Bütün Ateşler Söndüğünde Başlayan Hayat
Kitap İncelemeleri

Bütün Ateşler Söndüğünde Başlayan Hayat

Şirvan Erciyes

“İçsel kurtuluş tek başına kalkışılacak bir ayaklanma olabilirdi sadece.”

Bütün Ateşler Söndüğünde (s.108)

Filiz Özdem’in Bütün Ateşler Söndüğünde[1] romanını okuduktan sonra ister istemez şu soru geliyor aklımıza; bütün ateşler söndüğünde geriye ne kalır? Kül mü? Hani o içinde minik bir kor bile barındırmayan, yeniden harlanması mümkün olmayan yığın.

 

Ateşle ilişki, belirli bir mesafe ve makuliyet üzerinden yürümek zorunda. Beden ısısı, o alevsiz ateş, gereken seviyenin altına inince de ölümle buluşabilir insanın yaşam yolu, üzerine çıkınca da. Yakan, yok eden ateşin cazibesinden gözlerini alamayan, yanacağını bile bile ateşe elini uzatan, içinde gizlenmiş kundakçıyı uyutmaya çalışan değil mi insan? Ateşi söndürmeye suyun gücünün yetmediği anlar vardır bir de. Bütün Ateşler Söndüğünde ateşi, suyu, yaşamı ve ölümü odağına alarak ilerleyen bir roman.

 

Roman, Pervin ve Asaf adında iki karakterin, birbirinden uzakta geçen hayatlarından kesitlerle ilerliyor.  Birbirinden rol çalmaya çalışmayan bu paralel anlatıların nerede ve nasıl kesişeceği sorusu romanın sonuna kadar varlığını koruyor. Filiz Özdem yapaylığa düşmeden, yok artık dedirtmeden iki hikâyeyi birbirine ustaca bağlamış. Yazarın denediği bu cesur anlatı biçimi romanın içeriği kadar ilgi çekici.

 

Asaf ve Pervin, görünürde hiçbir ortak yanı olmayan, birbirine benzemeyen, yollarının kesişme imkânı olmayan iki karakter. Ancak ilerleyen sayfalarda benliklerini keşfetme süreçleri, hayatın kıyısına çekilişleri, rüyaları, farkındalıklarındaki incelik bu iki karakterin benzer yanları olarak öne çıkıyor.

 

Asaf’ın babasının canını ateş, oğlunun canını su almıştır. Su ve ateşin getirdiği cehennemi acı karşısında çaresizdir. Bitmez sandığı yas ve yaşama utancıyla yollara düşmüş, yasını ölüme dönüştürme, yok olma arzusunda bir meczuptur.  Asaf’ın yüreği ve belleği yok olmayı arzularken içgüdüleri yaşamdan yanadır.

 

Doğası gereği en dayanılmaz acılarla yaşayabilendir insan, acısını unutmadan, acısıyla yaşamayı öğrenerek… Filiz Özdem insanın farkında bile olmadığı, her türlü acıyla baş etmesinin temel koşulu olan o güçlü yaşama güdüsüne Asaf üzerinden dikkat çekerek, ölüm karşısında insanın konumlandığı yeri irdeliyor.

 

Asaf, hünerli elleriyle ahşaba şekil veren, nesnelere, insanlara, doğaya ve ruhunun derinlerine bakmayı bilen biridir. Bilgedir. Bu bilgeliğin Anadolu irfanıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını sezeriz. Ustasının tedrisatından geçen Asaf, askerliğini yaptığı uzak şehirde kitaplarla tanışır. Kentin kütüphanesinde okudukça derinleşir, değişir, sorgulamaya başlar. Hayattan öğrendiklerini kitaplarla biçimlendirir.

 

Pervin taşrada büyümüş, üniversite eğitimi için geldiği büyük kentte tesadüfen tanıştığı Yelda sayesinde farklı bir sosyal çevreye dahil olarak geçmişinden ve ailesinden kopmuştur.  Yelda ve ailesi varsıl, kent soylu, eğitimli insanlardır. Sevgi, ilgi, yakınlık gördüğü bu insanları gerçek ailesinin yerine koyan Pervin’in iç huzursuzluğu, sorgulamaları, yaşantısı romanın diğer odağı.

 

Annesi, Pervin’e hamileyken âşık olduğu adama kaçınca, öz babasını hiç tanımadan büyümüştür Pervin. Ne babası özdür ne de kardeşi Medet. Ailesinden kolayca kopuveren Pervin, gerçek ailesinin yerine ikame ettiği yeni ailesiyle görünürde bir sorun olmamakla birlikte huzursuzdur. Bu huzursuzluğun altında yatanın hakikilik olduğunu düşünürüz.

 

“Yine de ana karnından dünyaya doğarsın ve bir biçimde dünyaya tutunacağın bağlar inşa edersin, hem de o bağlara tutuna tutuna kaybolsan bile…”[2] der Pervin. Tutunduğumuz bağlar gelir aklımıza, tutunmanın aynı zamanda kaybolmaya denk oluşu. “Ama uzayda, kâinat ananın, sonsuz boşlukla dolu karnında kordon bağın koptu mu, tamamen kaybolursun. Bu da yetmez. Hem kaybolur hem ölürsün. Üstelik her şeyin bulunduğu ve aynı zamanda hiçlik olan o boşluğun içinde.” [3]

 

Pervin yeni hayatında çok şeye sahiptir. Ancak bu çok şey hiçe denktir, tüm renkleri yutan siyah bir örtü sahip olduklarının anlamını ve sahiciliği yok etmektedir. Tutunduğu bağlar kaybolmaya teşnedir, iskambil kağıdından inşa edilmiş gibidir hayatı.

 

Pervin bir gazetede dert dinleyen abladır. Gencecik yaşında olgun bir kadın rolüne bürünerek, gelen mektuplara yanıtlar yazar. Kendine söz geçiremezken başkalarına nasihatler verir.  Bazı mektupları saklamıştır, zaman zaman açıp yeniden okuduğu mektuplarla roman çeşitlenir. Yeni insanlar, tutkular, acılar, ayrılıklar romana dâhil olur. Kendinden kaçmak için başka hikâyelere ihtiyaç duyduğunu, onlara sığındığını bilir Pervin. Zira, kendi hikayesinde bir sorun vardır; bir tesadüfle iliştiği yeni çevresinde gördüğü ilgi, sevgi ve meslek kolayca/kendiliğinden gelmiştir. Derinlerinde yatan huzursuzluğun altında yatanın bu durum olduğunu düşünebiliriz.

 

Bütün Ateşler Söndüğünde acı, ölüm, kayıp, yas, yalnızlık ve rüya kavramlarını odağa alırken başka bir temel sorunsalı da es geçmiyor, aşkı.  İnsan doğasına özgü olduğu halde bastırılmaya çalışılan, ancak farklı biçimlerde varlığını anımsatan arzu da aşkın biçimleri, halleri olarak yer bulmuş romanda. Kendi doğasına yabancılaşan insanın duygularına dair farkındalık, romana yer yer felsefi bir metin niteliği kazandırmış.

 

Filiz Özdem fırtına adlarına, bitkilere, hayvanlara kısacası insansız doğaya oldukça dikkatli; mayalanan hamura, çatlayan tohuma. Ölüm ve yaşamın iç içe olduğu o mükemmel doğal döngüyü anımsatırken, sakince etrafımıza bakmamızı öğütlüyor. Gündelik işlerin içine gizlenmiş yaratım / üretim süreçlerinin önemi, eyleyen, zarafetle dünyaya bakan, tüm canlılara saygılı insanların dünyayı daha iyi bir yere dönüştürebileceği savı da okunuyor satır aralarında.

 

Bütün Ateşler Söndüğünde, kolay kırılan ama kolayca yok olmayan insanların, inatla direnenlerin, her şeyden vazgeçtiğinde yeniden başlayanların romanı. Ateş, insanın üstenci bakışını, yıkıcı arzu ve tutkularını, yeryüzünün tek sahibi ve efendisiymişçesine hoyratça yok eden sistemi simgelerken, yakanı da yok edeceğini fısıldıyor.

 

Bütün ateşler söndüğünde, insan kendisiyle ve yeryüzüyle barıştığında, ısıtan, aydınlatan, yok etmeyen yeni bir ateş yakabilir mi? Bu sorunun yanıtını aramak okura düşüyor.

 


[1] Filiz Özdem, Bütün Ateşler Söndüğünde, (İstanbul, YKY, 2022)

[2] A.g.e. Syf., 18.

[3] A.g.e. Syf.,18.