Çağan Irmak’ın Çocuk Kitapları
Sinebiblio

Çağan Irmak’ın Çocuk Kitapları

Emirhan Mutlu

Film ve dizilerdeki kitap okuma sahnelerinde genellikle yetişkinleri görürüz. Çocuklar da yetişkinlerin okudukları masalları dinler ya da onların kendilerine hediye ettikleri kitapları okur. Neredeyse hiçbir zaman kendi tercih ettiği kitabı okuyan bir çocuk göremeyiz. Bu da aslında toplumdaki çocuk algısının sanata da yansımasından kaynaklanıyor. Günlük hayatımızda biz kitap okumak isteyen çocuklara bundan daha farklı davranmıyoruz sanki, değil mi? Bu yazıda Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği iki farklı iş üzerinden çocuk edebiyatına nasıl yaklaşmamız gerektiğini tartışmak istiyorum.

 

Çemberimde Gül Oya, 2004-2005 yılları arasında yayınlanan 40 bölümlük bir dönem dizisidir. Konağının tüm odalarını kiraya veren Madam Niki’nin odalarında kalan aileler üzerinden 12 Eylül’e giden sürecin hikayesini anlatır. Ancak hikayenin merkezinde Mehmet ve Yurdanur vardır. Mehmet ufak bir kumaş dükkanı ile geçinen ailesiyle kavga edip yanlarından ayrılan solcu bir gençtir. Yurdanur ise milletvekili babası ve sağ görüşlü ailesiyle yaşayan genç bir kadındır. Bu ikili bir öğrenci olaylarında karşılaşır ve âşık olurlar. Ancak Yurdanur’un ailesi bu aşka karşıdır. Bunun üzerine ikili birlikte yeni bir hayat kurma mücadelesi verirler. Dizi, yıllar sonra Yurdanur’un bu dönemdeki anılarını bir dergide yazı dizisi olarak yayınlaması ve çok okunmasıyla birlikte kurulan bir geriye dönüş (flashback) anlatısıdır.

Dizinin en önemli sahnelerinden biri, Yurdanur’un öğretmen olarak göreve başladığı okulda öğrencilerine Samed Behrengi’nin kitaplarını dağıttığı sahnedir. Bir Şeftali Bin Şeftali ve Küçük Kara Balık gibi kitapların dağıtıldığı bu sahnede öğrenciler ellerinde kitaplarla teneffüse çıktıklarında müdür kitapları görür ve çok sinirlenir. Onun gözünde Behrengi bir anarşisttir ve kitapları çocuklar için zararlıdır. Bu sebeple Yurdanur’u azarladıktan sonra kitapların hepsini bahçede toplatıp yaktırır. Yurdanur gözyaşları içinde kitapların yanışını seyrederken öğretmeninin gözyaşlarına dayanamayan bir öğrenci kendi kitabını saklar, çıkışta öğretmenine verir. Kitabı Yurdanur’a verirken şu cümleyi kurar: “Zehirli bir kitap olsaydı babam almazdı ki aynısından bana.” Yurdanur ise öğrencisiyle Küçük Kara Balık üzerine sohbet ettikten sonra ona ileride bugünlerin hikayesini anlatması gerektiğini söyler. Oldukça duygusal olan bu sahnedeki çocuk, ileride yeniden karşımıza çıkar.

 

Babam ve Oğlum ise Çağan Irmak’ın şüphesiz en bilinen işi. Her ne kadar bir aile dramı olarak hatırlansa da çok güçlü bir dönem filmidir aslında. Babasının ziraat okuyup çiftliğin başına geçmesini istediği Sadık gazetecilik okur ve siyasi olaylara karışır. Genç bir gazeteci olduğu 1980 yılının 12 Eylül gecesinde hayatı büsbütün değişir. Hamile olan eşinin doğum yapacağı bu gece yapılan askeri darbe sebebiyle hastaneye gidecek araç bulamazlar ve eşi sokakta doğum yaparken hayatını kaybeder. Yeni doğmuş bir erkek çocuğuyla bir başına kalan Sadık bir de cunta rejimi tarafından hapse atılıp işkenceden geçirilir. Bu hapis ve işkence süreçlerinin vücudunda bıraktığı iz ne yazık ki tahmin ettiğinden daha kötüdür. Az bir ömrü kaldığını öğrenen Sadık, oğlu Deniz’i emanet edebileceği tek yere, baba evine geri döner. Bu filmde de Deniz çizgi roman okumayı çok sever. Babası uyurken başucuna Red Kit bırakır, dedesi onun için bakkaldaki tüm Teksas’ları, Tommiks’leri alır, babası öldükten sonra mutlu olması için dedesi onunla Süperman okur. Bu çizgi romanlar sayesinde hayal gücü çok gelişmiş olan Deniz, bir boyunca birçok olayı gerçekte olduğundan farklı olarak düşünür kafasında. Deniz’in bu sınırsız hayal gücünün kaynağı okuduğu çizgi romanlardır.

 

Peki Çağan Irmak imzasını taşıyan bu iki yapımda yer alan iki farklı çocuk neden bu kadar farklı okuma deneyimlerine sahiptir? Deniz’in babası solcu olmanın faydasını görmemiş, çocuğunu o yoldan uzaklaştırmak istemiştir belki de. Yurdanur ise o çocuğun annesi değil öğretmeni olduğundan çocuğu radikalize etmek o kadar da sorun olmamış olabilir. Ama çocuğun söylediğine göre babası da aynı kitaptan almış ona. Demek ki babası da solcu. O zaman iki solcu baba arasındaki fark ne? Biri 12 Eylül öncesinde diğeri sonrasında olduğu için diye düşünsek bile her iki dönemde de solculara dönük büyük baskılar olduğunu biliyoruz. O yüzden bu da düşük bir olasılık. Belki de dizideki çocuğun babası kitaptan ve yazarından habersizdir, tamamen kapağına bakıp bir çocuk kitabı olduğunu düşünerek almıştır. Bunların hepsi ihtimal dahilinde. Ben burada farklı bir yere değinmek istiyorum.

 

Çocuklara ve çocuk kitaplarına biz ne şekilde yaklaşıyoruz? Kendinizi bir öğretmen olarak hayal edin. Öğrencilerinize önereceğiniz kitaptan beklentiniz hayal gücünü geliştirmesi mi olur yoksa hayata dair dersler vermesi mi? Peki ebeveyn olsanız fikriniz değişir miydi? Çok soru sorduğumun farkındayım ama sizi bir mesele üzerine düşünmeye davet ediyorum, o yüzden bunu yapmak zorundayım. Birçoğunuz ikisini aynı anda yapabilen kitapları tercih edersiniz sanırım. Yani hem hayata dair dersler versin hem de çocuğunuzun ya da öğrencinizin hayal gücünü geliştirsin istersiniz. Çocuk kitaplarından herkes bunu bekler. O yüzden yıllardır insanlar Kemalettin Tuğcu’nun eserlerinin çocuk kitabı olarak satılmasını eleştirir mesela. Zira Tuğcu’nun kitapları hayatın sert yüzünü, acıları, kötülükleri anlatır. Ebeveynler çocuklarını bunlardan uzak tutmak isterler. Hepimiz isteriz. Çünkü çocuklar doğruyu yanlışı ayırt edemeyen, hayatın gerçek yüzünü değil sadece güzel yanlarını görmesi gereken canlılardır bizim için. Tuğcu’dan bu yüzden korkarız, Ömer Seyfettin’i çocukların elinden çekeriz, kitaplığımızda merak ettikleri bir eser olursa “O büyükler için” deyiveririz. Bu da onların kafasında dünyanın çok güzel, çok adil bir yer olduğu hissini uyandırır. Hayallerinde yaşadıkları müthiş bir dünyaya saldığımız çocukları ömür boyu böyle yaşatabileceğimizi düşünürüz. Babam ve Oğlum’un küçük Deniz’i kendi yaşadığı acıları hiçbir çizgi romanda görmemiştir mesela. O yüzden babası öldükten sonra dedesi ona Süperman okurken boş gözlerle karşıya bakar.

 

Derdimiz kitabın içeriğiyle olsa bile buradan bir adım sonrası sakıncalı bulduğumuz bir yazarı çocuklara okutmamak olacak. Yani çocukları korumak isterken Behrengi kitaplarını yaktıran müdüre dönüşmemiz an meselesi. Bu yangından kendi kitabını gizlice kurtarabilenler yolunu bulacak, hayatla kavgasını verecek, diğerleri ise hiç tanımadıkları bir dünyayı çarpa çarpa öğrenmeye çalışacaklar. Oysa Deniz kendi hikayesini önceden okumuş olsa acısını önceden tanımış olacaktı. Ama o hiç tanımadığı bir acıyla boğuşurken hala Süperman’in kahramanlıklarını dinlemek zorunda kaldı filmde. Bırakalım çocuklarımız Behrengi okuyup hayat dersleri alsın, Tuğcu’dan dünyanın kötü yüzünü öğrensin, merak ettikleri “büyük” kitaplarının dünyasına atılsın. Hayatı doğru tanısın, rotasını ona göre çizsin, kendi doğrularını kendisi bulsun. Yanılırsa da kendi yolunda yanılsın