi düşünen eczacılar eczane laboratuvarlarında çok çeşitli tıbbi çikolatalar yapmışlardır. Öyle ki bir dönem her hastalığa karşı bir çikolata bulunmaktaydı. Kakao ve çikolata tarihi hakkında çok sayıda kitap okuyup klinik çalışmaları inceledikten sonra “Tüm Dertlerin İlacı Çikolata” kitabı ortaya çıktı. Sonuç olarak doğru çikolatayı yerseniz sağlığınızı korursunuz. Bu kitap Pharmavision ilaç fabrikası tarafından kültür kitabı olarak yayınlandı yani satılmıyor. İlaç firmasından istemek gerekiyor.
Zehirli mantarların hakkını da yemeyelim bu arada. Onlarla ilgili neler söylemek istersiniz? Hiç bilmeyen biri için ayırt edici, basit özellikler var mı?
1985 yılında Turhan Hocayla birlikte Türkiye’nin zehirli bitkileri üzerinde bir projeye başladık. Bu kapsamda Paris Zehir Danışma Merkezine giderek incelemelerde bulundum. Mantar zehirlenmesi vakalarıyla orada tanıştım. 1990 sonbaharında çok sayıda mantar zehirlenmesi görüldü. Ekim ayında bir Pazar günü eşim ve iki oğlum ile Belgrat ormanına gittik. Her taraftan mantar fışkırmıştı. Fotoğraf çektik ve topladık. Ertesi gün fakültemiz herbaryumuna götürdüğüm mantarlardan birini. Asuman Baytop hocamız öldürücü zehirli olan Amanita phalloides mantarı olduğunu teşhis edince ertesi gün Baytop hocalarımla tekrar Belgrat ormanına gittik, bu konuya böylece başlamış olduk. Türkiye’de pek bilinmeyen bir konuydu mantar zehirlenmelerinin teşhis ve tedavisi. Hemen yurtdışından kitaplar ve yayınlar getirttim ve hekimlere yardımcı olmaya çalıştım. 1990’lı yılların başında her sonbaharda hastanelere giderek hekimlere mantar zehirlenmeleri anlattım. Bu konudaki ilk kitabı 1998 yılında TÜBİTAK’tan gelen istek üzerine hazırladım. Kitabın ikinci baskısı ise 2000 yılında Nobel Tıp Kitabevinden yayınlandı. Aradan geçen 25 yıl içinde yeni zehirlenme tipleri ortaya çıktı ve tedavi yöntemleri geliştirildi. Yeni güncel bir kitap yazmak zorundaydım, mikolog Jilber Barutçiyan’ın da katkılarıyla “Makro Mantar Zehirlenmeleri” kitabımızı Aralık 2024’de yayınladık.
Son olarak, yazdıklarınızdan bu kadar söz etmişken, en son hangi kitabı okuduğunuzu merak ettim.
Son bitirdiğim kitap Notre Dame de Sion’dan tanıdığım ve kısa süre önce kaybettiğimiz Nil Behmoaras’ın “Küçük Dev Kadın Azra” kitabı. Mavi yolculuk kavramını ortaya atan ve Anadolu’yu tanıtan Azra Erhat ve Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) eskiden beri çok ilgimi çekerdi ve bazı kitaplarını okumuştum. Nil Behmoaras’ın kitabından çok etkilendim ve hemen peşinden Azra Erhat’ın “En Hakiki Mürşit Gülleyla’ya Anılar” kitabını aldım ve dün bitirdim. Bugün Şirin Devrim’in “Şakir Paşa Ailesi” kitabını okumaya başladım. Şirin Devrim bir çok sanatçı ve yazar bulunan kendi ailesinin hikâyesini anlatıyor. Bu ailenin torunlarından biri de Notre Dame de Sion’da sınıf arkadaşımızdı. Çok merakla okuyorum, kısa sürede bitireceğime eminim.
Prof. Dr. Afife Mat Kimdir?
Ordu-Fatsa’da doğdu (1953). 1972 yılında Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesini, 1976’da İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirdi. Aynı yıl fakültenin Farmakognozi Anabilim Dalında doktora çalışmasına başladı. 1981-1983 yılları arasında Paris-Güney Paris Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Laboratuvarında doktora sonrası araştırmalar yaptı.1984 de Yardımcı Doçent, 1987 de Doçent ve 1995 de Profesör oldu. Kasım 2006 – Mart 2016 arasında (10 yıl) Eczacılık Fakültesi Dekan Yardımcılığı, 2012 – 2020 yılları arasında Farmakognozi Anabilim Dalı başkanlığı görevini yürütmüştür. 2013 yılından beri Eczacılık Fakültesi senatörüdür.1960 yılında Prof. Turhan Baytoptarafından kurulan Türk Eczacılık Tarihi Müzesini 1999 İstanbul depreminden sonra korumaya almış ve 2011 yılında yeniden düzenlemiştir. 2017 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türk Eczacılık Tarihi İhtisas Müzesi olarak tescil edilen bu müzenin müdürlüğünü yürütmüştür.1992 yılında Fransız Eczacılık Akademisi’ne yabancı üye seçilmiştir.
2015 yılında Uluslararası Eczacılık Tarihi Akademisi’ne üye seçilmiş ve ikinci başkanlığını yürütmüştür.
Yayınları: Ulusal ve uluslararası makaleler ve kitap bölümlerinin yanı sıra 4 kitap yazmıştır. Birçok kitabın editörlüğünü yapmıştır.
Ödülleri:
İstanbul Eczacı Odası, Meslek İçi Onur Ödülü, 2022
TEB-Eczacılık Akademisi, Hizmet Ödülü, 2019
Yaşam Boyu Onur Ödülü, Türk Eczacıları Birliği, 2016
Schelenz Madalyası, Alman Eczacılık Tarihi Birliği, 2015
Altın Havan Hizmet Ödülü, Eczacı Dergisi, 2015
Eczacı Hamdi Bey Ödülü, 11.Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı, Kayseri, 2014
Altın Havan Eczacılık Tarihi Ödülü, Eczacı Dergisi, 2011