Uluslararası Öykü Günleri Derneği tarafından Karnavaldergi paydaşlığında gerçekleştirilen I. İstanbul Öykü Günleri’nin ikinci günü, edebiyatın ve şehrin en ikonik mekanlarından Pera Palace Oteli’nde yazar İlay Bilgili’nin sunumuyla gerçekleşti.
14-16 Şubat tarihleri arasında, Metrohan’da başlayıp Pera Palace’ta devam eden İstanbul Öykü Günleri’nin Kısa Öykünün Uzun Öyküsü başlıklı ilk söyleşisi, Melih Yıldız yönlendiriciliğinde, konuşmacı olarak yazarlar Mehmet Fırat Pürselim, Yonca Yaşar ve Zeynep Delav’ın katılımıyla gerçekleşti.
“Hepimiz Sait Faik’in paltosundan, ceketinden, teknesinden çıktık” saptamasıyla sözlerine başlayan Mehmet Fırat Pürselim, ilk öyküyü mağaradaki adamın anlattığını hatırlattı. Kendi öykücülük macerası için, “Benim öykülerim kısa, yolum uzun oldu” diyen Pürselim, bir şeyler ortaya koyarak o yolda olmanın önemli olduğunu vurguladı.
“Hepimiz hikâyeciyiz, esasen” diyen Antakyalı yazar Yonca Yaşar, anlatma isteğinin bireyselleşme yüzünden arttığını ekledi. “Deprem sürecinde öyle bir noktaya geldik ki, her sıradan insan bir öykü yazdı. Depremler, savaşlar, bunları yazmak kendi içinden çıkmayı gerektirir” diye sözlerini sürdüren Yaşar, kırılma noktalarından geçtikçe, daha iyi öykülerin geleceğini ifade etti.
Yönlendirici Melih Yıldız’ın, yayınlanır olma konusunda “Öykü de şiirin düştüğü çıkmaza mı girecek?” sorusu üzerine dünyanın roman okuduğunu ifade eden yazar Zeynep Delav, çeviride romanın şansının daha yüksek olduğunu söyledi. “Roman yaz ki satılsın, diğer dillere çevrilsin” ısrarının ise bir tür yıldırma olduğunu belirtti.
İkinci günün ikinci oturumunda, Nazire Gürsel yönlendiriciliğinde, Deyimler ve Atasözleri Bir Eski Zaman Türküsü mü? başlıklı söyleşi gerçekleştirildi. Konuşmacı olarak İnci Aral, Başar Başarır ve Adil İzci’nin katıldığı bu söyleşide, atasözü ve deyimlerin dil ve kültürdeki yeri gibi, öyküdeki yerinin de azalıp azalmadığı masaya yatırıldı.
Söyleşi, Nazire Gürsel’in “Türkçede sadece okumak ve yazmak ile ilgili 526 deyim saptanmış. Bu göz ardı edilemeyecek bir zenginlik. Uğraşı edebiyat olan birey için Türkçe gerçek anlamda şans” saptamasıyla başladı. Gürsel tarafından konu başlığının müsebbibi olarak takdim edilen Başar Başarır’ın “Ben yeni bir atasözü duyduğumda, sanki birisi cebime para koymuş kadar seviniyorum” esprisi salonda gülüşmelere yol açtı. “Bu topraklarda ürettiğimiz en büyük marka dilimizdir” diye sözlerini sürdüren Başarır, hepimize ait olan atasözlerinin üretilebilir olduğunu, nesilden nesile inandırıcılığı devam eden sözlerin kalıcı olacağını belirtti.
Sözcüklerin Büyüsü başlıklı yazısını okuyarak sözlerine başlayan usta yazar İnci Aral da, 46 yıldır sözcükleri düşüne taşına yan yana getirdiği hatırlatmasını yaparak, “Genç kuşak yazarlarımız dilde öncü olmakta yeterince yetkin mi?” sorusunu ortaya attı. Yeni yazarlar konusunda biraz kötümser olduğunu ifade eden Aral, “Çünkü okuyamıyorum. Sürüklemiyor. Gitgide okuyamaz oluyorum. Ben bu görsel medyanın yaratıcılığı öldürdüğünü düşünüyorum. Gençlerin de en büyük kusuru okumamak. Kötü kötü şeyler okuyorlar. Yazmak okuyarak öğrenilir. Başka hiç çaresi yok!” diyerek daha karamsar bir tablo çizdi.
“Hepimiz sezgisel olarak sözcük türetebiliriz – köken bilgisi, altyapı olmasa bile. Bu hepimizin görevidir de. İşlevsiz hale getirilen eski dil kurumunun yayınlarında, her sayıda bilim insanları 10-15 yeni sözcük önerirdi” diye sözlerine başlayan yazar Adil İzci ise, “Her yazar farklı, özgün olmak ister. Gereğinden fazla deyim kullanımı da yazarın elini kolunu bağlar” dedi. “Aslında tüm sözcükler uydurmadır” diyen İzci, Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında, “Dünya o kadar yeniydi ki, nesnelerin adı yoktu” ifadesini kullandığını hatırlattı.